Benim halimi sorarsanız, referandum sürecine girilmesiyle birlikte, kendimi oldukça mutlu ve umutlu hissediyorum. Belki diğer yurttaşlarımız da böyle iyimser bir ruh haliyle anketleri cevaplamışlardır…

Mutluyum mutlusun mutluyuz

Modern yaşamın koşuşturması, stresi, yorgunluğu insanları kestirme arayışlara yöneltiyor. Dertlerden, sıkıntılardan, endişelerden bir an önce sıyrılma umuduyla mutluluk hapları alınıyor, yaşam koçlarının kapıları çalınıyor, “kişisel gelişim” kitaplarından medet umuluyor.

Kitabı son zamanlarda popüler olmuş bir Zen rahibine göre:

Yaşam temponuzu yavaşlatmayı deneyin; düşüncelerinizi hazmedebilmek için sabır gösterin, kendinize fırsat tanıyın; yaralarınızın iyileşmesi, acılarınızın dinmesinin en iyi ilacı olan zamanın hükmünü icra etmesi için beklemeyi öğrenin; ihanet, hayal kırıklığı, kalp incinmelerine karşı arkadaşlarınıza sığının, yiyin, için, derdinizi döküp, yüreğinizi ferahlatın; kendinizi de yormayın, çevrenizdekileri de zorlamayın; tutkularınızın aklınızın önüne geçmesine izin vermeyin; uzun erimli ilişkilerin ancak pilav gibi demlenerek yakalanacağını sakın unutmayın; kimseye haset etmeyin, afişlerdeki bir dilim pizzanın ağzınızda aynı sihirli etkiyi bırakmaması gibi, başkalarının da görünenin aksine, sorunları olabileceğini akıldan çıkarmayın; küçük hayallerle işe başlayın….. Nasihatler böyle sürüp gidiyor….. (The Things You Can See Only When You Slow Down, Haemin Sunim, Penguin Books 2017)

Ne yazık ki güzel sözler, ikna edici telkinler gerçek yaşamın sorunlarını öyle cumburlop çözmüyor. Gelgelelim bu çaresizlik duygusu, “mutluluk” arayışlarını özellikle Batı dünyasında bir endüstri haline getirmiş. İnsanlar bu çaresizlik içerisinde her yıl on milyarlarca doları bu sektöre akıtıyorlar.

Londra Üniversitesi’nden William Davies, Mutluluk Endüstrisi kitabında sektörü masaya yatırıyor. Davies’e göre:
Mutluluk şu anda iş dünyasında çok moda bir kavram. Şirket yöneticileri, insan kaynaklarındakiler, pazarlama araştırmalarındakiler, pazarlamadakiler mutluluk üzerindeki araştırmaların, beyin ve duygular üzerindeki en son bulgularından sonuçlar çıkarmaya çalışıyorlar. Böylelikle çalışanların işe konsantre olamamaları, işten kaytarmaları gibi kronik sorunların çözümüne ve kişilerin dikkatinin özellikle bir reklam üzerinde nasıl yoğunlaşacağına çare arıyorlar. Fakat sırf özel sektör değil, hükümetler ve politika yapıcıları da mutluluk üzerindeki araştırmalardan ve toplanan bilgilerden, söz gelimi emek piyasalarında insanların daha aktif biçimde iş aramaya motive edilmesi için yararlanmaya çalışıyorlar. Pozitif düşünme guruları ve psikolojik danışmanlar da, depresyona ve diğer mental hastalıklara yakalanabilme olasılığı bulunan işsizleri, “davranışsal anlamda aktif hale getirmek” için bu bulgulara bel bağlıyorlar. Tüm amaç insanları daha pozitif düşünmeye, daha pozitif davranmaya çağırmak, daha aktif ve iyimser şekilde iş aramaya yöneltmek. ( www.socialsciencebites.com)

Birçok şirketin, CEO benzeri “tepe mutluluk yöneticisi” istihdam ettiğini, Google’ın firmanın ruhunu canlı tutmaktan sorumlu, bir “moral hocası” bulunduğunu öğreniyoruz. Araştırmalar yetişkin Amerikalıların üçte birinin, Britanyalıların yarısının zaman zaman depresyona girdiğini gösteriyor. (İstatistiklerin Trump ve Brexit öncesini yansıttığını da unutmayın!) Diğer bir bulgu da, ruhsal hastalıklara İngiltere ve ABD gibi gelir ve servet eşitsizliğinin yaygın olduğu ülkelerde, görece daha adil bir paylaşıma sahip İsveç benzerlerinden daha fazla rastlanmasıymış.

Davies’e göre, artık kapitalizm önceden şüpheyle baktığı, “arkadaşlık, duygusallık, yaratıcılık, ahlaki sorumluluk” gibi kavramları, kârını maksimuma çıkarma amacı doğrultusunda seferber etme arayışı içerisinde.

İnsanlar işsizken, sömürülürken, gelir ve servet dağılımı bozuklukları diz boyuyken, bunları düzeltmeden mutluluk şırınga etmek sonuç verir mi? Olumlu yanıtlamak güç, zaten bunalım, depresyon vb. istatistikleri de bizi doğruluyor.

mutluyum-mutlusun-mutluyuz-250786-1.

Bir mutluluk ülkesi: Türkiye
Gelelim Türkiye’ye; ülkenin doğusu ve güneydoğusu Kürt bölgeleri yakılıp yıkılmış; El Bab’dan her gün ölüm haberleri geliyor; tüm yıl, patlayan bombalar, yüreğimizi dağlayan kayıplarla geçmiş; ekonomi üçüncü çeyrekte küçülüyor, işsizlik artıyor, enflasyon almış başını gidiyor, dövizin oynaklığı sürüyor…

Herhalde halkımızın depresyondan beli bükülüyor, içi kan ağlıyor derken; TÜİK’in Yaşam Memnuniyeti Araştırması 2016’nın sonuçları geldi. Şükürler olsun korktuğumuz olmadı, yurttaşlarımızın mutlu memnun yaşamlarına devam ettikleri haberi yüreğimize su serpti!

Mutlu olduğunu beyan eden yurttaşlarımızın oranı 2015’ten bu yana yüzde 4.7 artarak yüzde 61.3’e yükselmiş. Mutsuz olduğunu beyan edenlerin oranı ise, yüzde 11.4’ten yüzde 10.4’e gerilemiş. Kadınlarda mutluluk tavan yapıp, yüzde 64.5’e kadar fırlamış.

Bireylere, ekonomik gelişmelerin üzerlerindeki etkisi sorulunca da tabloda görüldüğü gibi, neredeyse tüm göstergelerin iyiye gittiği görülüyor. İnsanlar daha az borçlanıyor, eğlence/tatil için daha fazla para harcıyor, tasarrufları artıyor, gelirleri artıyor, araba alıyor, yeni işyeri açıyor; mutluluk zinciri iflas edenlerin sayısının artması, tüketilen ürünlerin pahalılanması gibi küçük “tökezlemelere” karşın sürüyor.

Sakın bana, bir iktisatçı olarak, yine TÜİK’in açıkladığı istatistiklerle, “ekonomi daralırken, işsizlik artarken, enflasyon yükselirken”, yani makro göstergeler kötüye giderken, tek tek yurttaşların yaşamları nasıl iyileşiyor açıklayabilir misin?” diye sormayın. Çünkü bilgilerim bu noktada yetersiz kalıyor, durumu yorumlamak beni aşıyor.

Bu konuyu gündeme alan iki meslektaşımızdan, Dünya’dan Alaattin Aktaş, “sakın “mutsuzum” demekten çekiniliyor olmasın” diyerek kuşkusunu dile getiriyor; Hürriyet’ten Uğur Gürses’in şüpheleri ise, OHAL ortamında ankete katılan yurttaşların olumsuz yorumdan kaçınmalarında ve gerçek fikirlerini saklamalarında yoğunlaşıyor.

Benim halimi sorarsanız, şu referandum sürecine girilmesiyle birlikte, kendimi oldukça mutlu ve umutlu hissediyorum. Her geçen gün, 16 Nisan’da bu memleketin “makus talihinin” yenilmesi yolunda adım atılacağına olan inancım artıyor. Belki diğer yurttaşlarımız da böyle iyimser bir ruh haliyle anketleri cevaplamışlardır diye düşünmek istiyorum.

Yanılıyor olabilir miyim? Bence, HAYIR!