“İyi Günler Bay Başkan”da Körfez Savaşı’nda Turgut Özal ve Baba Bush arasında gerçekleşen görüşmeleri ilk kez açığa çıkaran gazeteci Yetkin, Özal’ın ‘30 yıl önce yapmak istediklerini Erdoğan gerçekleştirdi’ diyor.

Murat Yetkin: Özal’ın yapamadığı her şeyi Erdoğan yaptı
Gazeteci Murat Yetkin, BirGün TV’nin sorularını yanıtladı. (Fotoğraf: BirGün)

Sercan MERİÇ

Gazeteci-Yazar Murat Yetkin’in “İyi Günler Bay Başkan–Körfez Savaşı’nda Özal-Bush Görüşmeleri” kitabı okurla buluştu. Yetkin, Doğan Kitap tarafından yayımlanan kitabında, Turgut Özal ile Baba Bush arasında gerçekleşen konuşmaları deşifre ediyor. 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal ve dönemin ABD Başkanı George H. W. Bush arasında gerçekleşen telefon görüşmelerinde Körfez Savaşı’nda Özal’ın istek ve talepleri dikkat çekiyor. Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin’in devrilmesi için Bush’a ısrarla telkinde bulunan Özal, savaş süresince kendi bakanlarına bile vermediği haberleri Bush’a ilk elden aktarıyor. O dönem de başkanlık sistemi arzusu içinde olan Özal’ın bu tavrı sonucunda Türkiye, “ABD’nin truva atı” muamelesi görüyor. Yetkin, ilk kez kaleme alınan bu bilgileri, BirGün TV’ye anlattı.

İlk kez ortaya çıkan diyalogları kaleme aldınız. Filmi başa saralım ve 26 Temmuz 1990’a dönelim. Görüşmeler nasıl başlıyor?

İlişki tabii onun öncesinde de var. Başkan Bush’un açtığı bu telefon görüşmesinin amacı o sırada Türkiye ile Yunanistan arasında tıpkı bugünlerde yaşadığımız gibi sorunlar var. Amerikan üsleri açılacak. Özal da “O zaman söylediklerinizi yazılı olarak verin” derken iş, Irak’ın Kuveyt’e girişine geliyor. O sırada Amerikan politikası, “Böyle bir şey nasılsa olmaz, Saddam buna cesaret edemez” diye düşünüyor. Hâlbuki Türkiye’nin elinde bunu yapacağına dair bilgiler var. O sırada Bağdat Büyükelçisi, daha sonra MİT Müsteşarı olacak, Sönmez Köksal’ın 6 Mart’ta yazdığı kriptoda, “Girecek bunlar” şeklinde bir yazısı var. Özal da bunu daha önce söylemiş Bush’a… Konu öyle başlıyor.

Söz konusu görüşmeden itibaren Özal’ın Saddam Hüseyin’in devrilmesi için Bush’a yoğun ısrarı var. Özal hangi amaçla bu ısrarda bulunuyor?

Bir Saddam Hüseyin korkusu var. Bütün komşular Saddam’dan çekiniyor. Sağı solu belli değil. Daha önce Tezkere kitabımda da yazmıştım. O kitabın girişinde şöyle bir anekdot var: 1998’de ABD Başkanı Bill Clinton, Savunma Bakanı William Cohen’i Ankara'ya gönderiyor. Biz de gazeteciler İncirlik Üssü kullanılacak mı, kullanılmayacak mı sorusuyla ilgileniyoruz. İsmet Sezgin o zaman Savunma Bakanı. İkisi ortak basın toplantısı yaptı. Hâlbuki daha o zaman bir mektup getirmişler. Diyor ki: “Biz Irak'a girebiliriz, kara harekâtı için sizin kapınızı çalabiliriz.” Demirel'in o zaman verdiği bir yanıt var: “Ben 1960’lı yıllarda Irak'a gittim. O zaman Saddam Hüseyin başta değildi. Bekir'le konuşurken bana o zamanki büyükelçi dedi ki: “Bunun dediği önemli değil. Şu arkada bir adam var, puro içip duruyor, esas o karar veriyor her şeye. Onu ekarte etmek lazım.” Bunu anlatıyor Amerikalılara ve “Siz o puro içen adamı bulun” diyor. Aslında Demirel diyor ki: “Kardeşim bizi savaşa sokmayın. Gidin devireceksiniz devirin.” Tabii senaryolar başka şekilde gelişti. Saddam Hüseyin güçlü ama Özal da, “Bu bölge benden sorulsun” istiyor, “Türkiye de benden sorulsun” istiyor. Bu dönemde bir anda Türkiye öne çıkıyor. Bush da Özal'ı pohpohluyor epey.

Özal ve dönemin ABD Başkanı Bush 20 Temmuz 1991’de Çankaya Köşkü’nde bir araya gelmişti. (Fotoğraf: Depo Photos)Özal ve dönemin ABD Başkanı Bush 20 Temmuz 1991’de Çankaya Köşkü’nde bir araya gelmişti. (Fotoğraf: Depo Photos)

Bush’tan Özal’a yönelik, “Harikasınız, sizi çok beğeniyorum, takdir ediyorum” gibi söylemler dikkat çekici…

Derdi istediğini yaptırmak. Özal da krizin ortasında parlamentoya yarı başkanlık sistemi önerisi verdirtiyor. Ancak o kabul görmüyor. O zaman Anavatan Partisi tek başına hükümet. Ancak o da bunu istemiyor. Meclis Başkanı Kaya Erdem istemiyor, Savunma Bakanı Safa Giray istemiyor, o yüzden istifa ediyor. Dışişleri Bakanı Ali Bozer istemiyor, istifa ediyor. Kendi grubuna kabul ettiremiyor bunu. Yoksa o zaman bir punduna getirip başkanlık sistemine geçecek. Dert o… O yüzden sadece Körfez Savaşı diye bakmadım ben bu kitabı yazarken… İç politikadaki hamleler açısından da baktım. Çünkü aslında dış politika seçim kazandırmaz, ama ona yardımcı olur. Kitabı yazarken TBMM’de de epey çalışma yaptım. O zamanki kapalı oturumların tutanaklarını çalıştım. Bayağı Kerkük-Musul konuşulmuş. Demirel diyor ki: “Kardeşim sen bizi maceraya mı atacaksın?” Özal'ın derdi oraları almak.

Bu amacını gerçekleştirip gerçekleştirmeyeceğini düşünürken Lozan'ın orijinal nüshasını da istiyor değil mi?

İstetiyor, devlet belgelerine inanmıyor çünkü… Gece yarısı kaldırıyor milleti yataklarından “Lozan’ın orijinalini getirin” diyor. Devlet arşivlerinden getiriyorlar. Ancak o zaman ikna oluyor. Çünkü Türkiye'de sağ muhafazakâr, dindar kesimde Atatürk düşmanlığından, Cumhuriyet düşmanlığından da gelen bir şey var: “İsmet Paşa Lozan'da sattı bizi, Lozan'da gizli maddeler var” gibi… Orijinal kopyasına bakınca anlıyor ki, yok öyle bir şey. Ondan sonra ray değiştirmiş gibi yapıyor.

Özal’ın devlet teamüllerini yok sayan birçok eylemi olduğunu da görüyoruz. Kendi ekibine, bakanlarına, bürokratlara vermediği bilgiyi Bush’a doğrudan iletiyor.

Açıkça söylüyor bunu. Bush’a bilgi verince “Aman ben daha burada kimseye söylemedim, sen de söyleme” diyor. Bush da, “Merak etme bir tek güvenlik danışmanı ve dışişleri bakanına söyledim” diyor. Bir başka örnek de Camp David’e gittiğinde yaşanıyor. Bush’la görüşürken isim isim yanına kimleri alabileceğini saydım. Örneğin Washington Büyükelçisi Nüzhet Kandemir var. Almıyor. Engin Güner'i yanına alıyor. Engin Güner de özel kalem müdürü… “Arkadaş Türkiye'yle ilgili bir şey konuşacaksan benle konuş, benim ikinci adamım yok” mesajını veriyor.

Erdoğan’ın tercüman seçimine çok benziyor…

Evet, Erdoğan da bir döneme kadar bunu yapıyordu, “Benim ikinci adamım yok” mesajını gösterdikten sonra artık yanına İbrahim Kalın’ı da alıyor. Aslında mantık aynı.

abd-nin-truva-ati-1087900-1.

Saddam'ın Körfez Savaşı için “Bütün savaşların anası” tanımını yapıyor. O dönemden bu yana Ortadoğu’da sular durulmadı. Önümüzde bir seçim var. Seçime giderken AKP ve Erdoğan hangi adımları atabilir bölgede?

Bütün dünyada bir dönüşüm sürecinin tam ortasındayız. Nereye doğru evrileceği de çok belli değil. Bakarsanız Birinci Dünya Savaşı öncesi koşulları neredeyse yaşıyoruz. Bir yanda tekelleşme düzeyi, bir yanda çok güçlü liderler, bir yanda çok zayıf liderler var. Arada Türkiye gibi olan ülkeler çıktı piyasaya. Aslında Rusya'nın Ukrayna'ya savaşına kadar Türk dış politikası bayağı bir sıkıntıdaydı. Bu savaşla bir fırsat penceresi açıldı ve Erdoğan bu pencereyi iyi kullandı. Yani daha birkaç ay öncesine kadar kaldırtmak istediği, savundukları için amiralleri yargıladığı Montrö'yü uygulamaya soktu. Orada bir dönüşüm oldu. Çok sonuç getirmese de siyasi görüşmeler Türkiye'de yapıldı. Tahıl anlaşması yapıldı. Esir değişimi oldu. O arada Rusya'nın “Türkiye'yi doğalgaz üssü yapalım” çıkışı oldu. Bu fırsatı çok iyi değerlendirdi Erdoğan. Bunlar, Türkiye'ye en aksi tavrı gösteren ABD Kongresi'nde dahi yumuşamalara neden oldu. Bunu iç politikaya yansıtır mı? Yansıtıyor. Bu doğrudan oy getirir mi? Getirebilir. Ancak bu sayede Türkiye'ye para girişi ne kadar olacak ona bağlı. Hayallere gelince çok yüksek perdeden uçuşlar malum. Ama bir de gerçekler var. Hakikaten giren para da var. O paranın çok ciddi bir kısmı Rus parasıdır. Rus parası tamamen oligarklardan oluşmuyor. Rusya'dan buraya fabrikaların taşındığı bir dönemdeyiz. Emlak piyasası alt üst oldu. Paralarını gelip burada arsa, ev alıyor. Bir yandan da Ukrayna'yla muhabbet sıkı... Bu durumda olan tek NATO üyesi de Türkiye oluyor. Şimdi doğru yapılıyor mu? Yanlış yapılmıyor en azından. Rusya-Ukrayna ölçeğinde yanlış yapılmıyor. Rusya'yı saydım ama mesela Azerbaycan'dan da gelen çok ciddi bir kaynak var. Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri biraz frene bastı. Buradaki kilit nokta Benjamin Netanyahu'nun yeniden İsrail’in başına geçmesi… İsrail'le yumuşama sürerse bunun etkisini de görebiliriz. Yunanistan faktörü de başlı başına bir vakadır.

Özal'ın Bush görüşmeleri sonucunda Türkiye için “ABD'nin Truva atı” yakıştırması yapılıyor. Bugün için de aynı risk var mı?

Kesinlikle var. Bu defa Rusya var. Semerkant'a giderken Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Putin'le aramızda müthiş bir güven ilişkisi var” dedi. Türkiye'yle Rusya arasında demiyor. Bu ilişkiler ne kadar kalıcı olur, bilemiyoruz. İktidar kaybedilince bu ilişkiler dağılabilir de…

Özal’ın cenazesine Bush'un gitmemesi gibi…

Gitmedi. Bu burada gördüğümüz bir şey var. Özal'ın o zaman yapmak isteyip yapamadığı hemen her şeyi ve daha fazlasını Erdoğan yapmış durumda. Bu sadece Erdoğan'ın çok daha iyi bir siyasetçi olmasından kaynaklanmıyor. Türkiye'nin ve dünyanın koşulları değişti. O zamanın parametreleriyle karşılaştırmamamız lazım. Erdoğan'ın yaptıkları, başkanlık sistemi dahil, tamamen Özal'ın 30 yıl önce yapmak istedikleri...