Aklını fikrini, imkân ve kabiliyetlerini sadece güce göre egip bükenler, geçen hafta da muhtesem “eserlere” imza attılar. Kendisine ait olmayan bir hesapta yazılanlar dolayısıyla Erkan Ogur’un konseri AKP’li bir belediye tarafından iptal edilirken devredeydiler. Hazin ve komik olan, usta sanatçıyı kendilerince düsünceleri sebebiyle cezalandırmaları kadar, parti devlet ve fahri üyelerinin bir bilgiyi dogrulatmak için gerekli asgari zahmeti bile göstermeden davranmasıydı.

Baska bir “eser” bir söylesi vesilesiyle gerçeklesti. HDP Hakkari milletvekili Adil Zozani’nin baskanlık sistemini destekleyen ve partisinin siyasi pozisyonundan tamamen farklı vurgular içeren sözleri ve bu sözlere yönelik bazı elestiriler sonrasında “beyaz Türklerin ve sosyalistlerin lincine ugrayan HDP milletvekili” gibi ezbere yorum ve etiketler dolasmaya basladı havuz medyası sularında. “Sanatçı lobisi” diye bir sey vardı ve bunlar beyaz Türkler ve sosyalistlerle birlikte Kürtler üzerinde baskı kurmaya çalısıyorlardı.

Bu sonuncusu bana 2003 yılından bir kareyi hatırlattı. Bir haber kanalında Irak isgaline katılmanın sayısız faydalarını anlatan çesit çesit uzman, ve alttaki bantta duran su yazı: “Islamcı- solcu-manken koalisyonu Cumhurbaskanımızın aklını karıstırmaya çalısıyor”. Söz konusu isgale Türkiye’nin katılımını saglayacak tezkere, 1 Mart 2003’te AKP’li milletvekillerinin de önemli bir kısmının vicdanını dinlemesi sonucu mecliste kabul edilmemisti.

Medyanın acıklı hali 2003 için de yeni bir sey degildi. Ama olup biteni alternatif kanallardan takip etmek isteyenler için de her zaman farklı mecralar vardı. Su an okudugunuz BirGün gazetesi gibi, 1994 yılında kurulan Açık Radyo (94.9) da bu mecraların en önemlilerinden biriydi, ve hala öyle. Ben de 1999-2000 yıllarında Açık Radyo’da bir radyo programı hazırlayıp sunmustum. Ve geçen gün tesadüfen o programın bazı bölümlerinin kaset kayıtlarını buldum. Yaklasık 20 hafta süren programın en güzel bölümlerinden birini de bu sayede tekrar dinleme sansı buldum.

Konugum çok degerli bir bilim insanıydı, olaganüstü zarif ve aramızdaki bilgi, deneyim ve yas farkını hiç hissettirmeyen bir üslupla çok degerli seyler anlatmıstı. Iletisiminin pre-historyasını yasadıgımızı, yüz yüze iletisimin önemini, bilgiyle enformasyon arasındaki farkı oldukça da eglenceli bir biçimde anlatan konugum, söylesinin bir yerinde söyle demisti:

“Bugün ulastıkları karmasıklık düzeyi göz ününe alındıgında kitle iletisim araçlarının herhangi bir niyetle, herhangi bir somut sonuç almak üzere bir merkezden kullanılabilecegi düsüncesine hiç katılamıyorum. Tam tersine, kitle iletisim ortamının öteden beri zaten ama özellikle günümüzde çok kaotik bir ortam oldugunu, bu ortamda girdilerle çıktıların her zaman evdeki hesaba uymayacagını, hatta hemen hiçbir zaman uymayacagını, her zaman etkinin, eger bir etkiden söz edilebilirse, baslangıçta tasarlananın çok ötesinde bir yerlerde olusacagını düsünüyorum”.

Bu sözlerin sahibi Prof. Nabi Avcı’ydı. Bir süredir Milli Egitim Bakanı olan Avcı’nın 14 yıl önce söylediklerini basta basbakan olmak üzere “kitle iletisim araçlarının belli bir niyetle, belli bir somut sonuç almak üzere bir merkezden kullanabilecegini düsünen” tüm güçlü tanıdıklarına hatırlatması iyi olurdu. Iyi olurdu, çünkü bence Avcı bu düsüncesinde haklı. Ama baska bir açıdan da çok iyi olurdu: sadece güce tapmaktan kaynaklanan pozisyonlarının diyetini 7/24 saçmalayarak ödeyenlerin sabuklamalarına bu kadar çok maruz kalmazdık belki.
Eyvahlar olsun, “sarkıcı-solcu-radyocu koalisyonu simdi de AKP’yi karıstırmaya çalısıyor”!