Hazal Çamur Doris Lessing’in 2007’de Nobel Edebiyat Ödülü’nü kucaklayan bu kısa romanı, sayfada az pahada ise ağır bir başyapıt. Hem modern insanı hem de çağın gerisinde yaşamayı seçenlerin inançlarını aynı anda acımasız bir başarıyla masaya yatırıyor. Ancak bununla da kalmıyor ve işin içine toplumun en küçük parçası olan aileyi de alarak ortaya mutluluğun ne kadar […]

Mutlu aile yoktur
Hazal Çamur

Doris Lessing’in 2007’de Nobel Edebiyat Ödülü’nü kucaklayan bu kısa romanı, sayfada az pahada ise ağır bir başyapıt. Hem modern insanı hem de çağın gerisinde yaşamayı seçenlerin inançlarını aynı anda acımasız bir başarıyla masaya yatırıyor. Ancak bununla da kalmıyor ve işin içine toplumun en küçük parçası olan aileyi de alarak ortaya mutluluğun ne kadar kırılgan olduğunu gösteren gerilim soslu bir aile dramı koyuyor.

Harriet ve David, çevreleri tarafından eski kafalı olarak görülen ve öyle de olan bir çift. Kitabın geçtiği 60’lar için bile öyleler ve yazar, onları anlatırken ilk yirmi sayfasında karakterlerini hafif bir alaycılıkla anlatmayı ihmal etmiyor. Sonrasını ise toplumun kusurlu bakış açısına devrediyor.

David, baba tarafından zengin, boşanmış bir ailenin iyi eğitimli oğluyken Harriet David’den sınıfsal açıdan daha aşağıda. David, iki aileli yaşamına inat kocaman, mutlu tek bir aile hayal ederek pek çok çocuk istiyor. Harriet ise bunca zamandır onu eleştirenlere doğurganlığıyla kafa tutuyor adeta. Böylece doğum kontrol yöntemleri asla kullanılmadan peş peşe çocuklar gelmeye başlıyor. Ta ki beşinci çocuk Ben’e kadar.

Mutluluğa karşı takıntılı ve onu her şeye karşı muhafaza etmeye çalışan çift bu uğurda aslında en büyük darbeyi mutluluğun kendisinden yiyor. Bazı batıl inançlara sahip olan Harriet’e göre kız kardeşinin son bebeğinin down sendromlu olmasının nedeni kötü giden evliliği ve çiftin mutsuzlukları. Toplumun, kendi koyduğu standartların dışında olana karşı gösterdiği tiksinti bizi ilk olarak down sendromlu Amy ile karşılıyor. Oysa Harriet’in dört mükemmel çocuğu ve tükenmiş bir bedeni var. İşte bu tükenmişliğin son üyesi beşinci çocuk Ben geldiğinde Ben’in nasıl bir çöküşün habercisi olduğunu daha hamilelik evresinde anlamaya başlıyoruz.

Annesi tarafından daha anne karnındayken sevilmeyen, babasının asla çocuğu olarak görmediği şiddet eğilimli, çevreye karşı duyarsız, bedensel olarak aşırı gelişmiş Ben. Roman Ben karakteri ve annesinin yaşadığı süreçler bakımından kült korku klasiği Rosemary’nin Bebeği’ni fazlasıyla hatırlatıyor. Tek farkla: Ben, Şeytan’ın bedene bürünmüş hali değil. Peki Ben ne? Ailesinin düşündüğü gibi bir uzaylı mı? Kendine has türün parçası mı? Yoksa akrabalarının ve babasının hemfikir olduğu ve denedikleri üzere, uyutulması gereken bir çeşit azgın hayvan mı?

Ben, pek çok şey olabilir; ama en çok toplumun çirkin bir aynası. Modern insanın iki yüzlülüğü ve ben bilirimciliğinin, geri kafalı insanların sorumsuzluğunun bir yansıması. Güzel zamanlarda, ışığa üşüşen sinekler gibi, ailenin dar gelirini hiçe sayarak büyük evi dolduran akrabaların işler ters gittiğinde nasıl çekip gideceğinin göstergesi. Doğaya meydan okuyan Harriet ve David’e doğanın bir cevabı. Freud’un ‘toplumun mutlu ailelerle kendini huzurlu hissetmediği’ yönündeki düşüncesinin bir kanıtı. Ve en önemlisi, mutluluk denen olgunun ne kadar kırılgan ve ne derece güvenilmez olduğunun bir tezahürü.

Yazar özellikle bazı yerlerde Ben’in gerçekten bir canavar mı, yoksa bir özel eğitim çocuğu mu olduğu konusunda okuru başarılı biçimde ikilemde bırakıyor. Özellikle Ben’in bazı otizm belirtileri göstermesi ama kitabın geçtiği dönem itibariyle bu kelimenin asla kullanılmaması da eserin okurda yarattığı şüpheyi besleyen cinsten.

Çevirisi Niran Elçi’ye, editörlüğü Hilâl Aydın’a ait olan bu eser tertemiz bir çeviriye sahip. Delidolu Kitap aracılığıyla bizlerle buluşan Nobel Edebiyat Ödüllü Beşinci Çocuk, küçük hacminde büyük sorular ve büyük huzursuzluklar taşıyan, kolay kolay akıldan çıkmayacak bir şaheser.