Kulaklarımda yankılanan bana bağıran annemin sesiydi: “Sizi doğuracağıma keşke taş doğursaydım! NAMUSSUZ...”

Namussuz...

> MELTEM ARIKAN @MeltemArikan

Keşmir’in Kotli bölgesinde, sarp dağların arasındaki yoksul köyümüzde, ailem ve ben dünyaya kapalı yaşardık. Köyümüzde çocuklar, genç kızlar ve kadınlar iki duyguyu çok iyi bilirdi; korku ve acı...

Korku ile sindirilmiş, korku ile terbiye edilmiş, korku ile sus pus olmayı öğrenmiştik. Korku ve acı öylesine yoğundu ki, bu duygulardan birazcık olsun uzaklaşabilmek için olanlar, yaşananlar, baskılar ve her şey normalleştirilirdi. Bizler sessizce boyun eğenlerdik, birbirimize destek verirsek eğer... Veremezdik... Korku ve acı öylesine yoğundu ki, biz kız çocukları sağır, dilsiz, duyarsız korkuluklar gibiydik...

Birbirinin aynı olan renksiz günlerimiz ablamın köyden bir erkekle konuştuğunun ortaya çıkmasıyla tamamen kararmıştı. Annemin ve babamın içinden çıkan öfke öylesine yoğun, öylesine şimşek şimşekti ki... Kardeşlerimle saklandığımız köşeden uzun süre kımıldayamamıştık. Şimşekler her şeyi yakmaya hazır...

Ablamı günlerce aç bıraktılar, odaya kilitleyip dışarı çıkarmadılar. Annemle babamı ele geçiren öfke onları birer canavara çevirmişti. Evde kardeşlerimle birbirimize bakmaya bile çekinir olduk. Hele hele ablam herkes uyurken camı kırıp, evden kaçtıktan sonra, annemle babamın öfkesi hiç dinmedi, annemle babam ablamı hiç affetmedi. “O bizim ailemizin namusunu lekeledi, artık o bizim kızımız değil, o NAMUSSUZ.” sözleri kardeşlerimin ve benim içime içime işledi..

Ablam evden kaçtıktan sonra her zaman önüme bakarak yürüdüm. Arkamdan konuşan kızlara hiç aldırış etmedim. Hiç arkadaşımın olmamasını dert etmedim. On beş yaşında tüm yemekleri pişirmeyi öğrendim. Kararımı vermiştim, ben gelin olacaktım. Babam ve küçük kardeşlerimi düğünümle onurlanacaktım. Annemin diğer köylü kadınlar gibi torunlarıyla gurur duymasını sağlayacaktım...

Ablam birkaç kez benimle konuşmak için köye geldi, ama ben onunla da konuşmadım. Bana sürekli haber gönderdi, hiçbirine yanıt vermedim. Kötü kadınlarla konuşursan, sen de kötü olursun demişti annem. Ben namuslu, iyi bir kadın olacaktım.

Evin önünde o gürültü olmasaydı. O hırlayan gürültü...

Camın kenarına gidip dışarıya baktım. Evin önünde durmuş motosikleti ve üstündeki iki adamı görünce hemen perdeleri kapattım. O gürültü olmasa zaten camdan bakmayacaktım. Motosikletin sesine karışan babamın öfkeli sesi...

- Nereye bakıyorsun sen? İki kere dönüp baktın.
O kadar korktum ki! Babamın öfkesi şimşek şimşek...
- Gürültüyü duyunca camın kenarına gidip...
Babam bir yandan bağırıyor, bir yandan bana vuruyor, bir yandan beni oradan oraya atıyordu. “Nasıl onlara bakarsın? Sen de ablan gibi mi olacaksın?”

Ben kimseye falan bakmadım, onların kim olduğunu bile bilmiyorum, evde bile yalnız kalmazken nasıl olur da onların kim olduğunu bilebilirim ben... Annem içeri girdi, “ben bir şey yapmadım anne beni kurtar” diye ona yalvardım, “anne...”

Annem hızla benim yanıma geldi ve bir anda her yanım yanmaya başladı...

Bir anda yangın içime içime hızlandı...

Bir anda sanki kemiklerim eridi ve bedenim parçalandı...

Annemin üzerime kezzap suyu döktüğünü bilmiyordum. Acılar içinde çığlık çığlığa bağırırken komşuların duymazdan geldiklerini de... Beni taşların üzerinde acı içinde bırakıp odaya kilitledikleri de... Sadece alevler... Alev alev alevlerin içinde...

Ailemin komşulara intihar ettiğimi söylediğini de bilmiyorum. Odada acılar içinde üç –dört gün kaldığımı da... İntihar ettiğimi duyan ablamın buna inanmayıp polislerle eve geldiğini de bilmiyorum...

Kulaklarımda yankılanan bana bağıran annemin sesiydi: “Sizi doğuracağıma keşke taş doğursaydım! NAMUSSUZ...”
Ablam polislerle eve geldiğinde, üzerime dökülen asit nedeniyle yerdeki taşın bile dokusu bozulmuştu. Polislerin annem ve babama kelepçeler taktığını görmedim. Doktorların söylediğine göre bedenimin yüzde altmışı yanmıştı ve bunu bana yapan benim öz annem ile babamdı. Annem ve babam için benim bir önemim olmadığını, işte o alevlerin içinde anladım... Önemli olan onların can verdikleri kız çocukları değil, namuslarıydı. Namus...

Hastanede iki gün can çekiştim, ablamla kocası beni hiç yalnız bırakmadı. Küçük erkek kardeşlerim evde yalnız kalmış, ne olduğunu hiç anlamamıştı...

Beni; namuslu ve iyi insan olan annemle babam öldürmeye çalışırken, namussuz ve kötü olan ablam kurtarmaya çalışmıştı.

Alevlerin içinde anladım; NAMUSSUZ isim gibi bir şeydi, sizin dışınızdaki insanların size uygun gördüğü, hiçbir gerçeği olmayan, bir isim. Son kez ablama baktım ama o, ona baktığımı hiç bilmedi. Ablamdan özür diledim, onu ne kadar çok sevdiğimi söyledim, ama o bunu hiç duymadı. Annemler gibi namuslu değil, ablam gibi namussuz olarak ölmekten artık korkmuyordum.

Babam hapse girdikten sonra, üzerime kezzaplı suyu annemin attığını, aile namusunun lekelenmesinden korktuğunu, annem ise pişman olmadığını, bu şekilde ölmemin benim kaderim olduğunu söyledi...

Bir tek ablam çok pişman oldu bana zamanında yardım edemediği için... Eğer NAMUSSUZ ablam olmasaydı, sizler hiçbir zaman öğrenemeyecektiniz benim hikâyemi...

Benim adım Anuşa’ydı ama artık NAMUSSUZ...