Dünya yeni bir savaşın eşiğinde mi diye kaygılanırken savaşın muhatabı iki ülkenin devlet başkanlarının kariyerleri de sorgulanmaya başlandı.

Kimilerine göre Putin kariyeri açısından mükemmel bulunurken Zelenski ise siyasetten çok uzak bir alandan oyunculuk ve yönetmenlikten geldiği için hafife alındı. Ama şu anda Putin mi Zelenski mi diye sorsak eminim açık ara Zelenski öne çıkacaktır.

Burada savaşın gerekçesinden söz etmiyorum zira savaşın, bir ülkeyi işgal etmenin insanları öldürmenin haklı ya da haksız bir gerekçesi olamaz.

Belki Rusya’yı hâlâ Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği sananlar için vardır ama benim için yok. Bildiğimiz gibi bir oyuncu, yönetmen ve senarist Volodomir Zelenski. Ve de 2019 yılında cumhurbaşkanlığı 2. tur seçimlerinde halkın yüzde yetmiş üç oyunu alarak seçildi bu makama. Sanatçıların kamuoyundaki gücünü kimse hafife almasın.

“Sen sanatçısın sanatınla ilgilen siyasetten sana ne” diyenlere en güzel yanıt aslında Ukrayna Cumhurbaşkanı’nın kariyeri.

Zelenski’nin 17 yaşından beri sürdürdüğü oyunculuk kariyeri 2015 yılında ‘Halkın Hizmetkârı’ adlı televizyon dizisiyle bambaşka bir boyut kazandı. Dizide canlandırdığı karakter, bir viral videoda yolsuzluk karşıtı açıklamalar yaptıktan sonra Ukrayna Cumhurbaşkanlığı seçimini kazanan otuzlu yaşlarında bir lise tarih öğretmeniydi. Dizide canlandırdığı karakter o kadar sevilmesine yol açtı ki dizinin adıyla kurduğu siyasi parti onu bu günlere taşıdı. Ülkesini seven her sanatçı tam tersi siyasete uzak ve duyarsız kalmamalı. Bizim sadece Kültür ve Turizm Bakanlığı ile ilgili değil, İçişleri, Adalet, Milli Eğitim, Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği, Aile ve Sosyal Güvenlik bakanlıklarıyla da iletişim halinde olmamız gerekir. Haksız yere hapiste olan bir gazeteci, bir yazar, bir iş insanı’nın mağduriyeti bizi ilgilendirmezse, tacize uğrayan, dayak yiyen bir öğrenciyi görmezden gelirsek, zeytinlik alanlara maden ruhsatı verilmesine, sadece rant için yapıldığı açık olan Kanal İstanbul’a dur demezsek, çocuk yaşta kızların evlenmesine, kadın cinayetlerine karşı çıkıp İstanbul Sözleşmesi’nin yanında yer almazsak yaptığımız şarkıların ne önemi var?

Bu ülkede gördüğümüz yanlış uygulamalara, haksızlıklara, adaletsizliklere, çevre katliamına ses çıkarmayacaksak, her şey güllük gülistanlıkmışçasına -Daniska’nın şarkısındaki mış gibiyaparak nasıl varlığımızı sürdüreceğiz insan olarak?

Bakın geçen gün sağlık bakanımız açıklama yaptı. Ve pandemi yüzünden alınan önlemlerin ve kısıtlamaların büyük ölçüde kaldırıldığından söz etti.

Ama müzik yasağı hâlâ devam ediyor. Gece 24.00’dan sonra canlı müzik performansına hâlâ izin yok. Önümüzde yaz sezonu var. Turizmcilerin, kafe, bar, restoran ve otellerin çalışma saatlerini daha uzatıp cirolarını artırabilmeleri için, canlı müzik saatlerinin ruhsatlarına göre düzenlenmesi şartı mutlaka hayata geçmelidir.

Düşünsenize bir mekâna dünyanın parasını vermişsiniz ve de diyelim bu mekân ‘hassas nokta’ denilen yerleşim yerlerine çok uzak, ruhsata göre 02.00 ya da 04.00’a kadar canlı müzik izniniz de var. Tüm yasaklar kalkıyor ama pandemi hâlâ eski seyrindeymişçesine müzik kısıtlaması devam ediyor. Bunun acilen, bir an evvel düzeltilmesi gerekiyor ki işletmeler ve müzisyenler de yazlık planlarını ona göre yapsınlar.

İki senedir yok olma noktasına gelen müzik sektörünün bu değişime çok ihtiyacı var.

Bu aslında bir ayrıcalık da değil. Her müzikli mekân ruhsatında yazan saate göre canlı müzik yapsın. İstediğimiz bu. Bunun için bütün müzisyen arkadaşlarımın -özellikle takipçisi çok olan sosyal medya paylaşımlarında bu konuyu dile getirmeleri özellikle pavyonlarda ve türkü barlarda çalan müzisyenler için çok önemli.

Hadi her şeyi de Haluk Levent’ten beklemeyelim…