Müzik hayatımda her zaman önemli bir yerde. Bu yıllardır hiç değişmedi. Bazen bana soruyorlar “Müziğe nasıl başladınız?” diye. Ben müziğe müzik dinleyerek başladım. Ama gerçek ve bilinçli bir dinlemekten söz ediyorum. Lise yıllarında günde ortalama 3-4 saatimi müziğe ayırırdım. O yıllarda internet, cep telefonu ve dijital platformlar olmadığı için müzik genellikle evlerde dinlenirdi. Bir plak çalabilmek için de asgari seviyede bir ses sistemi ve hoparlör gerekliydi. Bu yüzden hem müziğin duyum kalitesi hem de sessiz bir ev ortamı sadece dinlediğim şarkıya odaklanmamı sağlardı.


Bu sayede müziği tanıdım, sevdim ve onsuz bir hayatın gerçekten de hata olacağını düşündüm. Daha önce sanırım söz etmiştim sevgili Erdal Erzincan katıldığımız bir çalıştayda çok doğru bir tespitte bulunmuştu. İlköğretim kurumlarındaki müzik derslerinin bir enstrüman çalmaktan ziyade iyi müzik dinleme üzerine kurgulanması gerektiğini söylemişti. Zira varsayalım biz çok güzel şarkılar yapıp onu aynı şekilde icra ediyoruz ama karşımızda bunu dinleyecek, -kusura bakmayın- anlayacak kimse yok.

ESTETİK KAYGISI YOK

Nasıl olacak? Özellikle sosyal medyadaki müzik kullanım süreleri saniyelerle sınırlı olduğu için herhangi bir şarkının introsu, A bölümü nakaratı birbirine karışmış durumda. Aslında her şarkının belli bir kurgusu, armonik yapısı, ritmi var -ya da olmalı- ama son zamanlarda sadece ritmik yapı ön planda. Bu dönemi, bu kaotik ortamı en iyi anlatan müzik tarzı hip-hop ve rap. Zaten satış rakamı ve dijital listeler de bunu doğruluyor. Ama bu tarzda müzikalite neredeyse hiç gözetilmemiş. Estetik diye bir kaygı yok. Ve bugünün gençleri -tabii ki hepsi değil- doğal olarak müziği bu zannediyorlar. İçinde arabesk bir motif barındırmayan hiçbir şarkının alıcısı yok ne yazık ki. Sektörde yer edinme şansı da…

Zamanında Müslüm Gürses konserlerinde yaşananları şimdi hip-hop konserlerinde görmek mümkün. Marksist teoride altyapı üst yapıyı belirler diye boşuna söylenmemiş. Bugün, demokratik, ekonomisi güçlü bir hukuk devleti olsaydık inanın bana dinlediğimiz şarkılar da bambaşka olurdu. Bakın bunları yazarken telefonuma bir bildirim geldi. Emin Alper’in “Kurak Günler” filmiyle ilgili. Emin Alper özellikle “Abluka” ve “Kız kardeşler” filmleriyle gönlüme taht kurmuş bir yönetmen. Ülkemizi yurt dışı festivallerde de başarıyla temsil etmiş biri.

KEYFİ YASAKLAMALAR

Son filmi Kurak Günler’in prömiyerini Cannes’da yapmış ve 59. Altın Portakal Film Festivali’nden “En İyi Yönetmen” ödülüyle dönmüştü. Bu hafta gösterime girecek olan bu filmi de büyük bir merakla bekliyorduk. Ama ne yazık ki Emin Alper’in sosyal medyadaki paylaşımında Zeytinli Rock Festivali’ni iptal ettiren, gerici, bağnaz zihniyetin bu sefer de bir sinema filmini hedef aldığını öğrendik.

Bizim müzik sektöründeki keyfi yasaklamalar, iptaller diğer sanat kollarına da sıçramaya başladı. Sinema sanatı dev bir endüstrinin içinde varlığını sürdürebiliyor. Bu karar Demokles’in kılıcı gibi sallandıkça bundan en büyük zararı Türk sineması ve ülke ekonomisi görür. Emin Alper’in açıklamasında en çok şu cümle üzdü beni: “Ne yazık ki, filmimizin başına gelenler, ülkemizde hiçbir başarının cezasız kalmadığının talihsiz bir örneği olmuştur.” Nokta. O zaman bugün vizyona girecek Kurak Günler’e bir biletle de olsa destek olmak hepimizin görevi…