Hayatım boyunca derslerle aram pek iyi olmadı. Birkaçı hariç: Edebiyat, Türkçe, Felsefe... İlkokul ve ortaokulda müzik dersiyle de aram hiç yoktu. Müzik ve matematik arasındaki çok yakın ilişki yüzünden bu dersi de hiç sevemedim. Müziği çok seviyordum ama öğretilme şeklini asla. Hele bizim zamanımızda neredeyse yüzlerce öğrencinin mandolinle aynı şarkıyı tek ses olarak çalması benim için dayanılacak bir şey değildi. Bu yüzdendir ki gittiğim ilk mandolin dersinden sonra tel değiştirme bahanesiyle mandolinimi Ankara Bahçelievler’deki bir müzik mağazasında bırakıp kayıplara karışmam.

İlkokuldaki müzik öğretmenim sıkı durun ünlü edebiyatçı Talip Apaydın idi. O zamanlar tanınmış bir edebiyatçı değildi Talip Hoca. Gazi Eğitim Enstitüsü Müzik Bölümü’nü bitirdikten sonra Ankara Bahçelievler Ortaokulu’nda müzik öğretmenliği yapmaya başlamıştı. Mahallemizin marangozunda yaptırdığı 30-40 cm uzunluğundaki sopaları üzerimizde kırarak öğretmeye çalıştığı kendine has yöntem verimli olamamış, bizlere müziği pek sevdirememişti ne yazık ki… Yıllar sonra Talip Apaydın’ın öykülerini ve romanlarını okuyunca ne kadar şaşırmıştım. Yazar Talip Apaydın ile öğretmen Talip Apaydın bambaşka iki insandı. İnsan; özellikle çocukluğunda yaşadıklarını unutmuyor. Neyse, toprağı bol olsun.

FELEKTEN BİRKAÇ SAAT ÇALDIK

Buralara gelmemin sebebi geçtiğimiz günlerde Türkiye’nin çok önemli eğitim kurumlarından birinin düzenlediği bir müzik yarışmasında jüri üyesi olmamdı. Okulun kendi öğrencileri arasında yapılan bir yarışmaydı bu. Ortaokul ve lise kategorilerinde yaklaşık 20 öğrenci sahne aldı. Sonuçlar da hem bizlerin hem de yarışmayı izleyen öğrencilerin oylarıyla belli oldu. Pırıl pırıl gençleri izlemek ruhumu temizledi. Bu koşuşturmanın içinde felekten birkaç saat çaldım. Yanlış hatırlamıyorsam Erkan Oğur demişti, “Müziğin yarışması olmaz” diye. Aslında ben de buna yakın şeyler düşünüyorum. Çocuklarımızı olabildiğince rekabet ortamından uzak tutmakta fayda var. Bundan çok yıllar önce 2000’li yılların başında TV 8’de -içeriği bugünden bambaşkaydı. Zira sahibi Acun Ilıcalı değil büyük bir holding idi- Yorumsuz diye canlı müzik performansına dayalı bir müzik programı yapıyordum.

90 dakikalık programa zaman zaman tek şarkılık performanslarıyla yetenekli gençleri de davet ediyordum. Bir süre sonra o kadar yığılma oldu ki başa çıkamaz oldum. Ve de bir müzik yarışması yapmaya karar verdim. “Henüz Duyulmayanlar” idi yarışmanın ismi. Jüri üyeleri ise Bülent Ortaçgil, Cem Karaca, Gürol Ağırbaş, Ayşegül Aldinç, Fatih Erkoç, Cumhur Canbazoğlu, Naim Dilmener gibi isimlerdi. Yaklaşık 300 şarkıyı birer CD’ye basarak jüri üyelerine dağıttım.

Ve de jüri üyeleri şarkıları dinledikten 2 hafta sonra elimize 13 kişilik finalist liste ulaştı. Öyle küçük bir ekibiz ki anlatamam. Oğlum Serhan tekniğin başında. Her yarışmacıdan sonra sahneyi yeni sahipleri için hazırlıyor. Sesin başında Adem Çağlayan var. Yönetmenimiz de Yorumsuz’da olduğu gibi yine Özgür Öztürk. Playback ya da yarı play back tabii ki yok. Her katılan solist ya da grup kendi şarkısını canlı olarak icra ediyor. Yarışmada “Sonuç ve arkadaşları” isimli Sakaryalı bir grup birinci olmuştu. Şarkı Sonuç Mühürdar’a ait “Sen Olsam” idi. Bu ekiple dostluğumuz hâlâ devam ediyor. Bu yarışma öyle çok büyük bir ses getirmedi ama hâlâ farklı şehirlere konserlere gittiğimde yanıma gelip “Burhan ağabey biz de Henüz Duyulmayanlar’ a katılmıştık” diyen profesyonel müzisyenleri görünce içimi bir sevinç kaplamıyor değil. Ama yine de müziğin yarışması olmaz diyelim biz…