Hafta sonunda İzmir’de Narlıdere Belediyesi’nin düzenlediği Kültür Günleri’ndeydik. Bu ilkti ama katılan herkesin gözlerinde, sözlerinde, yürek titreşimlerinde gördük ki mutlaka kendini aşarak ve gelişerek devam edecek.

BirGün’cüler olarak epey sahne aldık etkinliklerde. Zeynep Altıok, İbrahim Varlı, Alper Taş, ben söyleşiler yaptık. Ahmet Büke, Eren Aysan ve Z. Altıok söyleşisi, İ. Varlı’nın korsan katılımıyla dörtlü bir sohbete dönüştü.

Onur Akın konserinde coştu insanlar. Kitap stantlarında, yazarların kitaplarını imzaladıkları masalar etrafındaki sohbetlerde, belgesel gösterimlerinde, her cümlesinden ciltler dolusu kitaplar yazılabilecek şarkıları dinlerken ruhlarımızı, akıllarımızı, fikirlerimizi beslendik.

İlhan Koçulu’nun Boğatepe deneyimini dinlerken doğru bir dokunuşla, söylemeyi bırakıp eyleyerek; göçün nasıl tersine döndürülebileceğini, kadının toplum içindeki yerinin nasıl değiştirilebileceğini, üretimin çoktan unutulduğu toprakların nasıl insanların yalnızca “tükettikleri” değil, “yararlandıkları” gıdaların üretim merkezlerine dönüştürülebildiğini öğrendik.

Praksis vardı Narlıdere’de!

Hem kapanış konserinde sahnede “biz”im şarkılarımızı söyleyen müzik grubu olarak Praksis, hem söyleşilerde anlatılan hikayelerde praksis, hem de kavramın hayattaki karşılığı olarak praksis.

Praksis dediğin ne ki? Dayanışmacı, paylaşımcı, eşitlikçi, özgürlükçü, üreten bir hayatı yalnızca konuşmakla, süslü sözcükler, ağdalı teorilerle anlatmakla kalmayıp, o anlatılanın bizzat yaşanması değil mi?

Güzel günler, ona yürümezsen sana gelmez” diyor Praksis şarkıda. Praksis de o işte. Güzel günleri yalnızca anlatmak değil; anlattığını etinle kemiğinle, kanınla canınla yaşamak. Bir yolcu olmak ve yolculuğunun yolunu inşa ederek yürümek demek işte praksis.

Praksis’in şarkılarıyla gaza geldikten sonra konuşurken, “Kıskanç bir adam değilim ama kıskandığım şeyler var” dedim. “Müzik yapabilen insanlar ve bunu daha önce de söyledim, arkasında muazzam bir sevgi biriktirerek gidenler.

Sevgiyi, dostluğu, arkadaşlığı birbirinize dokunarak besleyip geliştirmek de bir praksis. Böylesi kültür günleri, memleketin orasında burasında yaptığımız toplantılar, konuşulanlar konuştuğunuz masada kalmaz ve hayata değip hayatı değiştirmeye başlarsa paneller praksis.

Biz” bu toplantılar sayesinde birbirimize dokunabilip daha fazla “biz” olduğumuzda, her toplantımız da praksis biraz.

ODTÜ’lülüğü ve ÖTK mücadelesinin güzelliklerini paylaşan “arkadaşlar” olarak, Narlıdere Kültür Günleri vesilesiyle Şehnaz’la, Ertan’la, Mustafa’yla, Metin’le tekrar birbirimize dokunup “biz”liğimizi pekiştirebildiğimiz için de praksisti Narlıdere benim için.

Bu dünya olmamış hiç / Yıkıp yapmalı / Yıkıp yapmalı baştan” diyordu sahnede bizim çocuklar! Praksis de yapmaya başladığında oluyor işte!

Son zamanlarda memleketin birçok yerinde birbiri ardına SOL Kültür merkezleri, SOL Kültür kafeler açılıyor. Oralarda bir araya gelinsin, dertleşilsin, paylaşılsın, dayanışılsın, daha çok ve daha güçlü “biz” olunsun diye.

Narlıdere Kültür Günleri, dostlarla tıklım tıklım dolu bir bahçede Urla SOL Kültür’ün açılış keyfini yaşamaya da vesile oldu. “Burada toplananlar her gün kendilerine ‘Bugün hangi problemi çözdük?’ diye sormalılar” dedim, açılışta mikrofon uzatılınca. Olduğumuz her yerde problemleri saptamak ve onları, ele ele, birbirimizin eksiğini tamamlayarak çözmek… Solun kitleselleşip toplumsallaşmasına giden yol da bu. Bu yolda praksis var!

İşte böyle ortamlarda vallahi, bir de Praksis’i dinliyorsanız, kesin ikna oluyorsunuz: “Umutsuzluk hakkı güzel günlere saklı!