Türkiye’nin Misak-ı Milli hevesinin bir türlü bitmemesinin altında yatan nedenlerden birisi herhalde ‘milli tarih’ adı altında ezberletilen hurafeler olmalı. O yüzden de her devrin başbakan ve cumhurbaşkanlarından ve sıra sıra bakanlarından ‘şu Musul ve Kerkük aslında bizim olmalı’ demeden ‘Musul ve Kerkük bizim olmalı’ mealinde fantaziler duyuyoruz. Bunu yaparken de tüm dünyaya kulak tıkanıyor. İngiltere gibi, ‘dünyanın o kadar da ileri olmayan demokrasilerinde’ 10 yıldan fazla bir süredir Irak’ın işgali hataydı, yasadışıydı, faydadan çok zarar verdi ve benzeri argümanlar duyarken güzel ve yanlız Anadolu’nun bağrında emperyal fantaziler bitmiyor.
Pek çok uluslararası ilişkiler uzmanının altını çizdiği olasılıklardan biri Türkiye’nin bağımsız Kürt devleti ihtimali karşısında böyle bir strateji güttüğü. Daha önce de bu köşe de yazdığım üzere bu ‘Kürt devleti korkusu’ üzerine strateji kurmak biraz boşa kürek çekmek anlamına geliyor. Böyle bir Kürt devletinin oluşumu için neredeyse herşey hazır ve gözünüzün önünde dururken doğru tavır, bu Kürt devleti ile nasıl birlikte yaşanacağının kurgulanmasıdır. Aksi halde sadece savaş ve çatışma ve sonsuz kayıplar sizi bekler.

Musul’u İslam Devleti’nden kurtarmak her ne kadar anlamlı ve önemliyse de başka bir ülkede askeri müdahale de o derecede tehlikeli. Şu ana dek bu tarz müdahalelerde bulunmuş devletlerin hiçbiri çatışmanın kendi topraklarına yansımasına engel olabilmiş değil. Ancak Musul’da çatışmalar ve devletlerarası atışmalar arttıkça, kaygılanmamız için daha çok nedenimiz olduğunu unutmamalıyız.

Türkiye’nin öteden beri Irak’ın Nineva bölgesindeki, özellikle Musul ve Telafer’deki Türkmen ve Sünnileri koruma çabasında olduğu biliniyor. En azından dış politikanın resmi söylemi bu yönde. Bu bölgenin önemli bir Türkmen azınlığa ev sahipliği yaptığını da biliyoruz. Sayılar konusunda muazzam iddialar ve anlaşmazlıklar olsa da Irak’taki Türkmen azınlığın kabaca yüzde 3 dolayında olduğu tahmin ediliyor.

Irak’ın en büyük azınlık grubu olan Kürtler iki savaş arasında kendilerine görece güvenli bir bölge oluşturdular ve devlet olma yolunda gerekli adımları attılar. Artık sadece ismi konamamış bir bağımsız Kürt devleti söz konusu. Ancak bu devlet aynı zamanda oldukça zayıf ve kırılgan bir mini devlet. Petrol fiyatlarının düşüklüğü, merkezi hükümetle anlaşmazlıklar ve mülteci krizi ekonomik olarak Kürdistan Bölge Yönetimi’nin belini bükmüş durumda. Bu ortamda KBY’nin en son ihtiyacı olan şey Musul üzerinden Irak ve Türkiye ile çatışmaya girmek. Ancak bu konuda da kontrol mini Kürt devletinin elinde değil. Bunu daha ziyade güney ve kuzey komşularının ne kadar çıldırdığı gerçeği belirleyecek.

Musul meselesinin bir başka boyutu da tabii ki hali hazırda devam eden kaç göç. İran ile savaştan bu yana Irak’ın azınlıkları ciddi sayılarda göç verdi. Kürtler, Türkmenler ve Asuriler binlerle göç etti ve Irak mülteciler listesinde yıllardır ilk beşte yer alıyor. 2004 yılında Irak’ta yaptığımız nüfus ve göç araştırmasında da Türkmenlerin Iraklı Araplara oranla bir kaç kat daha fazla yurtdışına göç oranına sahip olduğunu görmüştük. Üzerinden geçen 12 yılda bu yüksek göç oranının düşmesi için maalesef pek bir neden ortaya çıkmadı. Hatta durumun daha da kötüleştiği söylenebilir.

Bu ve benzer azınlıklar için ciddi bir varoluş tehditi olduğu ortada, ancak Türkmenlerin Türkiye’nin hamiliği konusunda tahmin edildiği gibi bir arzuları olduğundan emin değilim. Türkmen gruplar yıllardır siyasi olarak Türkiye’nin pek yanında durmadı ve daha ziyade ülke içindeki Şii ve Kürt dengeleri arasında konum aldılar. Yani oralarda, Türkiye tarafından kurtarılmayı bekleyen bir azınlık olmayabilir.

Musul’u kim kontrol altına alırsa alsın Musulluları bekleyen çok seçici bir dizi göç bekleyebiliriz. Yukarıda bahsettiğim azınlık göçleri, daha doğrusu azınlıkların daha fazla göçe maruz kalmasına pek çok örneğimiz var. Saddam dönemi Irak’ta Kürtler, Türkmenler ve diğer azınlıklar, Türkiye’den göçlerde Kürtler ve Aleviler, Fas’ta Berberiler bunların başında geliyor. Azınlık gruplar demokratik teamüllerin pek oturmadığı ülkelerde ya doğrudan baskıya maruz kalıyorlar ya da orta ve uzun vadede temsil edilmeme sıkıntısı üzerinden güvensizlik duygusu geliştiriyor. Bu durumun bir çaresi de göç etmek oluyor. Çatışmanın şiddeti göçün yoğunluğunu da belirliyor.
Irak ve Suriye bugün bu çatışma göçleri listesinin en tepesinde oturuyorlar. Türkiye 2000’lerin başında bu listenin tepesine yakın bir yerde duruyordu ve bugün yeniden canlanan Kürtleri siyasetin dışına itme çabası önümüzdeki yıllarda Türkiye’nin yine aynı yere gelmesine yol açacak. Zaten bir türlü ‘güvenli ülke’ olamayan Türkiye bir kez daha başka bir mecraya sürükleniyor. Bir soru işareti yeniden ateş altında kalan Türkiye’nin Kürtleri, Irak ve Suriye’nin Kürtleri ile birlikte bir kez daha göç yollarına dökülecekler mi?
İyi haftalar ve bol şanslar.