“İyi de ablalarım,” dedim. “Sizin anlattıklarınıza göre bir kompozisyon yazarsam ben nasıl yüksek not alırım? Yüksek not alamazsam babamın evlendirme baskılarından nasıl kurtulurum? Soru sormamı istediniz, alın sizi iki soru

Namus, ah bre namus

ATEŞ İLYAS BAŞSOY / atesilyasbassoy@gmail.com

Türk ve Müslüman olmakla her an övünen edebiyat öğretmenimiz, bize namus konulu bir kompozisyon yapma ödevi verdi. Örnek olması için de çok sevdiği bir yazar olan Ömer Seyfettin’in Namus isimli öyküsünü bizzat okudu: Adamın biri karısını, kızlarını, kız kardeşlerini filan çiftleşen bir köpeğe gülerlerken görüyor ve alıyor baltasını ailesindeki tüm kadınların kafasını uçuruyor. Çiftleşen dişi köpeği de (erkek köpeği değil) ortadan parçalıyor. Bunu niye yaptığı sorulunca da: “Namus, namus, ah bre namus” diyor.

Öğretmenimiz bu vahşeti dünyanın en dokunaklı şeyi gibi okuyup: “İşte sizden de bunun gibi bir öykü bekliyorum,” dedi.

Tabi biz bütün sınıf yerin dibine geçtik. Çok ayıp bir öyküydü anlatılan. Öte yandan öğretmenimiz, “Artık büyüdünüz, bunları duymanın zamanı geldi. Ömer Seyfettin, Türk ülküsünün ve İslam yıldızının gücünü, en ibretlik öykülerle bizlere anlatmıştır. Necip Fazıllar ve ondan sonra gelenlerin üzerinde Seyfettin’in büyük emeği bulunur,” dedi.

Şimdi benim bir sorunum var, derslerim kötü giderse beni kesin alacaklar okuldan. Her notumun yüksek olması gerek. İki yıldır tesettürdeyim ama babam bununla da yetinmiyor, “Kız çocuğunun işi ne okulda, seni evlendireceğim” diyor. Bir de babamın bir arkadaşı var, Hakim Amca, babamdan bile büyük. İnşaat işleri var, babam ondan iş alıyor. Hakim Amca beni ikinci hanımı olarak istiyormuş. Karısı annemden yaşlı, nasıl utanıyorum anlatamam. Bu yaşımda bir sürü dert.

Bizim yan komşu ablalar var üniversiteye giden , hepsi açık. Ama bize karşı çok kibarlar. Babam hiç sevmiyor onları ama gündüz vakti kapılarını çalsam, belki bana kompozisyonum için yardım ederler diye düşündüm.

Evde dört kız harıl harıl ders yapıyorlardı. İkisi tıpta, ikisi mühendislikte öğrenci. Cenab-ı Allah’ım bana da böyle bir gelecek nasip etse, Allah günah yazmasın, babaya karşı gelinmez biliyorum ama Hakim Amca’yla evlenmek de hiç istemiyorum.

Önce ödev konumdan bahsettim ardından “Ablalarım, sizce bu ülkede en namuslu insan kim?” diye sordum.

Ablalar birbirlerine baktılar. Bir tanesi gülerek fikrini söyledi:

“Bence bu ülkede en namuslu insan Sevan Nişanyan’dır” dedi. Adını ilk defa duymuştum. Daha sonra internetten baktım ve inançlarımıza böyle pervasızca saldıran bu kafirin (aslen de Müslüman değilmiş zaten) koca ülkede insan kalmamış gibi söylenmesinde büyük bir kötü niyet aradım. Ama abla öyle bir anlattı ki: “Yok efendim, matematik ve felsefe köyü yapmış; yok dil bilimiyle ilgili bir sürü çalışması varmış; bir sürü dil biliyormuş, Türkiye turizminin gelişmesi için çabalamış, sayesinde birçok genç bilim, birçok turizmci bereket kazanmış. Ama bu adam sırf ilkelerinden taviz vermemek için göz göre göre hapse girmiş. Düne kadar harabe olan bir köyde, küçük bir kulübe yaptığı için on yıl hapis cezası almış. Adamın tüm bunlardan kurtulması için yapması gereken, sadece hukuksal prosedüre itaat etmesiymiş. Ama o boyun bükmemek için hapse girmiş”

“İşte buna namus denir” dedi abla. Bir başkası da lafı ağzından aldı:

“Esas namuslu olan Can Dündar ve Erdem Gül’dür” dedi. “Bu ikisi, herkesin söylediği ve bildiği bir şeyi haber yaptığı için hapse atıldılar. Durumları ümitsiz görünse de, çok basit bir şekilde hapisten kurtulabilirler. Tek yapmaları malum kişiye bir mektup yazıp af dilemek. Suçu rahatlıkla paralele atabilirler ve bir cümleyle hemen yarın hapisten çıkıp, hatta büyük bir müteahhit gazetesinde yüz milyon maaşla işe başlayabilirler. Oysa bunu yapmıyorlar ve ailelerinden dostlarından uzak, hapiste ömür tüketiyorlar.”

“Namus, namus, ah bre namus” dedi ablalardan biri acı acı gülerek. Sonra da devam etti: “Bu ülkede boyun bükmeyen, el etek öpmeyen; önlerine konulan Muaviye tepsilerini tekmeyle deviren o kadar çok namuslu insan var ki: Vicdani redçiler, özel hastaneye gitmeyen doktorlar, itaat etmeyen öğretmenler ” dedi.

“Peki nerede onlar?” diye sordum.

“Mesele de bu ya,” dedi o ana kadar konuşmayan abla. “Namuslu insanların sesini kolay kolay duyamazsın... Namuslu birilerini aramak istiyorsan, ailesindeki kadınları kesen sapık alçakları ve onların hikayesini nesilleri sapıklaştırmak için destanlaştıran yardakçı yazarları ve bu hikayeleri ufacık çocuklara okuyup, soyunu devam ettirmeye çalışan soysuzları değil; adı sanı duyulmamış kişileri araman gerek... Sakın unutma: Namus namussuz bir sözdür. Dünya namussuzların dünyası olduğu için, parası ve gücü olanlar onurlu insanları sevmezler. Hatta onları yok etmek isterler.”

Ablaların konuşmalarını babama anlattığımı düşündüm ve içimi ter bastı. Örtümü çıkardım. Ablalardan biri saçlarımı okşadı: “Ne güzel bukle bukle saçların var,” dedi. Bir diğer abla da yanağımı sıktı.

Bana bol bol ders çalışmamı ve kendilerinin söyledikleri dahil her sözü sorgulamamı söylediler. Sorgulamaktan kaçmamalıymışım. Soru soran insanlar gerçek anlamda namuslu olurmuş, her cümlesi noktayla biten kibirli yaratıklar ise, dünyanın en namussuz insanları olurlarmış genellikle.

“İyi de ablalarım,” dedim. “Sizin anlattıklarınıza göre bir kompozisyon yazarsam ben nasıl yüksek not alırım? Yüksek not alamazsam babamın evlendirme baskılarından nasıl kurtulurum? Soru sormamı istediniz, alın sizi iki soru. Beni yarın altmış yaşında adamla evlendirirlerse, beni kurtaracak mısınız? Kurtuluş nerede?”

Dört ablanın da neşesi kaçtı. Verecek cevap bulamadılar. Bu eve gelmenin zaman kaybı olduğunu düşündüm. İyi de, ben ne yapacağım şimdi? Kompozisyonumu nasıl yazacağım? Namusu nerede bulacağım? Namus, namus, ah bre namus.