Göz göze çoğalttığı sevdasını, umudunu, yoldaşını; bir kış günü sokak ortasında, yerde, soğukta, kan içinde yatarken gören bir kadının “Yaşı kaç olursa olsun; 17 veya 27, katil kim olursa olsun, bir zamanlar bebek olduklarını biliyorum. Bir bebekten bir katil yaratan karanlığı sorgulamadan hiçbir şey yapılmaz kardeşlerim…” diye seslenmesinden başka ne olabilir ki vatan sevgisi. Kavuran acısına “Benden, çocuklarından, sevdiklerinden ayrıldın ama ülkenden ayrılmadın” diyerek teselli arayan Rakel Dink’in gözyaşları kadar başka ne sahip çıkabilir ki bir ülkeye? “Evet, biz Ermenilerin bu topraklarda gözümüz var, ama alıp gitmek için değil, bu toprakların gelip dibine gömülmek için” diyen Hrant Dink’in içindeyken hasretlik çektiği ülkesine köklendiği gibi, daha başka nasıl sevdalanır ki insan bu toprağa? Söz konusu vatan olduğunda hangi teferruattır o ağızlardan eksik edilmeyen? Bir yanda emniyet müdürü diğer yanda jandarma, katille birlikte elde bayrak kameraya güldüler. O gün, bir kez daha çürüdük. Düşeni düştüğü yerden kaldırmayan adalet bir kez daha vatansız, bir kez daha tedirgin bıraktı güvercinlerini. 10 yıl önce, artık Hrant’sız bir dünyada ne yapacağını, onun yokluğuyla nasıl baş edeceğini bilemeyen insanların yürek yaralarını saran yine Rakel olmuştu. “Sevgi onu büyük yaptı. Bugün buraya gelerek hepiniz büyük düşündünüz. Sessizce büyük konuştunuz, siz de büyüksünüz.” Her 19 Ocak’da nar taneleri gibi ayrı ayrı ve bir arada ne güzel, ne muhteşem, ne zengin olduğumuzu hatırlatıyor bize.

Hrant Ermeni’ydi, derinlerin sinir uçlarına dokunan bir solcuydu. Dolayısıyla devlet hep peşindeydi. Agos gazetesini kurduğunda, memlekette kalan bir avuç Ermeni ile sınırlı kalmayacak bir etki alanına sahip olduğu görüldü. Toplumun farklı kesimlerinden aldığı destek, halkayı genişleterek direnç alanlarını da güçlendiriyordu. Vatan için kan isteyenlerin yüzüne, vatan için yaşam borçlu olduklarını vuruyordu. Sevgisi o kadar güçlüydü ki, karşısında duranların nefreti olanca açıklığıyla ortaya çıkıyor, köpürüyor, zehir saçıyordu. Sonunda Sabahattin Ali’den beri bildikleri tek şeyi yaptılar, Hrant Dink’in, tanıyan tanımayan milyonlarca insana ulaşan sevgisini, hep bu günler için besleyip büyüttükleri katillerine kurşunlatıp yok edeceklerini sandılar. İnsanların sokakları “Hepimiz Ermeniyiz” diye haykırarak doldurması, Anadolu’nun birbirini kucaklayan nar taneleri demek olduğunu bilenler için bedeli büyük bir hatırlama, inkâr edenler içinse güçlü bir yanıttı. Halkın, barış içinde bir arada yaşama iradesine kuvvetle sahip çıkmasının, ülke sınırını aşan bir etkisi oldu. Hrant’ı öldürmek, diledikleri gibi bir nefreti değil, daha büyük bir sevgiyi açığa çıkardı.

Rakel Dink, o gün, “Siz de büyüksünüz” demiş ve eklemişti, “Bu kadarla yetinmeyin.” Adalet, cesaret istiyor çünkü. 10 yıl sonra Hrant için, Anadolu için, vatan için, hepimiz için o adalet gelebilmiş değil. Yazdığı yazılar, yaptığı haberlerle hedef haline getirildi. Her konuşmasında kardeş sıcaklığı saçan bir insan, ‘halkı kin ve düşmanlığa sevk etmekle’ suçlandı. Sırtı sıvazlanan beyaz bereli tetikçiye vur emrini kimin verdiğini hâlâ bilmiyoruz. Bildiğimiz şey, defalarca tanık olduğumuz aynı yol, aynı yöntem. Takip et, tehdit et, hedef göster, düşmanlaştır, katlet, tetikçiye yık, saklan. Dün Ergenekon’dan uzanan karanlık eldi katil, bugün emniyet ve istihbaratı ele geçiren FETÖ. 10 yıldır gelmeyen adaletin nedeni; polisiyle, bürokratıyla, deriniyle, sığıyla herkesin her zamanki gibi orada olması; ama diğer yandan “Hrant’la Ermeni, Tahir’le Kürdüz” diyen insanların da hâlâ var olduğu bir ülke burası. Hrant’ın anmasına iki gün kala, dedesinin atasının bu topraklardan nasıl silindiğini sorguladığı konuşmasında ‘soykırım’ dediği için Meclis’ten kovulan HDP Milletvekili Garo Paylan’ın, “Ben bir kılıç artığıyım” deyişindeki acının hepimize, bütün Anadolu’ya ait olduğunu bilen milyonlar var. Ne kadar yok olsun isteseler de... Varız. Olacağız.