Usta müzisyen ve söz yazarı Zafer Cınbıl, ABD’de üretmeye devam ediyor. Cınbıl, “Anlatacak bir hikâyeniz varsa yazabiliyorsunuz. İnsanlar ve ayılar arının yıllarca balını çalıyorlar, o arının isyanına şarkı yazıyorum” diyor.

Müzisyen Zafer Cınbıl BirGün'e konuştu: Arının isyanına şarkı yazıyorum
Fotoğraf: BirGün

Emre YILDIRIM

Balıkesir, Delikanlı, Kara Sevdalı gibi eserlere imza atan Zafer Cınbıl’ı Türkiye’de yakalamışken Balıkesir’den Virginia’ya uzanan sanat yaşamını, yayına hazır yeni albümünü, sanatçılara karşı artan baskı ve şiddet karşısında hissettiklerini konuştuk.

► Öncelikle biraz erken döneme gidelim, bu hisli şarkıların kaynağına… Zafer Cınbıl nasıl bir çocukluk yaşadı ve müziğe olan tutkusu nereden geliyor?

Köy Enstitülü öğretmen anne babanın çocuğu olarak dünyaya geldim. Annem çok güzel, ud çalar ve söylerdi. Hatta öğretmen okulunda konservatuvara seçmişler. Dedem biraz aksi bir lazdı. ‘Kötü yola’ düşer diye yollamamış. Annem çok üzülmüş. Hatta birgün dedem yokken komşunun udunu almışlar, annem başlamış çalmaya… Dedem o gün eve erken gelince görmüş, balta ile paramparça yapmış komşunun udunu. Annemin dediği bir laf var hiç unutmam. ‘Ha bileğimi kesmişti, ha udu kesmişti’ diyor. Çok üzülmüş, komşulara da rezil olmuşlar. Annem müzik tutkusundan hiç vazgeçmediği için evin içinde hep müzik vardı. O zaman da çok enstrüman yok, babam da cümbüş ve mandolin çalardı. Ama ben mandolin sevmiyordum. ‘Daha dün annemizin’den daha güzel şeyler çalmak istiyordum ama gitarım da yoktu. O zamanlar bisikletime atlayıp rüzgârın taşıdığı müzik sesini dinleyerek nerede düğün varsa hisseder ve oraya giderdim. Düğün davetlisi gibi çaktırmadan orkestranın yanına otururdum. Düğün bitinceye kadar onların ellerine bakardım ne yapıyorlar diye. Ama eve dönüp çalabileceğim bir şey yoktu. Sonra ablam çok sevimsiz bir adamla evlendi. Kimse sevmiyordu. Bir gün bana eşi için “bak bunun saçlarını çek, bunun saçları peruk” dedi. Ben de öyle bir çektim ki, adam canının acısıyla bana bir tokat attı. Tokat atınca bütün aile bunu aforoz etti. Sonra gitti bana özür mahiyetinde siyah bir gitar aldı. O gitarla düğünlerde gördüğümü evde çalmaya çalıştım. İşte böyle başladı… 17 yaşına geldiğimde bir düğün orkestrasında eksik eleman vardı. Beni aldılar, orada gitar çalıp şarkı söylemeye başladım. Susurluk'ta oluyordu düğünler. Susurluk’a o zaman gitmek bir buçuk saati buluyordu. Gece saatlerine kadar bekliyordum. Ta ki Sezen Aksu konseri geldi… O zaman onları dinleyince ‘başka bir dünyada olduğumu anladım’ dedim. Sonrası İstanbul. Bir valizin içine amfimi, yatak, yorgan ve yastık koydum, kapattım kapağını. Bir arkadaşımın evine gittim İstanbul’da. O da Turgay'ın Tavernası’nda şarkı söylüyordu. Orkestrayı dinleyince moralim bir kez daha bozuldu. O gün gitarı bıraktım çünkü yanlış öğrenmiştim. Bas gitar çalmaya karar verdim. Bas gitar buldum. 6 ay çıkmadım evden. Yemeği onunla yapıyorum, tuvalete onunla gidiyorum. Hep elim egzersizlerde. Sonra çok meşhur isimlere çaldım. Düğün salonundan sonra hoşuma gitti meşhurlara çalmak. Öyle bir başladı ki 15 sene çaldım. Aslında konservatuarı birincilikle kazanmıştım. Ancak askere gidip geldikten sonra Konservatuar öylece yarım kaldı. İyi ki de kalmış çünkü bir kalıba sokuyorlardı insanı orada.

► Müzik yaşamınızda ve üretimlerinizde ciddi bir yer kaplayan Kıbrıs’lı yıllar var. Birsen Tezer ile tanışmanız da o yıllara dayanıyor. Nasıl başladı Ada maceranız? Kıbrıs’ta size başka bir kapı açan neydi?

Bir arkadaşım Kıbrıs'a garson olarak gitti. Ben de arabamı yeni satmıştım. Eylül ayları benim için göçmen kuşlar gibi hep bir yere gitme ayıdır. Bazen gittim, bazen gidemedim. Param da vardı. Gideyim Kıbrıs’a bir gezeyim dedim. Yanıma da bas gitarımı aldım, ne olur ne olmaz iş bulurum falan. Çok hoşuma gitti Kıbrıs. Türkiye'de olmayan her şey vardı. Gitar telleri, gitarlar, balık malzemesi, kıyafetler, ayakkabılar… Arabalar çok güzel, insanlar güzel, deniz güzel. Birden başka bir kapı açtı bende. Sonra garson arkadaşım müdüre ‘arkadaşım müzisyen’ deyince ‘e gelsin çalsın’ demiş adam. Haftada beş gün çalmaya başladım orada. Müşteriler yabancı olduğu için İngilizce şarkılar çalıyordum ama İngilizcem de yoktu o zaman. Öyle para kazanmaya başladım.

► Tesadüf mü denir hayat mı, Birsen Tezer ile ilginç bir tanışma anınız var. O günden sonra da bambaşka bir kariyer başlıyor ikiniz için. Nasıl tanıştınız ve sizi yeniden İstanbul’a getiren süreç neydi?

Mehmet Ali’yle biz iki kişi gitar çalıp vokal yapıyorduk. Bir gün Kıbrıs’ta otostop yaparken üstü açık bir arabada saçlarına kurdele takmış sarışın bir kadın uça uça geliyordu. ‘Bu bizi almaz’ dedik birbirimize ama durdu aldı. İndiğimizde Mehmet Ali âşık olmuştu Birsen’e. Biz otostopta öyle tanıştık. Sonra beraber amatör müzik yapmaya başladık. Çok acayip, güzel şarkılar çalıp söylüyorduk. Hepimiz genciz. Başladık provalara. Hiç kötü şarkı çalmadık. Hepsini yazıyoruz, çiziyoruz. Ben söylüyorum, Birsen söylüyor. Birsen’in erkek arkadaşı Murat söylüyor. Bizim çalmaya başladığımız bar tuttu, her akşam ağzına kadar dolu. Kıbrıslı müzisyenler kıskanmaya başladılar, 'bize de bu imkânlar verilse biz de çalarız’ denmeye başlandı. Bir akşam bir kadın geldi bizi dinlemeye. ‘Günay’ın müdürüyüm. Günay’da çalar mısınız?’ dedi. Çok sevindim tabii. Bizim de Ada’da beş senemiz geçmişti. Artık Kıbrıs'tan da sıkılmaya başlamıştık. Evleri boşalttık. Tırlar tuttuk, eşyaları koyduk yıktık göçü İstanbul’a. Günay'ın yazlık yerinde çalmaya başladık. Çok para kazanıyorduk. Sonra ne oldu? İki sene çaldık. İki sene sonra herkes kendi yoluna gitti.

Fotoğraf: Birsen Tezer/Zafer CınbılFotoğraf: Birsen Tezer/Zafer Cınbıl

► Ve sonra uzun yıllardır yaşadığınız Amerika dönemi geldi. Öğrenme ve üretme hevesi size kıta değiştirtti. İlk albümünüz ‘Organik Şarkılar’ da burada çıktı. Çok organik de bir hikâyesi var albüm sürecinin. Velhasıl nereden çıktı Amerika?

Kızımız Deniz doğmuştu. Sabahları erkenden ağlayan bir çocuk. E çok da güzel hayat. Ama hep beş yıldızlı oteller, sahneler. Ben gece üçte dörtte eve geliyordum. Bu şekilde evlilik yürümeyecekti. Dedim ki ben bir stüdyo açayım, kayıt yapayım. O işten de kopmamış olurum. Eşim de eczacı zaten. Bu kayıt işlerini öğrenmek için de en iyi yer Amerika. Ben gidince İngilizceyi çok çabuk öğrenirim diye düşündüm. Öyle değilmiş… Bir de ben o kadar pahalı olduğunu bilmiyordum okulların. Orada mimar bir arkadaşımın yanına gittim. E baktım para yok. Onun yanında çalışmaya başladım. Haftada üç yüz elli dolar veriyorlar bana. Eşim ben de geleceğim dedi. Çocuk da İngilizce okusun öğrensin dedik. Onlar da geldiler. Bu sefer kendim öğrendim inşaat işlerini. Zaten köy enstitülü bir baba ve anne, evde inşaat yapmadan durur mu çocuk? Sabah kalkıyorum inşaata gidiyorum akşama pek halim kalmıyor. Bir de çok az paralar geliyor. Değmezdi.

Müzik çok yapamadım tabii ama evde kendi stüdyomu kurdum. Her şeyi birebir öğrenerek yaptım. Organik şarkılar da o stüdyodan çıktı. Sokaktan müzisyen bulduk, adam para istedi zeytinyağı verdik. Albümde hiç para alışverişi olmadı. Onun için organik koyduk adını. Prodüksiyon yok, para yok. Orhan Atasoy hiçbir şeyi beğenmezdi. Yılların bestecisi. Çok beğendi benim albümü. Kara Sevdalı şarkısına vokal yaptı. Son vokalidir. Ondan sonra da rahmetli oldu. Albümü yaparken ‘benim bunca yıl biriktirdiğim bu kadarmış’ diye düşünüyordum. Sonra çok beğenildi o şarkılar. Sonra dedim ki ‘doğru yoldayım’. Doğru şarkılar yapmaya daha çok dikkat etmeye başladım.

► Organik Şarkılar dendiği zaman Balıkesir şarkısına ayrı bir pencere açmak lazım. Birsen Tezer’in Cihan albümünde de seslendirmesiyle beraber öyle çok sevildi ki, dinlemeyen kalmamıştır sanırım. Şarkının kulaktan kulağa dolanan, dolanırken de farklılaştırılan bir hikâyesi var. Nasıl çıktı Balıkesir?

Ben Türkiye’ye gelemedim yedi sene. Yedi sene sonra havaalanında indiğimde o kadar fena oldum ki. Gözlerim doldu. Çok kötü hissettim kendimi. Neyse Balıkesir'e gittim. Oradan da Başçeşme Mezarlığı’na. Annem ve babam, ikisi yan yana yatıyorlar orada. Mezarlarını görünce, bir de memleket hasreti… Sanki onlar bensiz ölmüş gibi bir şey esti nedense. Her sene ziyaret etsen o yük kalkacak da ortadan… Ve orada “Seni sevdiğimdendir gelirim ben bu yere” sözleri çıktı. Melodisiyle birlikte, olduğu gibi birden çıktı. “Ayaklarım basmaz yere görürüm önümü…’’ Belki bir kelime eklemişimdir sözlere, belki de en fazla iki… Baştan sona mezarlıkta döküldü ağzımdan şarkı. Başçeşme çok da güzel bir mezarlıktır. Gidip dolaşası gelir insanın. Mezarlıktan çıkarken şarkı bitmişti. Normalde önce müziği yaparım. Herkes sözün üstüne yapar müziği. Oldu mu çok güzel oluyor ama yüzlerce de şarkı çöpe gidiyor. Bir şey ifade ederken samimi olmak yetiyor. Başka acayip sözlere gerek yok. İşte Balıkesir de öyle oldu.


► Son dönemde üretilen şarkılara baktığımızda anlamdan ve şiirsellikten yoksun, abartılı aranjmanlar ile karşılaşıyoruz. Sizin üretimleriniz ise oldukça dokunaklı ve şiirsel. Bir kıyas yapacak olursak eskiye göre artık hayatın içinden, insana dokunan şarkılar neden üretilemiyor?

Biz sokakta büyüdük. Ağaçtan düştük, kümesten bitlendik, meyve çalarken yakalandık, sopa yedik… Şimdi gençler apartmanda ellerinde bir tablet ile büyüyorlar. Ve çok özel oluyor yazdıkları şarkılar. Kimseye dokunmuyor. Ya da kendi aralarında anlamı olan şeyler. Daha geniş bir çerçeve ile yazamıyorlar. Çünkü yazacak bir şeyleri yok. Yazanlar mutlaka çıkacaktır. Çok karamsar değilim o konuda. Eminim var ama sayıları çok az. Yaşadıkları çevre mahalle kalmadı. Ne yazabilir ki? Neye yazsın?

► Son dönemde Türkiye’de iktidar tarafından yaratılan baskı ortamının sonucu olarak sanatçıların tutuklanması, şiddet, konser yasakları gibi birçok sorun ile karşılaşıyoruz. Yaşananlar size ne hissettiriyor? Çözümü nerede görüyorsunuz?

Dur ben biraz daha başa gideyim. Cumhuriyet döneminden sonra biz maalesef anahtarı emperyalist ülkelere teslim ettik. Artık onlar bizim için karar vermeye başladılar. İşte Menderes geldi, Köy Enstitüleri’ni kapattı. Özal, ülkeyi yabancı sermaye peşkeş çekti. Çiller, o da aynısı. Yani bizim seçemeyeceğimiz insanlar bir şekilde iktidara gelmeye başladılar. Ve kazanımlarımızı kaybettikten sonra toparlamak için de bir şey yapamadık. Halkımız yeterince kızamıyor böyle şeylere. Gerektiği yerde sokağa çıksaydık, hakkımızı savunsaydık. Belki bugün emperyalistlerin istediği ‘adamlar’ o kadar da arka arkaya iktidara gelemezdi. Önümüzdeki seçimlerde iktidar kaybetse, muhalefet kazansa da köklü bir değişim olacağını düşünmüyorum. Belki bir miktar toparlanma yaşayabilir Türkiye, ancak mesele bir sistem ve alışkanlıklar meselesi. Köklü bir yenilik ancak değişim talebi toplumsallaşabilirse yaşanır. Ancak insanlar bu baskı ortamından kaynaklı korku duyuyor ve cesaretleri kırılmış durumda.

► Türkiye’ye dönme planınız var mı? Ve size dinleyicilerin merak ettiği soruyu da sormuş olayım. Uzun yıllar süren aranın ardından yeni bir albüm çalışması yapacak mısınız?

Yakın zamanda emekli olacağım. Temelli Türkiye’ye dönmeyi düşünüyorum. Onun dışında ikinci albümüm yayına hazır. Birsen Tezer ile de bir düetimiz var. ‘Benimki sağır’ isimli bir şarkı. Harbi düet yani… Çok güzel oldu. Ama kimsenin keyfi yok. Benim de keyfim yok. O yüzden yayınlamıyoruz. Belki seçimlerden sonra yayınlarız… (gülüyor) Hatta en kısa zamanda üçüncü albüm de hazır olacak. Ben sanırım en az üç en fazla dört albüm yapıp defteri kapatmak istiyorum. Çünkü albüm yapmak için şarkı yazmak zor oluyor. Anlatacak bir hikâyeniz varsa yazabiliyorsunuz. Ben öyleyim. Yani arının yıllarca balını çalıyorlar, insanlar ve ayılar. Ben o arının isyanına şarkı yazıyorum. Bu tür şarkılar pek rağbet görmese de ben seviyorum. Sonuçta bir beğeni yanında bir bilgi de istiyorsun. Ondan asla ödün vermek istemiyorum. Kendi yolumda, küçüklüğümden yaşlılığıma kadar aradaki her şeyi şarkılara yansıtarak bitireceğim müzik hayatımı. Ama hep çalacağız…