Uzun vadede, hem İstanbul’un hem Marmara’nın hem de Türkiye’nin geri kalanının iklim değişikliğinin artıracağı çevre risklerini çalışması ve çeşitli iklimsel ve çevre afetleri için eylem planları hazırlaması, müsilajın yanında diğer beklenmedik doğa olaylarına hazırlıklı olması gerekiyor. Şahit olduğumuz yıkımın sonrasında, Marmara’nın doğal hayatını geri getirmek vicdani bir görev haline geldi.

Müsilaj krizini nasıl aşarız, Marmara’yı nasıl iyileştiririz?

GÖKÇE ŞENCAN
Su Politikaları Araştırmacısı

Daha geçen sene yunusların boğaz kenarında yüzdüğü, pırıl pırıl görünen Marmara Denizi’nde, şimdi yavaş ve can yakıcı bir ekolojik yıkıma şahit oluyoruz. Müsilaj olayı gündemimize yeni girmiş gibi görünse de bir anda ortaya çıkmadı. Kış aylarından beri hem balıkçılar hem de bilim insanları uyarıyordu, fakat bu uyarılar ne haber gündemimizde yer bulabildi, ne de yetkililerin kulağına gidebildi. Çanakkale On sekiz Mart Üniversitesi’nden Doç. Dr. Barış Özalp, Çanakkale Boğazı’ndaki ilk büyük müsilaj olayını kayda geçirmeye başladığında tarih Aralık 2020’ydi. Özalp, Aralık 2020’de yaptığı dalışta bir mercan kayalığı bölgesinde müsilaj gözlemledi. Şubat 2021’de aynı noktaya geri döndüğündeyse, mercanların çoğu ölmüştü. Mart 2021’deki dalışında, şubatta canlı bulduğu mercanları da ölü halde buldu. 30 Mart’ta, Çanakkale’deki müsilaj tekrar yabancı basında haber (https://news2sea.com/mucilage-in-canakkale-strait-became-a-nightmare-for-fishermen/) oldu. Haberde, balıkçıların çok büyük zorluk yaşadığı da vurgulandı. Fakat maalesef bu belirtiler Türkiye’de mayıs başına kadar dikkat çekmedi. Tedbir alarak ve yaklaşan tehlikenin önüne geçerek değerlendirebileceğimiz 3-6 aylık bir süre, bu şekilde kaybedildi.

Çözümleri tartışmadan önce müsilajın nasıl bir biyolojik olay olduğunu ve sebeplerini anlamamız çok önemli. Müsilaja sebep olan plankton dediğimiz canlılar, aslında denizde her zaman varlar ve denizdeki oksijen üretimine katkıda bulunuyorlar. Fakat planktonların besin kaynağı arttığında, sıcaklık gibi diğer koşullar da uygunsa, ani bir nüfus patlamasıyla denizin üst tabakasını tamamen örtebiliyorlar. Bir noktaya kadar “Ne güzel, denizdeki oksijen oranı artıyor” diye düşünseniz de bu planktonlar ölmeye başladığında işin rengi değişiyor. Ölü planktonların çürümesi ve diğer canlılar tarafından parçalanması, denizdeki oksijen miktarının hızlı ve ciddi bir şekilde azalmasına, balık, denizatı, yengeç gibi diğer canlıların adeta nefessiz kalmasına sebep oluyor. Nefessizlikten ölen diğer canlılar da çürümeye başladığında, deniz oksijen kıtlığı açısından bir kısır döngüye giriyor.

Planktonların besin kaynaklarıysa bizim atığımız ve atık suyumuz. Marmara’nın Türkiye’nin en yoğun nüfusa sahip ve en endüstriyelleşmiş bölgesi olduğunu düşünürsek, bu ufacık denize bıraktığımız atık miktarı baş döndürücü cinsten. Marmara’ya bırakılan atık suyun yüzde 70’inin de hiç arıtılmadığı (https://yesilgazete.org/marmara-denizinde-kirlilik-uyarisi-birakilan-suyun-yuzde-70i-aritilmiyor/) daha geçen sene haber olmuştu ve haberde tesislerin mutlaka ileri biyolojik arıtma teknolojisine geçmesi gerektiği belirtilmişti. İleri biyolojik arıtma, denize bırakılan atık suyun “plankton besini”ne dönüşmesine engel olabilirdi.

Sıcaklığın etkisi, atıktan biraz daha karmaşık. Kirli su daha hızlı ısındığından, Marmara Denizi kirletildikçe ısınma kapasitesi de artış gösterdi. Marmara Denizi aynı zamanda görece sığ bir deniz, bu da ısınmayı artıran faktörlerden. Fakat Marmara Denizi’nde özellikle son birkaç yılda, özellikle kış aylarında gözlemlenen aşırı sıcaklık artışı, sadece kirlilikle açıklanamaz. İklim değişikliği sebebiyle tüm dünyanın okyanus ve denizlerinde bir sıcaklık artışı zaten var. Akdeniz Havzası’ysa, dünya üzerinde iklim değişikliğini en hızlı ve en derin hisseden bölgelerden biri. Ve biz bu etkiyi, Akdeniz ve Ege’nin yanında Marmara’da da hissetmeye başlıyoruz. Isınan denizin içinde tutabildiği oksijen azalır. Müsilaj olayı zaten denizdeki oksijeni hızlıca tüketirken, denizdeki oksijen miktarının da zaten sıcaklıktan dolayı düşük olması, olayı şiddetlendiriyor ve deniz hayatının uğradığı zararı da artırıyor.

Peki, bu sorunu nasıl çözeceğiz? Şu anda kısa vadede, acil olarak uygulanabilecek birkaç eylem var. Birincisi, Marmara etrafındaki tüm atık su tesislerinin denize atık salınımını ya durdurması ya salınan atık suyun miktarını olabildiğince azaltması ya da acil olarak atık su tesislerinin ileri biyolojik arıtma sistemlerine geçmesi. İkincisi, özellikle İzmit Körfezi ve Susurlukta yoğun olarak gözlemlenen kirliliklerin kaynaklarının saptanması, yasaları ihlal eden sanayi tesislerine ceza kesilmesi. Üçüncüsü, müsilajın denizin farklı bölgelerinde sebep olduğu potansiyel sağlık tehditlerinin, sudaki patojenlerin yetkili organlar tarafından açıklanması, bu tehdit seviyelerinin düzenli su kalite testleriyle güncellenmesi ve şeffaf veri paylaşımının kriz bitene kadar sürdürülmesi. Müsilajın içinde patojenlerin yaşayabildiğini biliyoruz fakat hangi patojenlerin nerede ve ne yoğunlukta olduğunu bilmiyoruz. Bu ülkenin vatandaşları olarak sağlıkla ilgili bu kadar kritik bir bilgiyi edinme hakkımız var.

Orta vadede, atık su tesislerinin su geri dönüşüm tesislerine dönüştürülmesi üzerine düşünülmeli. İstanbul, geçen kış olduğu gibi zaman zaman kuraklık ve su güvensizliği yaşamakta ve bu Türkiyenin en büyük şehrindeki hayata büyük bir tehdit oluşturmakta. Atık suyu içme suyu standardına dönüştürebilecek teknoloji mevcutken, bu atık suyu Marmara’ya bırakmak yerine geri kazanarak hem İstanbul’un kuraklığa karşı dayanıklılığını artırabilir hem de hali hazırda yüksek standartlarda arıtılmış bir su kaynağının denize geri bırakılarak israf edilmesini önleyebiliriz.

Türkiye’deki çevre standartları olması gerektiği kadar sıkı değil ve bilimsel gelişmeleri takip etmiyor. Bu standartlar, en güncel bilimsel bulgulara göre güncellenmeli, atık üreten işletmeler düzenli olarak denetlenmeli ve kuralları ihlal eden işletmelere caydırıcı cezalar kesilmeli. Marmara etrafındaki tarımsal faaliyetlerde kullanılan gübre ve ilaç miktarlarına kısıtlama getirilmeli, gübresiz ve ilaçsız organik tarım hibelerle desteklenmeli.

Uzun vadede, hem İstanbul’un hem Marmara’nın hem de Türkiye’nin geri kalanının iklim değişikliğinin artıracağı çevre risklerini çalışması ve çeşitli iklimsel ve çevre afetleri için eylem planları hazırlaması, müsilajın yanında diğer beklenmedik doğa olaylarına hazırlıklı olması gerekiyor. Şahit olduğumuz yıkımın sonrasında, Marmara’nın doğal hayatını geri getirmek vicdani bir görev haline geldi. Denizimizin iyileşebilmesi ve biyoçeşitliliğini geri kazanabilmesi için, kapsamlı bir ekolojik restorasyon planı hazırlanmalı ve ekolojik restorasyon Marmara’daki kirliliği azaltmaya yönelik planlamaya dahil edilmeli. Bu ekolojik restorasyonun başarıya ulaşması, Marmara’ya has canlıların en kısa zamanda geri gelebilmesi ve denizin iyileşebilmesi için ekolojiyi yıpratacak denizcilik faaliyetleri deniz eski haline dönene kadar ya durdurulmalı ya da sıkı bir şekilde denetlenmeli. Evlerini ellerinden aldığımız sayısız canlıya, denizin içindeki komşularımıza, en azından bu kadarını borçluyuz.

Son olarak, ufak hesaplarla günü kurtarmaya çalışıp sırf maliyet azalsın diye insanlarımızın sağlığını ve doğayı feda etmeyecek, karar verirken bilimsel bulguları göz önünde bulunduran, insan refahını ve doğayı önceliklendiren yöneticilere ihtiyacımız var. Müsilaj gibi tehditler ilk ortaya çıkmaya başladığında, 3-6 ay gibi kritik bir süreyi kaybetmeden eyleme geçecek, krizlere hazırlıklı yöneticilere ihtiyacımız var. Sadece müsilaj gibi doğrusal ve çözümü bilinen bir doğa olayına değil, aynı zamanda iklim değişikliği gibi çok daha karmaşık, çok katmanlı ve varoluşsal bir tehdide karşı da hazır olabilecek, bilimi karar mekanizmaların merkezine oturtacak ve bilimin ışığında politika üretecek yöneticilere ihtiyacımız var. Yoksa Marmara Denizi iklim değişikliği ve çevresel yıkım karşısında kaybettiğimiz son zenginlik olmayacak.