Hayatına yenilik gelmiş her insana bu soru en az bir kere sorulmuştur. Yeni evlenenler, şehir, ülke ya da iş değiştirenlerin kaçınılmazıdır.  Hayatınızda böyle bir değişiklik yaşadıysanız, karşılaştığınız ya da buluştuğunuz kişinin ilk sorularından biri bahse girerim ki « ee nasıl, alışabildin mi?” olacaktır.  (bu arada bahse falan girmem, hiç alakam olmaz, iddialı bir hava katması için öyle söyledim). Gelin görün ki bu sorunun tam bir cevabı yoktur. Bazen uzun süre aklınıza gelmeyen, geldi mi de gitmeyi bilmeyen insanlar vardır. Kovmayı beceremediğinizden ancak daha fazla misafir edemeyeceğinizi hissettiğinizden siz kalkıp gidersiniz aklınızın ortasından. Bazı sorular da işte böyle bırakmaz peşinizi. O geldi mi kalkıp gitmeniz gerekebilir.
 
Genellikle öyle derin cevaplar duymak için sorulmuş bir soru değildir. Kuracağınız muhtemel derin bir cümle karşı tarafta şok etkisi yaratabilir. Gün gelecek bu soruya alışacaksınız ama sizi varoluşsal soruların dünyasına itmesinden kendinizi kurtaramayacaksınız. Geçiştireceksiniz. Geçiştiremediğiniz zamanlarda ise verdiğiniz tüm cevapları sessizlik kovalayacak. Alışmak artık hayat karşısında sarsılmamaktır. Durup öylece bakmaktır. Her şeyin normalleşmesi, sıradanlaşmasıdır.  Evet, biraz da huzurdur. Her yerde ararız belki onu ama soru sormayı bıraktığımız anda huzur bizi kendiliğinden bulur. Zor bir yanı yok. Sorusuz hayat sorunsuz hayattır. Sorular soran kişi her zaman huzursuz kişidir. Alışamayacak olan kişidir. Bu yüzden hayır, alışamadım. Başka bir şehirde, ülkede yaşamaya da evliliğe de alışamadım. Bir farkındalık hali içindeyim çünkü. Alışmakla zaman kardeş kelimelerdir. Tuzağa düşmeyin. İsterseniz unutur gibi yapın, zamanın her şeyi ve herkesi bilinçaltınıza itmesine izin verin ama alışmayın.
 
Alkışlanmak bir kişinin başlattığı, diğerlerinin de çoğu zaman düşünmeden devam ettirdiği bir eylemden ibarettir bazen. Hepimizin büyük ya da küçük, aç bekleyen bir egosu olduğuna göre, bir iki güzel lakırdıya inanmasa bile onlarla mutlu olacaktır. Ama şunu da unutmamak gerekir ki “nasıl, alışabildin mi » diye soranların çoğu vereceğiniz mutlu cevaplar karşısında sizi sadece ya alkışlıyor gibi yaparlar ya da başkaları alkışlıyor diye el çırpmaya başlarlar. Bu soruyu her soranın üstüne çok fazla gitmek de bir yanlışlığa sürükleyebilir bizi. Çünkü “alıştım” demek arkada kalanları unutmakla eşdeğerdir bazen. Gittiğiniz yerden biri bu soruyu sormuşsa kaldığınız yere alışmanıza çok da memnun olmayacaktır mesela.  Bir sitem gizlerler bu soruda. Kısacası bu soruyu soranlar üçe ayrılır. Konuşacak konu arayışında olanlar, (genelde yüzeysel bir cevap beklerler, çoğu zaman cevabınızı dinlemezler, iyi niyetli olanlarına da rastlanır), « çabucak unutmuş gibi bir halin var » cümlesinin taşıdığı yargı ve sitemi « nasıl, alışabildin mi ? » sorusuna yükleyenler (cevabınız ne olursa olsun kafalarında yarattıklarına inanacaklar) ,ve bir imza öncesine kadar yaşadıklarınızı « zina » sayıp, siz yoldan geçerken kısık gözlerle tek bir kelime etmeksizin bakışlarıyla sizi yerden yere vuran, bir imza sonrası ise hiç çekinmeden, bir saniye bile duraksamadan « nasıl alıştın mı, ee, çocuk ne zaman ? » gibi sorularla yüzsüzce özel hayatınıza burnunu sokma hakkını kendinde görenler. (onlar olmasa hayat daha yaşanılası bir yer olabilir, en azından mahalle daha yaşanılası olur)
 
Şimdiye kadar sormuş olanlara ve bundan sonra da soracak olanlara toptan bir cevap vermeyi bir borç bilirim “ hiç alışamadım, alışacağım da yok gibi gözüküyor.” Ama kendime iyi bakacağım. Pazartesi başlıyorum hatta.