Murat Uyurkulak: ‘Sosyofobi lüks bir ürünün ismine benziyor. Özgüven ise sıkıcı bir belgeselin ismine’

Murat Uyurkulak: Benim için umut; komünistler ve anarşistler

EZGİ ÇELİK / e.ezgicelik@gmail.com

“Kaybedenler! Kime göre, neye göre?” nin sıradaki ismi Murat Uyurkulak! Röportajın içinden alacağım her cümle onun bu sayfasına başlık olur. Ya da benim ‘Kaybedenler!’ serime okkalı bir açıklama. Her cevabı, bilmeden de olsa, bu seriye başlama sebebime bir atıf, kendi ve kendisi gibi olanlara da bir iltifat. Uzatmalar olmasın. Girişler yazılmaya çalışılmasın. Yani kısaca diyeceğim şudur ki; Murat’ın nezdinde, tüm kaybedenler, iyi ki varlar, iyi ki varsınız! Saygılar!

‘Kaybolmak’ ne demek?

İşsizlik, öfkesizlik, inançsızlık. Kaybolmak deyince ilk aklıma gelenler bunlar. Dünyanın değişebileceğine artık inanmamak mesela. Aşktan, devrimden, hayattan, insanlardan umudunu kesmek… Haksızlık, adaletsizlik, baskı, yağma, cinayet, hırs, kibir karşısında öfkelenememek… Bunlardan birine bile kapıldığında kaybolur insan. Sabah kalktığında yapacak bir işin yoksa, bugün ne yapayım diye boş boş düşünüyorsan, hiçbir işin olmasa bile, o gün küfür edecek ya da dua edecek bir şey bulamıyorsan kaybolmuşsun demektir. Hayata müdahale edememek, daha da kötüsü müdahale etme isteği duyamamaktır kaybolmak.

Hayattan kaçabilir misin? Yoksa kaçtığını mı zannedersin?

Hayattan kaçmanın türlü çeşidi var. Mesela durmadan para harcayarak veya hiç tüketmeyerek kaçabilirsin. Dünyayı gezebilirsin ya da kendini bir odaya kapatabilirsin. Bence mesele hayattan kaçmak mümkün mü değil mi sorusundan ziyade, hayattan kaçmalı mı sorusu. Hayattan kaçmamalı! Hem hayatın sunduğu vaatleri, hazları ne kadar mümkünse yaşamayı, hem de o vaatleri ve hazları azaltan, yok eden, sınırlandıran düzene, fikre, öneriye isyan etmeyi bir arada ömrüne sığdırabilen insandır benim kahramanım.

murat-uyurkulak-benim-icin-umut-komunistler-ve-anarsistler-101230-1.Sen hayatta neyi arıyorsun?

Yaşa göre değişir bu sorunun cevabı. Yirmili yaşlarımda haz arardım. Bulamadıkça, hazdan uzak düştükçe kendime acırdım, yazıklanırdım. Kırkı geçtim, haz arayışı daim, ama şimdi o kadar takmıyorum. Kendimi, manayı, varlığı, varlığın sırrını falan aramıyorum, bunlar benim gibi bir sefil için fazla heybetli mevzular. Bende erdeme biraz olsun benzeyen tek bir hususiyet varsa, o da kıskanmamaktır. Gerisi aynı bayağı kumaş, aynı adi ruh. Yaşarsam, 20-30 yıl sonra sözgelimi, belki mühim bir şeyler arar hale gelirim. Ama ömrümü baştan sona kesmiş-kesen-kesecek bir şey, arayış demeyeceğim, bir hasret var yine de; büyük bir sofra özlüyorum. Herkesin rahatça kurulup endişe, korku, azap duymadan güle oynaya sebeplenebileceği, durmadan hikayelerin anlatıldığı, kocaman bir sofra. Bir çeşit çocukluk hatırası gibi bir şey sanırım bu, çocukluktaki o katıksız sevinci, o can sevincini tekrar duyabilme umudu. O mutlak güvenme, sevme, sevilme hali. Sıfır sıkıntı, itelemeden, mış gibi yapmadan eğlence, mutluluk. Artık zor, biliyorum. Fazla kart, kayış ve kaşarım. Kabahatin yarısı bendeyse, yarısı bana bu hayatı yaşatan pisliklerde. Dünya boktan, alem g.t olmuş. Yıkıp yeniden yapmalı bu dünyayı, bu alemi. O zaman belki o can sevincini kaç yaşında olursa olsun duyabilir insan.

Aşk nedir? ‘İnsana’ duyulan aşk nedir?

Mevcut düzen dahilinde maldan başka bir şey değil. İhtimali ile avunduğumuz, bulduğumuzu sandığımız an kuruttuğumuz koca bir yalan. Aşkı devrimsiz düşünmek artık mümkün değil. Dünyanın bütün dört çarpı dört araçlarını şehir meydanlarına yığıp yaktığımız, yeryüzündeki bütün mülkleri kamulaştırdığımız, zenginlerin tüm mallarına el koyduğumuz gün aşkı tekrar menzilimize alabiliriz. Her sabah ve her akşam balık istifi metrobüslere binen insanlarız biz, aşktan konuşamayız.

Politika nedir?

Benim için politikanın ve ondan kaynaklanan mesainin tek bir hayırlı anlamı var; sınırsız, sınıfsız bir dünya ihtimali.

Sokaktaki insan, siyasilerin isimlerini neden bilmelidir?

Sokaktaki insana da, siyasilere de….. Gerisini isteyen istediği gibi tamamlasın.

Okuyucu nedir? Kime okuyucu denir?

Okuyucu bu dünyaya dair bir zerre umut beslenebilirse, o umudun müsebbiblerinden biridir. Merak edendir okuyucu. Kulağını, gözünü başkasına açabilendir. Başkalarının hikayelerinden korkmamaya gayret edendir. Nadir ve şahane bir kuştur yani okuyucu.

Yazar nedir? Kime yazar denir?

Yazmayı başkalarına kıyasla çok daha zorlu bulan kişiye yazar denir. Bu benim değil, Thomas Mann’ın lafı. Ayrıca geçenlerde twitter da adını hatırlayamadığım bir yazarın şu sözünü okudum, ki katılıyorum; “Yazdıklarını asla beğenmeyen ve beğenmeyecek olandır yazar.” Bunlara ben de bir ek yapayım; kendi yazdıklarına değil, başkalarının yazdıklarına hayranlık duyan kişidir yazar.

Sonsuz bir özgürlük olsaydı, edebiyat- sanat üretimi nasıl olurdu?

Hayatın organik bir parçası olurdu, o kadar parçası olurdu ki, artık üretilen şeylere edebiyat veya sanat gibi isimler verme gereği duymazdık. Yapardık ve olurdu. Kendine ait ve kendisiyle bütün olurdu, kendisine uzak düşmezdi. Çünkü bilek ile kafa arasındaki mesafe kapanmış olurdu.

Hayat nedir? Kime ya da neye ‘hayatım’ denir?

Bu soruyu cevaplamak benim boyumu aşar. Zira bu cevabı aramak, bulmak, ifadeye dönüştürmek asalet ve sabır gerektirir, bende ikisi de yok.

Kazanmak ne demek?

Kazanmak kirlidir. Kazanmak istemek, insanlıktan istifa etmek demektir. Bireylik, hür teşebbüs, yetenek, zekâ, beceri… Boş laflar bunlar. Sadece boş da değil, çirkin, tehlikeli. Bu dünyada her kazanana karşı bir kaybeden olur. O yüzden kazanmak zulümdür, kazanan zalim. Tek bir kazanma hali mümkün; kazanmak fiilinin lügatlardan ve hayattan çıkarılması! En sevdiğim sloganlardan birine denk düşüyor bu da; “Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber, ya hiçbirimiz!” “Kurtuluş”u “Kazanmak” diye de okuyabilirsiniz.

Kaybetmek ne demek?

Ölüm varken buna kafa yormak bana lüzumsuz geliyor.

Kitap demlenir mi?

Hem de nasıl güzel demlenir. Demlenmesi de hayırlıdır zaten. Ama bir yerde kopmayı, vedalaşmayı da becerebilmek lazım. Yoksa bir metni sonsuza kadar bozup kurabilir, yazıp durabilir insan.

Sosyofobi nedir? Özgüven nedir? Böyle olduğunu düşündüğün insanları, birer cümleyle örnekleyebilirsin, istersen!

Emin ol hiçbir fikrim yok! Sosyofobi lüks bir ürünün ismine benziyor. Özgüven ise sıkıcı bir belgeselin ismine.

Twitter da birşey yazmak ve retweet yapmak için kaç dakika düşünüyorsun?

Dakikasını bilemem ama yazmadan önce çok düşünüyorum. Zaten düşünürken genellikle de hevesim kaçıyor, ne kadar aptal olduğumu bir kez daha anlıyorum ve yazmaktan vazgeçiyorum. Retweetler de ise daha seri ve hızlıyım sanırım. Keşke twitter’ın sarhoş butonu gibi bir şeyi olsa. Ona bastıktan sonra en az beş saat bir şey yazamasan. Yazmana izin vermese. Zurnayken öyle salak, gereksiz, terbiyesizce, adice twitler yazdım ki, düşündükçe utançtan yüzüme ateş basıyor. Hepsini ertesi gün ayılınca sildim tabii. Kimse okumamış bile olsa onları yazmış olmak bile yeterli kahır kaynağı benim için.

Uykuya geçişin ne kadar sürüyor?

Günde ortalama dört-beş saat uyuduğum için genellikle uykum gelmiş oluyor. Sık içtiğim için alkolün de katkısı oluyor ve küt diye gidiyorum.

Senin afili filintaların kimler? Neden?

Özgürlük, eşitlik, barış ve kardeşlik için bıkmadan, yorulmadan, sabırla mücadele edenler. Sebebi cümlenin içinde.

***

KISA KESSEK

Vicdan nedir: Annemin yengesinin rahmetli kız kardeşi, bir gün örgü örerken, “Ay ben fena oluyorum,” deyip koltukta, oracıkta, ânında, acısız ölüvermiş. Darısı başımıza…

Üretim de seni ne etkiler: Hiçbir şey

Hayalindeki en büyük proje: Projelere inanmıyorum.

Yüreğin burkulduğunda çıkış yolun: Mastürbasyon.

Proje ya da beraber çalışacağın ekiplerde ölçün: Az konuşsunlar

Galip ve mağlup kelimeleri sana ne ifade ediyor: İkisi de boş küme, çünkü savaş sürüyor, henüz sonuçlanmadı

Ruhunu ne gülümsetir: Oynayan kediler

Ruhunu ne acıtır: Hemen hemen her şey

Kalabalıkta yalnız olmak var mıdır, yok mudur: Yoktur. Yalnızlık bir tür imkânsızlıktır. Aksini söyleyenlerden çekinirim, soğurum.

Yazarlara sözün: Yok

Okuyuculara sözün: Yok

Gidecek olsan nereye gidersin: Hiçbir yere

Senin için umut: Komünistler ve anarşistler…