Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) yaşam memnuniyeti anketi yayınlandı ve BirGün de tabiatı icabı muhaliflik yapıp haberi “Ekonomik kriz mutluluğu azalttı, para önem kazandı” diye verdi. Acaba öyle miydi? Elbette artan bir mutsuzluk durumu da söz konusudur. Mutluyum diyenler bir yılda yüzde 58’den yüzde 53,4’e inmiş, yüzde 4,6’lık bir düşüş var. Mutsuzum diyenler ise yüzde 11,1’den […]

Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) yaşam memnuniyeti anketi yayınlandı ve BirGün de tabiatı icabı muhaliflik yapıp haberi “Ekonomik kriz mutluluğu azalttı, para önem kazandı” diye verdi.

Acaba öyle miydi?

Elbette artan bir mutsuzluk durumu da söz konusudur. Mutluyum diyenler bir yılda yüzde 58’den yüzde 53,4’e inmiş, yüzde 4,6’lık bir düşüş var. Mutsuzum diyenler ise yüzde 11,1’den yüzde 12,1’e yükselmiş. Sadece yüzde 1’lik bir artış! Asıl merak uyandıran mutluyum diyenlerdeki yüzde 4,6’lık düşüş ile mutsuzum diyenlerdeki yüzde 1’lik artış arasındaki farkta yer alan o yüzde 3,6’lık kesim olmalı. Belli ki mutlu veya mutsuz değiller, ama en azından canlarının sıkıldığı aşikâr!

Ayrıca ironik şekilde yüzde 53’lük mutluyum diyen kesim aşağı yukarı Cumhur İttifakı’na denk düşüyor. Üstelik hiç okul bitirmeyenler en mutlu kişilermiş ki bu da denkliği pekiştiriyor.

Anket de zaten mutluluk denilen şeyi körlerin fili tarifine benzetmiş, hani bacağından tutan ağaçtır demiş, kuyruğundan tutan yılan… Zaten öyle bir mutluluk ki kuyruklu yalan.

Mesela kadınlar ve 65 yaş üzerindekiler daha mutluymuş (ne güzel, haberim yok ama ben de mutluymuşum!).

Keşke sadece yaşam memnuniyeti değil sıkıntı anketi de yapılsaydı; yani işsizlik, tekdüzelik, bezginlik vb. sebeplerden doğan ruhsal yorgunluk, cefa, eziyet anketi. Sadece yokluk ve parasızlığın yol açtığı geçim darlığı sorulsaydı. Can sıkıntısı olarak yukarıda yüzde 3,6’lık kesim diye salladığım oran kim bilir kaç kat fazla olurdu.

Geçim sıkıntısı gibi en yaygın olanı can sıkıntısı olmalı. Saraylıların bile mesela seçim anketleri arzuladıkları gibi çıkmadıkça canları sıkılıyordur. Kılıçdaroğlu’nu her dinleyişimizde bizlerin de canı sıkılmıyor mu?

Hele bir de Bakan Pakdemirli “Tüm sığır varlığında Avrupa Birliği’nde birinci sıradayız” demez mi! Hem sığırlar adına mutlu oluyoruz hem sığırlık adına canımız sıkılıyor.

Önder Çelik, Güray Öz ve diğer arkadaşlarımıza Cumhuriyet davasında hapishane yolunun tekrar göründüğünü öğrenince sadece canımız sıkılmıyor, öfkemiz de tavan yapıyor.

Belli ki muhalefetin de hâlâ etkili bir sıçrayışa imkân yaratamadıkça canı sıkılıyor ve can sıkıntısıyla baş edebilmek için bu seçimle de oyalanmayı çare olarak görüyor.

Oysa Heraklit ne güzel demiştir: “Aynı şeyi tekrar tekrar yapmak sadece can sıkıntısı değildir, kontrol etmek yerine yaptığın şey tarafından kontrol edilmektir.”

Ayrıca can sıkanlar, bıkkınlık verenler de canları sıkılanlardan hayli fazladır.

Peki, canımız sıkılıyor derken hangi can sıkılmaktadır?

Can dediğin nedir ki? Pek çok şeydir! Hayattır, güçtür, diriliktir, insanın kendi varlığı-özüdür. Gönüldür. Sevimlidir, sevilendir, şirindir.

Burada can alıcı nokta, can boğazdan gelir diyenlerin derdine derman olmak için can atmak, can çıkmayınca huy çıkmaz inadıyla devrimcilikten vazgeçmemek, faşizmin canı cehenneme deyip canına tak edenlerle canını dişine takarak canlı muhalefete devam etmektir.

Ha, TÜİK anketi diyorduk ya, Evrensel’de Sefer Selvi’nin karikatüründe TÜİK vatandaşa soruyor: “Mutlu musun? Vatandaş: Evet. TÜİK: Neden? Vatandaş: Bedava!”

Yani? Tam da Orhan Veli’nin dediği gibi:

“Bedava yaşıyoruz, bedava;/ Hava bedava, bulut bedava;/ Dere tepe bedava;/ Yağmur çamur bedava;/ Otomobillerin dışı,/ Sinemaların kapısı,/ Camekânlar bedava;/ Peynir ekmek değil ama/ Acı su bedava;/ Kelle fiyatına hürriyet,/ Esirlik bedava;/ Bedava yaşıyoruz, bedava.”