Hasan Saltık arşivci eşsiz bir müzik insanıydı. Kültürlerarası etkileşimler onun başlıca ilgi alanını oluşturuyordu. Manifaturacılar Çarşısı’ndaki küçücük mekânı, müzisyenler ve araştırmacılar için bir cennetti.

Müzik ve sinema tarihine yolculuk

Ülkemizin müzik zenginliğini ortaya çıkarmakla kalmayıp, değerlendiren ve evrensel kültür dünyasına tanıtan bir büyük araştırmacıyı yitirdik. Hasan Saltık’ın bitmek tükenmek bilmeyen enerjisine, araştırmacı kimliğine, yardımseverliğine her zaman saygı duymuşumdur. Türkiye müzik tarihi üstüne araştırmalar yapan akademisyen dostların da bu saptamaya katılacağını sanırım. Türkülerimiz üstüne araştırmalar yapan Bela Bartok’tan Muzaffer Sarısözen’e pek çok müzisyen oldu, ama hiçbiri Hasan Saltık kadar etkili olmadı, müzik kültürümüzün zenginliğini bize ve dünyaya tanıtmakta… Siyasal iktidarın bu önemli kültür insanının Kartal Cemevi’ndeki cenaze törenine katılmadığını öğreniyorum, bu satırları yazarken. Şaşırmıyorum…

HASAN SALTIK’A SAYGI

Araştırmacı olduğu kadar, arşivci, yayıncı yönleriyle eşsiz bir müzik insanı idi. Kültürlerarası etkileşimler onun başlıca ilgi alanını oluşturuyordu. Manifaturacılar Çarşısı’ndaki küçücük mekânı, müzisyenler ve araştırmacılar için bir cennetti. Her gidişimde yeni bir albümün hazırlığı içinde bulurdum. Genç müzisyenlere, unutulmuş değerlere kol kanat germek, başı sıkışana yardım etmek onu mutlu ederdi. Eşi Nilüfer Saltık da bu serüvende ona destek oluyordu. Birlikte gerçekleştirdikleri projelerden biri, “Pera Güzeli: Laterna”yı PERA Fest’te göstermiştik. Şimdi, İzmir’de yeni bir festivale başlarken, Hasan Saltık’ı bu belgeselle anmak istiyorum.

Hozat doğumlu Hasan Saltık’dan geriye muazzam bir arşiv ve önemli bir kültür kuruluşu kaldı: KALAN Müzik. Ailenin bu görkemli mirasa sahip çıkacağından yana hiç kuşkum yok. Kürt, Ermeni, Süryani, Laz, Yahudi müziklerinin kenarda köşede kalmış, unutulmuş müziklerini bulup çıkartır, dünya kültür mirasına hediye ederdi Hasan Saltık. 1992’den bu yana yüzlerce albüm yayınladı. Gomidas’tan Aşık Veysel’e, Münir Nurettin Selçuk’tan Tahtacı Türkmenlere, Cihat Aşkın’dan Neşet Ertaş’a, Erkan Oğur’dan Sema Moritz’e, Grup Yorum’dan Kardeş Türküler’e, Fuat Saka’dan Necdet Yaşar’a, Rembetika’dan Harman’a, Dede Efendi’den Yansımalar’a…

KALAN MÜZİK albümlerinin genç kuşaklara kazandırdığını, ne anlı şanlı üniversitelerimiz, ne de koskoca TRT kurumu yapabildi. TRT’nin başlıca görevi, yaptırdığı derleme çalışmaları sonucu ortaya çıkan farklı kültürlere ait türküleri Türkçeye uyarlamaktı. Ne yazık ki, pek çok sanatçı bu kültür hırsızlığına alet oldu. Bu türküleri gerçek sahipleri ile buluşturmak Hasan Saltık’ı mutlu ederdi. Yaptığı işi, müzik arkeolojisi olarak değerlendirmek yanlış olmaz. Keşke, kültürün farklı alanlarında benzer çalışmalar yapılabilse…

SİNEMANIN ARKEOLOJİSİ

Sinemamız, diğer sanat dallarına oranla çok genç bir sanat dalı olmasına karşın tarihini koruyabilmiş değil. Yangınlarla sinema tarihimizin önemli bir bölümü kül oldu gitti. Aslında, Hasan Saltık’ın müzikte yaptığının bir benzerini, sinemada Sami Şekeroğlu yapabilirdi. Ne var ki, bürokrasinin çarkları arasında aynı performansı göstermek mümkün olmadı. Şekeroğlu’nun Güzel Sanatlar Akademisi öğrencisi olduğu yıllarda kurduğu Kulüp Sinema 7’den, Sinema-Televizyon Enstitüsü’ne uzanan mücadelesi, önemli bir arşiv oluşmasını sağladı. Yapımcıların büyük kısmı negatiflerini bu kuruma vermekte tereddüt etmedi. Ama, bu arşivde kaç film var, negatiflerin ne kadarı temizlenip, dijital ortama aktarılabildi? Bu soruların yanıtını bilene rastlamadım. Çünkü, arşivini kıskançlıkla sakladı Şekeroğlu. Elbette, iyi niyetle arşivi korumak adına yapıyordu bunu, ama dünyada böyle çalışan bir başka film arşivinin olmadığını biliyoruz. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nin yeni rektörünün Şekeroğlu’nun ekibini de Enstitü’den uzaklaştırıp, tüm yetkileri kendisinde topladığını duyduğumda, Enstitü’nün geleceği adına üzüldüm gerçekten. Bu ortamda, sinemamızın pek çok yapıtını temizleyip, dijital ortama aktaran Fanatik Film Video’nun sahibi Nejdet Arkın’ın ve her yıl bir klasik yapıtın onarılmasını sağlayan İstanbul Uluslararası Film Festivali’nin çabaları daha da önem kazanıyor. Keşke, bu alana destek verecek, sponsor olacak kurumların sayısı artsa…

SİNEMA MÜZELERİ

Sözün burasında, sinemamızın kayıt altına alınmasında büyük emeği geçen Agah Özgüç’e teşekkür etmek isterim. Onun titiz çalışması olmasaydı, artık hiçbir yerde izine rastlanamayan binlerce filmin künyelerine, fotoğraflarına nasıl ulaşacaktık? Elbette, Nijat Özön’ün, Alim Şerif Onaran’ın, Türk Sineması Araştırmaları (TSA)’nın sinema tarihimize yönelik çalışmalarının değeri büyük. Türker İnanoğlu’nun mütevazi müzesinden sonra Kültür ve Turizm Bakanlığı da bir Sinema Müzesi açtı geçenlerde. İstanbul’a gitmediğim için bir yorumda bulunamam, ama bir başka Sinema Müzesi’nin daha kurulacağı müjdesini İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer açıkladı.

İzmir’in en eski sinemalarından biri olan Yıldız Sineması’nı satın alan Büyükşehir, bu mekânın restorasyonunu yaptırıp, ‘Sinema Müzesi’ne dönüştürecek. Mimar-yazar Orhan Beşikçi’nin yol göstericiliğinde satın alınan bu tarihi mekânın yanı başındaki Bıçakçı Han’ın da bir Kültür-Sanat Merkezi olarak işlevlendirilmesi kente önemli bir armağan olacak. Bu mekânda, Yıldız Sineması’nda bulunan malzemeler, afişler sergilenecek çok yakında, Büyükşehir’in Kültür Sanat Daire Başkanlığı çalışanlarının ve sinema hocaları Zuhal Çetin Özkan (Dokuz Eylül Üniversitesi) ile Dilek Kaya’nın (Yaşar Üniveristesi) emekleri sayesinde.

İzmir’deki sinema müzesi bir makine deposu olmayacak elbette. Sinemamızın arkeolojisine ve günümüz sinemasına ilişkin belgeleri derleyecek, yayınlar yapacak, aynı zamanda da etkinlikleri, film gösterimleri ile sinema kültürünün yaygınlaşmasına hizmet edecek çağdaş bir müze olacak. Tek başına Burçak Evren’in arşivinin bile, Türkiye Sineması Bilgi-Belge Merkezi oluşturabilecek bir zenginliğe sahip olduğunu biliyorum. Türkiyede ses stüdyolarının öncülerinden Necip Sarıcı dostumuzda bir müzeyi dolduracak kadar malzeme var. Kim bilir daha kimlerde neler neler var… Bundan sonrası, elbirliği ile kotarılacak…

SİNEMANIN SERÜVENİ

Sinema kültürünün yaygınlaşmasında sinema yazınının, dergilerin rolü büyüktür. Ne yazık ki, pek çok sinema dergisi artık yayınlanmıyor. Ya da, üç-dört ayda bir sayı yayınlanıyor. Aylık yayını -dijital ortamda da olsa- sürdürebilen Sinema Dergisi Altyazı’ya bir destek kampanyası başladı. Sinemaseverlerin, derginin sitesine girerek bu kampanyaya omuz vermelerini dilerim. Bu hafta, derginin basılı özel sayılarından biri (Mayıs-Ağustos sayısı) yayınlandı. “Sinema Tarihinde Devri Alem” başlıklı 20. Yıl Özel Sayısında sinema tarihinin 200 başyapıtı yer alıyor, derginin genç eleştirmen kadrosunun elinden çıkmış eleştiri yazılarıyla…

Sinemanın doğuşu ve sessiz dönemden 1930-45 döneminin gelişen endüstri-olgunlaşan türlerine, yeni gerçeklerden (46-60) gelenekle hesaplaşmaya (60-67), oradan ‘isyan-devrim-uygarlık yıllarına (60-70), 80’lerin ‘neoliberal dünyasından (80-89) duvarın ötesindeki sinema’ya (90-99) ve 2000’lerin dijitalleşen sinemasına uzanan bir serüven izlenebiliyor bu 200 film aracılığı ile… Kategorilere katılmayabilirsiniz ya da bazı filmlerin bu listede yer almayı hak etmediğini düşünebilirsiniz, ama Amerikan ya da Avrupa sinemalarına odaklanan pek çok yayından farklı olarak, dünya sinemasının bütünlük içinde kavranmasına imkân verecek tutarlı bir seçki olduğunu görmezden gelemeyeceksiniz.

Özel sayının sponsoru MUBI’yi kutlamak isterim, yalnızca bu sponsorluğundan ötürü değil, platformda sinema klasiklerine yer vermesinden ötürü. Pek çok kanalın uzağından bile geçmeyeceği nice başyapıtı MUBI’de izlemek mümkün. Gerçek anlamı ile bir Sinema Müzesi/Sinematek’ten yoksun ülkemizde büyük bir boşluğu tek başına dolduruyor. Keşke, yerel yönetimlerle işbirliği yapıp, etki alanını genişletmenin yollarını arasa…