Nafaka gerçekleri

Kadınların nafaka hakkının sınırlandırılması Ocak 2016’dan beri, yani Boşanma Komisyonu Raporu taslağının oluşturulduğu tarihten itibaren tartışılır hale geldi.

Ancak bu tartışmalar herhangi bir hukuki, sosyolojik veri ekseninde yapılmadı hâlâ da yapılmamaktadır. Kadınlar boşanma davalarında hükmedilen nafaka miktarlarını araştırdı, ortalama rakamın 267 TL olduğunu kadınlar ortaya çıkardı, Konda nafaka ile ilgili tüm gerçekleri ortaya seren araştırmasını Şubat 2020’de yayımladı.

Buna rağmen Adalet Bakanı Gülgeçen ay katıldığı bir televizyon programında nafaka tartışmasını yeniden gündeme getirdi ve “Nafakanın da belli bir süreye bağlanması gerektiği kanaatindeyiz” dedi.

Medeni Kanun’da yapılması planlanan bu değişikliğin; kaç adet nafakaya hükmedilmiş boşanma davası kararı taramasına, o incelenen davaların içeriğine, anlaşmalı mı çekişmeli mi olduğuna, boşanma sebeplerinin içinde şiddet olup olmadığına, bu yasa değişikliğinin neden yapılması gerektiğine ilişkin bir açıklama ise yok. Başından beri bu konu “Birileri rahatsız” denilerek açıklanmaya çalışıldı.

Peki, Medeni Kanun ‘birileri rahatsız’ diye değiştirilir mi?

Kadına yönelik erkek şiddetin her gün yükseldiği gerçeği gün gibi ortadayken yoksulluk nafakasını tartışmaya mecbur bırakılmamız erkek egemen sistemin bir dayatması. Üstelik bağlamların bu kadar hatalı kurgulanması sonucu bu dayatmanın oldukça tehlikeli sonuçlarının olacağı da son derece açık.

Peki,nedir bu nafaka karşıtlarının talepleri?

Özetle; Medeni Kanun m.175’teki süresiz ibaresi yasadan kaldırılsın, evlilik süresiyle nafaka süresi arasında paralellik kurulsun ve nafaka süresine tavan ve taban sınırlamalar getirilsin gibi talepler…

Bilindiği gibi boşanma ile birlikte bazı önemli sonuçlar doğmaktadır. Bu sonuçlardan biri de nafakadır. Hukukumuzda nafaka, bakım nafakası ve yardım nafakası olmak üzere ikiye ayrılmaktadır.Bakım nafakası; tedbir nafakası, iştirak nafakası ve yoksulluk nafakasından oluşmaktadır.

Medeni Kanun m.175 uyarınca nafaka, boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek tarafa ödenir.

Kanunkoyucununyoksulluknafakasınısosyalveetikdeğerlerinetkisiileortayaçıkarmışolduğunuda ayrıca göz önünde tutmakgerekir. Anayasa Mahkemesi 17.05.2012 tarih, 2011\ 136 E. ve 2012\ 72 K. sayılı kararında: “Yoksulluk nafakasının özünde, ahlaki değerler ve sosyal yardımlaşma düşüncesi yer almaktadır” diyerek yoksulluk nafakasının sebebini anlatmıştır.

Boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek taraf, ister erkek ister kadın olsun, kusuru daha ağır olmamak şartıyla, geçimini sağlamak amacıyla diğer taraftan yoksulluk nafakası talebinde bulunabilecektir. Esasenen önemli kriter yoksulluğun anlamının belirlenmesidir. Kendi ihtiyaçlarını ve geçimini sağlayamayacak duruma düşen tarafın yoksul olduğu Kabul edilir. Yoksulluğa düşüp düşmeyeceği hakim tarafından detaylıca araştırılıp hükme bağlanmaktadır. Medeni Kanun yoksulluk nafakasının belirlenmesini hâkimin takdirine bırakmış ve nafakanın verilmesinde belli bir sure belirlememiştir. Yani son yıllarda bir derneğin başını çektiği “Boşandığım eşim yan gelip yatıyor; ben süresiz nafaka ödüyorum” gibi söylemlerin gerçek olmadığı ortadadır.

Nafaka gerçekten süresiz midir?

Hayır.

Çünkü Medeni Kanun madde175’te nafakanın mutlaka süresiz verileceği düzenlenmemektedir. Ayrıca takip eden m. 176 ile de nafakanın sonlandırılacağı haller sayılmıştır. Kadının iş bulması, yeniden evlenmesi ve\veya yoksulluk durumunun ortadan kalkması ile nafaka kaldırılabilir. Tarafların malî durumlarının değişmesi veya hakkaniyetin gerektirdiği hâllerde nafaka miktarının artırılması veya azaltılmasına karar verilebilir.

Sair bir önemli nokta da sosyolojik açıdan bakmadan konuyu ele almanın eksik ve hatta yanlış olacağıdır. Çünkü toplumsal cinsiyet ve cinsiyete dayalı iş bölümünün bu kadar keskin hatlarla çizilmiş olduğu bizim gibi toplumlarda kadınların işgücüne katılım oranı oldukça düşüktür.

Toplumsal cinsiyet özetle, cinsel kimliğin toplumsal kurgulanımını anlatır. Cinsiyete dayalı işbölümü ise kadına ev içinde gerçekleştirilmesi gereken işleri, erkeğe de ev dışındaki işleri vermiştir. Kadın ev ve çocuk bakımı ile görevlendirilirken evin geçimi erkeğin işi olarak görülmektedir. Yani kadının görünmeyen emeğini hesaba katmadan bağlamları doğru kurmak mümkün değildir.

Yoksulluk nafakasına dair tüm bu mesnetsiz söylemler bir yana, esasen nafakaya dair çözülmeye muhtaç pek çok sorun mevcuttur. Örneğin, verilen nafaka miktarları kadınları yoksulluktan kurtaracak ya da çocukların bakımını karşılayacak düzeyde değildir, nafaka ödemekle yükümlü olan erkekler gelirlerini asgari ücretten göstermek, kayıt dışı çalışmak ve malvarlıklarını başkasının üzerine yapmak gibi yöntemler uygulayarak verilen nafaka miktarını en aza indirmekte, çoğu da nafaka ödememektedir. Ayrıca nafakasını düzenli alamayan kadınların hepsi icra takibi yoluna başvurmamakta, başvuranlar ise erkeğin ikametgâhını değiştirip tebligatı almaması gibi nedenlerle sonuç alamamaktadırlar.

Diğer bir ilginç hal de bu kadar mühim bir meseleyi veriler olmadan tartışmak zorunda bırakılmamızdır. ‘Kim, ne kadar süre, aylık ne kadar nafaka ödemiştir? Bu davaların açılma sebepleri ve münderecatınedir? Nafakalehdarı kadın çalışabilir durumda mıdır? Çocuklara bakmak için işten ayrılmış mıdır?Çocukların bakımını üstlenirken çalışma saatlerine uyabilecek midir?Eşit işe eşit ücret sözde mi kalacaktır?Ücretsiz kreş var mıdır? Varsa yurt çapında sayısı kaçtır?’vb.gibi pek çok sorunun cevabı verilmemiştir. Çünkü bu konuda adli very çalışması yoktur ancak varmış gibi münferit örneklerle yasa değişikliğine gidilmesi yönünde baskı kurulmaktadır. Ve de hatta binlerce insanın nafaka mağduru olduğu gerçekmiş gibi Kabul edilip konu üzerine sempozyumlar, çalıştaylar düzenlenmekte; kimi hukuk sempozyumları ise objektif kriterlerden uzak bir şekilde yönetilip, boşanmış mağdur(!) babaları selamlayarak açılmaktadır. Ama biz kadınlar medeni hukukun ruhuna aykırı düzenleme planına karşı mücadelemizi gerçeklere ve sosyoekonomikverilere dayanarak vermeye devam edeceğiz.

Bu minvalde kadının görünmeyenemeği hesaba katılmadan bağlamın kurulmasının eksik olacağı gibi Türkiye’de kadınların iş gücüne katılım oranlarını da irdelemeden konuyu ele almamız eksik ve hatalı olacaktır. TÜİK verilerine bakınca, kadınların istihdam oranının yüzde 28 olduğunu ve çoğunlukla sosyal güvenlikten yoksun işlerde çalıştıklarını görmekteyiz, bu tablo karsında boşanma halinde neden kadınların yoksulluğa düştüklerini de anlamanın zor olmadığı açıktır.

Çocuklu boşanmalarda ise kadının yoksulluğa düşme oranının katlanarak artmakta olduğu sosyolojik bir gerçektir. Kadınlar, mevcut hükümetin çocuk sayısının artmasına ilişkin politikası ile daha çok güvencesiz ve yarı zamanlı işlerde çalışmaya mecbur bırakılmakta olup özellikle de kentsel alanda çocuklu olmanın ve çocuk sayısının işgücüne katılımı azaltan etkenlerden olduğu da bilinen bir gerçektir.

Sonuç olarak, nafaka konulu katıldığım sempozyumlarda ve 10 Ekim 2018 tarihinde Adalet Bakanlığı ve ASP Bakanlığınca düzenlenen çalıştayda katılımcı olan hukuk insanlarının beyanları göstermektedir ki, evlilik süresiyle nafaka süresi arasında doğru orantı kurulması ve nafaka süresine tavan ve taban sınırlamalar getirilmesi talepleri kabul görmemektedir. Yasa maddesinin olduğu gibi kalması, hâkimin takdir yetkisiyle sürdürülmesi yaygın olarak ortaya çıkan görüştür. Belki de en önemlisi ‘süresiz nafaka’ kavramsallaştırmasının Medeni Kanun’un ruhundan uzaklaşmak anlamına geldiği üzerinde hem fikir olunmuştur.

Kadın hareketinin uzun senelere dayanan mücadeleleri ile elde edilmiş kazanımlarından biri olan nafaka hakkı cinsiyet eşitsizliğini giderme, eşitliği sağlama çabalarına ilişkin olan mekanizmalardandır. Devletin ise yürürlükteki yasal düzenlemeye dokunmayıp kadınların nafaka konusunda karşılaştıkları sorunlara dair seslerini duyması ve mağduriyetlerinin telafi edilmesine ilişkin çalışmalar yapması elzemdir.