Neredeyse okuma yazma öğrendiği günden itibaren, halkının daha iyi bir ülkede, daha iyi bir dünyada yaşaması için mücadele eden onurlu bir devrimci Alper Taş. Onu, 80’lerde, 90’larda 2000’lerde ve bugün hâlâ, hep emek, hak ve özgürlük mücadelesinin ön saflarında gördük ve görmeye de devam ediyoruz.

Gazeteci, siyasetçi, aydın olarak nerede bir demokratik hakkın gasp edilmesi varsa, orada itiraz eden, yüksek sesle haykıran ve adalet arayışlarına destek veren bir kişi, bir yiğit sosyalizm savaşçısı, bir vicdanlı vatandaş, iyi bir örgütçü olarak tanıdık. Çarşamba günü, yine İstanbul Adliye Sarayı önünde, bu kez Cumartesi Anneleri’nin (sanki suçlu kendileriymiş gibi, sanki öldürülen, kaybedilen evlatlarının izini sürmek bir suçmuş gibi) yargılandığı davaya destek vermek için gitmişti. Beraberinde çok sayıda hukukçu, gazeteci, sendikacı, siyasetçi ve aydınla birlikte, faşizmin sopası ile kim bilir yaşamında kaç bininci kez bir daha tanıştı.

Alper’i "karga tulumba" götüren genç polis memurları, kendi şahsi ideolojik formasyonları ve şartlanmışlıkları ile mi hareket ediyorlardı? Yoksa sadece verilen emirleri "emir kulu" olarak mı yerine getiriyorlardı, bilinmez. Ama pek çok suçu birlikte işliyorlardı.

Bunlardan biri, Anayasa ve yasalarla güvence altına alınmış, fikir, ifade, toplanma ve gösteri hürriyetinin kullanılmasına mâni oluyorlardı. Yaptıkları yasadışı bir müdahaleydi.

İkincisi, oraya iki çift laf etmeye ve hukuksuzluklara karşı itirazlarını dile getirmeye gelen insanlara karşı, yasadışı ve insanlık dışı bir şekilde şiddet uyguluyorlardı. Tekme, tokat yumruk, itiş kakış, ters kelepçe, yerlerde sürükleme ve benzeri yöntemlerle, hiçbir suç işlememiş insanlara, kendi çaplarında hukuksuzca "cezalandırma" eyleminde bulunuyorlardı. Aslında olası saldırganlara karşı korumaları gereken insanlara kendileri saldırıyorlardı.

Bunu; hak arayışında, fikir beyanında, en ufak bir demokratik itirazda bulunan herkese yaptılar. On yıllardır yapıyorlar. Yapmaya devam edecekleri, hele ki, seçime giden yolda daha da fazla yapacakları anlaşılıyor.

Çünkü artık, hem de uzunca bir süredir, "Sopasız" yönetemiyorlar.

Olağanüstü başarısızlıklarını, yalanı, talanı, sömürüyü ve çöküntüyü gizleyebilmelerinin başka bir yolu kalmadı. Bir daktilo sayfasına yazılı iki satır basın açıklaması yapmak için biraya gelen 3 - 5, kimi zaman 300 - 500 kişiye bile tahammülleri yok. Bir gazete başlığına, televizyonda edilmiş 2 cümleye, sosyal medyada yazılmış bir lafa, paylaşılan bir espriye bire dayanamıyor artık muktedir. Bir siyasi partinin mensupları yargılanırken, üyelerinin mahkemeye girişine bile tahammül edemiyorlar.

Anında "en tepe"den verilen buyruklarla, savcılar harekete geçip, insanların üzerine devletin "tüm gücünü, en ağır balyozunu, en ağır yaptırımlarını" indirmek için topyekûn saldırıyor.

Hırsıza, soyguncuya, mafyaya, kaçakçıya, teröriste, sokakları teslim almış ite-kopuğa gösteremediği gücünü; öğrenciye, işçiye, akademisyene, doktora, avukata, muhalif siyasetçiye, sendikacıya, öğretmene, emekçiye, emekliye göstermeye çalışıyor.

Emrindeki polis gücüne "Acımayın, vurun, basın copu, sıkın mermiyi, fışkırtın gazı-suyu" emri vererek, kendi memuruna alenen suç işletmek pahasına, demokrasiyi ayaklar altına alıyor.

Yine, emrindeki yargı gücüne, "Acımayın, basın cezayı. Açın soruşturmayı. Kumpas yargısının imalatı bile olsa uyduruk dosyalarla, mahkeme koridorlarında aylarca, yıllarca süründürün, ibretlik duruma sokun" diyerek, Anayasa ve yasaların tam zıddına kararların çıkmasını (veya tam tersinin çıkamamasını) sağlamaya çalışıyor.

Ama içinde bulundukları "panik ve çöküş" ruh halinin bir tezahürü olarak bütün bu çabalarının nafile olduğunun farkına bile varamıyor. Bütün baskıcı, bütün diktatoryal rejimlerin akıbetini bilmezden, hatırlamazdan, görmezden gelerek, "Sanki sopayı sallayınca, gidişini önleyebilecekmiş" zannediyor.

Bugün Alper’e kelepçe, yarın Ayşe’ye gaz, öbür gün Ahmet’e tekme, başka bir gün Fatma’ya zindan ile tarihin acımasız ve şaşmaz çarkını durdurabileceğini sanıyor.

Giderek "İki lokma ekmeğe daha fazla muhtaç olan halkın" yarasına merhem, derdine çare olacağına, sopasını "o halkın ve yiğit hak savunucularının tepesine daha fazla ve daha şiddetle vurarak" gidişini geciktireceğine inanıyor.

Nafile bir çırpınış içinde hem kendine hem de bu ülke insanlarına zarar veren faşist aygıt ve o aygıtın yönlendiricileri, şu gerçeği öğrenmenin zamanının geldiğini bile fark etmiyorlar: (Türkçe defalarca söyledik. Kafanız almadı. İspanyolca yazdım. Açar Google Translate’i bakarsın diye... Belki merak edip bir bilene, meselâ Allende artıklarına sorar da öğrenirsin diye...)

"El Pueblo Unido Jamás Será Vencido"