İngiltere dünyanın en büyük ikinci silah satıcısı ve Suudi Arabistan ülkenin en sadık müşterilerinden biri. Bu da demek oluyor ki, Krallığın işlediği suçlara alet olan her mermi için İngiltere’yi de sorumlu tutmalıyız. Değişim için İngiltere sınırları içinde de çaba göstermeliyiz

Müslümanlar Suudi zulmüne karşı çıkıyor

Malia Bouattia

Yılın o zamanı geldi ve Hac sezonu açıldı. Dünyada milyonlarca Müslüman İslam’ın beş şartından biri olan Hac görevini yerine getirmek için Suudi Arabistan’a doğru yola çıktı bile. Fakat Avustralyalı film yapımcısı Faraaz Rahman ve Amerikalı Ani Zonneveld gibi bazı insanlar, Suudi Arabistan’ın insan hakları ihlallerini protesto etmek için boykot çağrısı yapıyorlar.

Dünyadaki tüm Müslümanlara sesleniyor ve krallığın faaliyetlerini dolaylı olsa da finanse etmeme çağrısı yapıyor, bu tepkiyi tüm Müslüman dünyasına yaymaya çalışıyorlar.

Çocukluk yıllarımda Suudi Arabistan’a yönelik eleştiriler daima kapalı kapılar ardında konuşulurdu ve eleştirel görüşlerinizi alenen dile getirmeniz, İslami görevinizi yerine getirmenize engel olabilirdi.

Fakat son zamanlarda Suudilerin işlediği suçlar gün yüzüne çıktıkça, Müslümanların ve gayrimüslimlerin tepkileri de gitgide görünür oldu. Bunu krallığın son zamanlarda giriştiği faaliyetlere bağlayabiliriz. İşlediği suçlar, üstü örtülemeyecek kadar büyük.

Suudilerin Yemen’de açtıkları savaşın etkilerine gündelik olarak şahitlik ediyoruz. Milyonlarca insan açlıktan ölüyor, salgın hastalıklarla mücadele ediyor ve bir yandan da ülkelerinin altyapısının yerle bir edilişine tanıklık ediyor.

Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın İstanbul’da öldürülmesi dünyanın görmezden gelemeyeceği kadar önemliydi çünkü ülkenin eleştirel seslere tahammülsüzlüğünü ortaya koyuyordu. Suudi liderler için işkence, zorla kaybedilme ve idam cezaları sıradan birer uygulama.

Haccı boykot etmek...

Tüm bunlara ek olarak, Suudi Arabistan’ın Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da 2011 devrimlerinden bu yana yürüttüğü devrim karşıtı faaliyetler, Suudilerin diktatörleri destekleyen ve demokrasi yanlısı toplumsal hareketleri baskılayan politikasını da gözler önüne serdi. Bu yaklaşımı Sudan’daki barışçıl gösterilere yönelik askeri girişimlerde bir kez daha gördük.

Krallık, Filistinlilerin özgürlük talepleri karşısında da tepkisizliğini koruyor.

Suudi Arabistan’ın uzun ‘günahlar’ listesini şöyle bir düşününce, kişinin Müslümanlık görevini yerine getirmek için bu ulvi yolcuğa çıkması epey bir zorlaşıyor. Zalimlere karşı sesini yükseltmek ve adalet için mücadele etmek de Müslümanlık görevi değil mi?

O halde ülkenin hac endüstrisinden senelik yaklaşık 12 milyar dolar gelir elde ettiğini göz ardı etmemeliyiz. Yani hac görevinizi yerine getirmeniz, Suudi rejiminin finansal gücüne güç katacaktır. Bunu görmezden gelmeniz, doğru olmadığı anlamına gelmez.

Tabii suçu dini görevini yerine getirmeye çalışan 1,6 milyar Müslümana atacak değilim çünkü bu sistemi inşa eden ve sürdüren de yine aynı rejim. Krallık, hac görevini ve insanların harcadığı parayı kendi meşruiyetini pekiştiren bir araç olarak kullanıyor. Yine de bir noktada şu soruyu sormalıyız: şahsi Müslümanlık görevimiz, kolektif varoluş sebebimizin önüne geçebilir mi?

Haccın boykot edilmesini savunan hareketi anlamamız ve yaptığımız seçimlerin sonucunu kavramamız da ruhani bir görev. Müslüman kurumlar da burada muafiyet sahibi olmamalı. Tanınmış Müslüman din âlimi ve Libyalı müftü Sadık el-Garawani, kısa süre önce yaptığı bir açıklamada hac görevini yerine getirmek için verilen paraların “Suudilerin Müslümanlara karşı işlediği suçları finanse ettiğini” söyledi. Garawani, haccı boykot etmenin dini bir görev olduğunu düşünüyor.

Bu denli önemli bir kişinin Sünni dünyasında böyle bir tartışmaya katılmış olması, dini dünyamızdaki siyasi dengelerin değiştiğini gösteriyor.

Suç ortakları çok

Tabii bir de Batı’nın suç ortaklığına değinmek gerek. İngiltere’den ABD’ye birçok ülke Suudi rejimin gücünü pekiştirmesinde önemli rol oynadı. Özel ticaret anlaşmaları, diplomatik ilişkiler, devasa silah satışları belgelerle kanıtlanmış suçlara rağmen sürüp gidiyor.

İngiltere dünyanın en büyük ikinci silah satıcısı ve Suudi Arabistan ülkenin en sadık müşterilerinden biri. Bu da demek oluyor ki, Krallığın işlediği suçlara alet olan her mermi için İngiltere’yi de sorumlu tutmalıyız. Değişim için, İngiltere sınırları içinde de çaba göstermeliyiz.

Bu görevin büyüklüğü bizi ürkütebilir ve galibiyet imkânsız görünebilir fakat dünyada sayısız insan mücadeleye baş koymuş durumda. Gerek dini inançları, gerek siyasi görüşleri sebebiyle olsun, aktivistler dünyanın dört bir yanında ayağa kalkıyor ve harekete geçiyor.

Silah Ticareti Karşıtı Hareket (CAAT) kısa süre önce önemli bir başarıya imza attı. İngiliz Temyiz Mahkemesi, Suudilerin Yemen’de sivillere karşı kullandığı silahların İngiltere tarafından satılmasının hukuksuz olduğuna hükmetti. Diğer bir başarı da İşçi Partisi içindeki aktivisitlerin, iktidar partisinin İsrail ve Suudi Arabistan’a yönelik silah satışlarını durdurması gerektiği yönündeki önergesiydi.

Harekete geçersek değerlendirebileceğimiz farklı faaliyet alanları var. Baskıyı mümkün olduğunca fazla kanaldan, aynı anda kurmalıyız. Tek bir şeyden emin olabiliriz: hangi stratejiyi benimsersek benimseyelim, kendi hükümetlerimiz, dini kurumlarımız ve kutsal görevlerimiz ile Suudi Arabistan Krallığı’nın yıkıcı ve ölümcül faaliyetleri arasından doğrudan bir bağ var.

Dolayısıyla vicdan sahibi insanlar olan biz Müslümanlara, elimizdeki tüm imkânları kullanma ve bu düzenin sürüp gitmesine engel olma görevi düşüyor.

Çeviren: Fatih Kıyman
Kaynak: The New Arab