“Türkiye seninle gurur duyuyor” sloganı, bize özgü değil. Her ülke, millet, topluluk üyeleri adlarını yücelten insanlarını bu sloganla selamlıyor. Sanatçısı, sporcusu, siyasetçisi için kullanıyor. Kimi zaman da, örneğin sıradan bir üyenin “insanlığı yücelten bir eylemi” olduğunda da aynı slogan atılıyor. Diyelim, bir “Türk” denizci, acil bir durumda kendi canını da riske atarak bir “Yunan” denizciyi ölümden kurtardığında, ya da tersi olduğunda “Türkün”, “Yunanın” ne büyük bir millet olduğunu yedi düvele gösterdi, diye seviniliyor.

İnsanların üyesi oldukları grubun, kimliğin, ülkenin her ne ise onun “iyi” olmasına katkıda bulundukları için övülmeleri ve övünmeleri doğal. Bu övünç illa bir “üstünlük” iması içermek zorunda değil. İnsan, üyesi olduğu grubu “iyi, doğru, adil” olarak görmeye eğilimli, bir sakıncası da yok. Tersine eylemlerimizi bu olumlu sıfatlara uygun olarak gerçekleştirmeye özendiriyorsa bu eğilim desteklenmeli de. Birlik duygusunu güçlendirdiği, dayanışmayı artırdığı ve ortak insanlık değerleriyle özdeşimi desteklediği için doğru olarak da görülebilir.

Peki ama, doğru eylemle şanına katkıda bulunulan kimlik, eylemciden gurur duysun duymasına da, o kimliğin de üyelerine karşı sorumluluğu yok mu? Türkiye, aynı kişilerin Türkiyeli ya da Türk olmaktan dolayı utanmalarına neden olacak eylemler yapıyorsa ne olacak?

Cemal Kaşıkçı cinayetinde Türkiye Devleti ve devletlileri “haklı olarak” dünyayı ayağa kaldırdılar. Sonradan ABD vatandaşı olsa da bir Suud vatandaşı olan Cemal Kaşıkçı, Suudi Arabistan devletinin İstanbul Konsolosluğunda öldürüldü. Türkiye devleti, Suudların iç sorunu demedi, öldürülen Türkiye vatandaşı değil de demedi, konsolosluk binası Türkiye devletinin egemenlik sınırları içinde mi değil mi tartışması da yapmadı. İnsan hayatının kutsallığından başlayarak, kendi toprakları içinde bir devletin planlı cinayet işlemesini kabul etmeyeceğinden devam ederek egemenlik, adalet üzerine söylemedikleri söz kalmadı. Cinayetin birinci yıl anmasında da büyük bir tören düzenleyerek olayın peşini bırakmayacaklarını dünyaya ilan etti. Sonuna kadar da haklılar.

İyi ama Kaşıkçı cinayetinde yeri göğü yıkan devlet ve devletliler, 23 yaşında Özbek bir kadının şüpheli ölümü karşısında ne yaptılar, ne yapıyorlar? Yoksul bir ülkenin, yoksul bir insanı turist pasaportuyla girdiği Türkiye’ de hem de bir milletvekilinin evinde kaçak olarak çalışırken öldü!
Devlet ve görevlilerinin ölüm ve sonrasında yaptıkları o kadar şüpheli ki, Türkiye Devletinin savcısının kadının “fahişe” olduğu iması bile insanın ülkesinden “utanmasına” yeter.

Genç bir kadın, kaçak olarak çalıştığı bir devlet görevlisinin evinde, milletvekilinin silahıyla vurulup ölüyor. Türkiye devleti bütün görevlileriyle el birliği ve el çabukluğuyla intihar açıklaması yapıp, kadının bedenini milletvekilinin şoförü ve korumalarının denetiminde atar topar Özbekistan’ a gönderip, defnettiriyor. Kadının ailesi çok yoksul ve Özbekistan Devletinin de gıkı çıkmıyor. Nadira’nın bedenine yasa uyarınca Minnesota Protokolü’ ne göre otopsi yapılıp yapılmadığı bile belli değil.

Peki Rabia Naz’ ın ölümü? 11 yaşında bir kız çocuğu (Türk vatandaşı!) evinin önünde ölü bulundu. Bütün işaretler çocuğun intihar etmediğini gösteriyor. İktidara yakın birilerinin aracıyla Rabia’ ya çarptığı ve ölümüne sebebiyet verdiği iddia ediliyor. Rabia’nın babası, bir avuç hukukçu ve gazeteci Rabia’nın nasıl öldüğünün ortaya çıkarılması için neredeyse Devlete karşı mücadele diyorlar. Devletten tık yok! Olayı araştıran bir gazeteci ölüm tehditleri yüzünden yurtdışına çıkmak zorunda kaldı. Rabia’nın babası derin bir yoksulluğa düştü.

Türkiye politik cinayetler ve yargısız infazlarla adı lekeli bir ülke. Öyle ki, şimdi iktidarda olan RTEakp bile, tabi kendilerinden önceki dönemlerde olmak kaydıyla, böyle bir devlet sicili olduğunu bas bas bağırıyorlar hâlâ.

Acı ama hadi onlar politik cinayet diyelim, ne demekse; peki tamam öyle olsun. Nadira Kadirova ve Rabia Naz ne cinayeti peki? Biri yoksul bir göçmen, diğeri 11 yaşında bir çocuk. İkisinin ölümünün üstünü de Devlet kapatıyor gibi görünüyor.

Türkiye, seninle gurur duyuyor demek kolay. Biz Türkiye ile gurur duyalım mı? Yoksa, madem seviyoruz ülkemizi onun gurur duyacağımız bir ülke olmasına mı çalışalım.