Çürümenin evreleri var. Hangi evresindeyiz acaba? Hangi evresinde olduğumuzu bilmesek de, hiç değilse çürüdüğümüzü biliyoruz, bilmeyenler de var. İnsan bir sürecin içindeyken o süreci nasıl evrelerine ayırabilir ki? Tarihi dönemlerine ayırmak için o tarihin dışına çıkmak gerekir. Çürümeyi de evrelerine ayırmak için dışına çıkmamız gerekecek. Daha önce defalarca denedik. Çıkışı gösteren okları izlediğimizde döner kapılar çıktı karşımıza. Ve dışarı çıkma umuduyla döner kapılara her girdiğimizde bizi döndürüp yine içeriye bıraktılar. Adı üzerinde, döner kapı; kendi eksenlerinde 360 derece dönebilen kapılar. Çıkış oklarına yenilerini ekliyorlar; onları da deniyoruz; hepsi döner kapı. Umudumuz giderek azalıyor. Henüz nasıl çıkacağımızı bilmiyoruz. Fakat bir çıkış olmalı mutlaka, belki de bir ip. İp bizi, çürümenin labirentinden çıkartabilir mi?


Theseus’un ipi vardı; yarısı boğa yarısı insan Minotauros’u öldürdükten sonra ipe tutunarak labirentten çıkmış ve kahraman olmuştu. Bir çıkış bulacağız elbet, ama bu kahramanın ipi olmamalı. Kahramanlar destanlarda olur ve yarısı insan yarısı hayvan melez yaratıkları, çok başlı canavarları öldürüp parçaladıklarında kahraman olurlar. Oysa öldürdükleri canavar bizzat yaşamdır. Canavar Farsça bir sözcük; “canı var” demek; yaşayan, canı olan her şey. Kahraman yaşama düşmandır; ötekilerden, birleşmelerden, melezlerden nefret eder. Biz yaşamı seviyoruz; yaşatmayı ve yaşamayı. Çürümenin hangi evresinde olduğumuzu hâlâ bilmiyoruz; giderek daha küçük parçalara ayrıldığımıza göre ileri bir evresinde olmalıyız. Ağzımızdaki çürük tadı gittikçe artıyor. Anlaşılan, dışarı çıkmak için çok zamanımız kalmadı. Çözülmez gibi görünen problemleri bile çözebildiğimize göre, durmadan çözülerek küçük parçalar halinde dağıldığımız çürüme sürecini de tersine çevirebiliriz. Mesele, çözümleyerek, bir kahraman gibi, yaşamı daha fazla parçalara ayırmak değil, aksine parçaların arasında bağlantılar, birleşmeler icat ederek çürümekte olanı yeniden hayata döndürebilmektir.

***

Çürüyen, parçalanan maddenin içindeyiz, çözülüp dağılan parçalar. Kendilerini doğanın içine yerleştiren Sokrates-öncesi filozoflar maddenin dilini biliyorlardı. Empedokles doğadaki iki kuvvetten, sevgi ve nefretten söz ederken maddenin diliyle konuşur. Sevgi, çekim kuvveti; parçaları birbirine çekerek bir araya gelmelerini ve birleşmelerin, yeni biçimlerin ortaya çıkmasını sağlayan kuvvet. Nefret ise tam tersi; parçaları iterek birbirlerinden uzaklaşmalarına, çürüyüp dağılmalarına yol açan itme kuvveti. Ve bedenlerin hızla birbirlerinden uzaklaştığı/uzaklaştırıldığı nefret çağından çıkmak istiyorsak, maddenin diliyle konuşmak zorundayız; çekim kuvvetinden başka seçeneğimiz var mı? Tragedyalarda olduğu gibi, sahneye tepeden indirilerek açmazları çözen makina tanrı, Deus ex machina kurtuluş değil, Godot’yu beklemek de. Tepeden indirilen her çözüm, döner kapıdır; dışarı çıkacağımızı umut ederken kendimizi içeride, yapayalnız, çürürken bulmak. Hep denedik, hep yanıldık; hep deniyoruz, hep yanılıyoruz. Yukarıdakilere kalsa çürümeyi önleyecek tek çözüm, tüm bedenleri toptan betona gömmek. Kim ister ki betona gömülmeyi? Mutlaka bir çıkış olmalı.

***

İktidar çıkışlara döner kapılar yerleştirmiş, nefret çoğalsın diye. Döner kapılar iterek çalışır. Yaşamı çürüten şey nefrettir. Nefret kapılarının dışarı çıkışları yoktur; sizi durmadan kendi eksenlerinde döndürürler ve döndürdükçe de daha küçük parçalara ayrılırsınız. Kapıları iterek açmaya alıştık, oysa bazı kapılar çekerek açılır. Çekmeyi denesek? Ludwig Wittgenstein, kapıları çekerek de açabileceğimizi hatırlatıyor: “Kapısı, kendinize doğru çektiğinizde açılan bir odada, itmek yerine kapıyı çekerek açmayı akıl etmediğiniz sürece içeride tutsak kalacaksınız”. Dışarıya, hayata açılan kapılar, çekerek açılan türdendir. Her beden, yeryüzüne açılan ve ancak kendinize çektiğinizde açabileceğiniz bir kapı; birbirlerini açtıkça birbirlerine açılan kapılar. Kapılar açıldığında içeri yeryüzü dolar; kasırgalar, okyanusun dalgaları ve yanardağlar. Hayat karışır içimize ve birden bedenler devrim olur. Birbirimizi açmak ve birbirimize açılmak. Çürüme sürecinden başka türlü nasıl çıkılabilir ki?