“Daha eşit, demokratik, laik ve bilimsel bir eğitim için nerelerden başlamak lazım. Nasıl düşünmek lazım, dediğimiz zaman kaynağında uzun zamandır neoliberal politikalar var. Eğitimi ticarileştirmeye açan bu genel küresel yönelime dur, demek gerek.”

‘Nasıl bir eğitim’ sorusu lüks oldu
Fotoğraf: BirGün

YUSUF TUNA KOÇ

Ankara TAKSAV’ın gerçekleştirdiği ‘Nasıl Bir Eğitim Nasıl Bir Okul’ atölyesi* çerçevesinde eğitimciler Fevziye Sayılan, Nejla Doğan, Dilek Topçu ve SOL Genç üyesi üniversite öğrencisi Yağmur Milena Sarpkaya, eğitim konusunda ülkede yaşanan güncel sorunları, ihtiyaçları ve talep edilmesi gereken ekseni tartıştı.

Ticarileşme ve Dinselleşme En Önemli Sorunlar

Fevziye Sayılan: Eğitim çoklu sorunlar yumağı içine geldi, bir kriz durumuna geldi. Daha eşit, demokratik laik ve bilimsel bir eğitim için nerelerden başlamak lazım nasıl düşünmek lazım dediğimiz zaman kaynağında uzun zamandır neoliberal politikalar var. Bunlar toplumda artıl deşifre oldu fakat kanıksandı da. Eğitimin paralı olması olağanlaştı. Devlet okullarını güçsüzleştiren eğitimin tüm düzeylerini ticarileştirmeye açan bu genel küresel yönelim nereye geldi bunlara dikkat çekmek, buna dur demek gerek.

Eğitim hakkı Türkiye’de anayasal garanti altında. Devletin yükümlülüğü altında düzenlenen ve eğitim hakkını garantiye alan eğitim uygulamasına sahip çıkmalıyız. Devlet okullarını savunmak zorundayız. 90’lardan beri neoliberal eğitim politikaları konusunda ilk konuşanlardan biriyim. 1991’de özel okulculuk ilk başladığında yüzde1 dilimindeydi. Son rakamlarla yüzde 20’ye çıkmış. Beş okuldan biri özel okul. AKP 2023 hedeflerinde de bu rakamı hedeflemişti. Eğitim hakkını ortadan kaldıran ana dinamik eğitimin ticarileşmesi ve piyasaya açılması. Özellikle köy okulları ve taşımalı eğitim sanki bağımsız sorunlarmış gibi tanımlanıyor ama doğrudan eğitim politikalarının ticarileştirilmesiyle ilgili.

2002’den beri 20 bin köy okulu kapatılıp taşımalı eğitime geçildi. Bu bir tasfiyeydi. En iyi okul çocuğa en yakın olan okuldur. Köy okulları yeniden açılmalıdır. Ticarileşme aynı zamanda okulun rutin işlerinin, temizlenmeden taşımaya beslenmeye hepsi parça parça ticarileşti.

Kamu okulda nedir, öğretmendir, öğrencidir, çalışandır. Türkiye’de kamusal eğitim meselesi devlet okulları meselesidir. Ama kamu denetimi nasıl kurulur? Eğitimin bileşenleri, öğretmenler öğrenciler ve destek hizmetleri, bunların söz sahip olduğu mekanizmalar olmalı. Böyle tanımlandığı zaman devlet okulu demenin bir sakıncası yok.

Eğitim dünyanın her yerinde sınıflı yapının yeniden üretilmesini sağlıyor kapitalist toplumlarda. Bu Türkiye’ye özgü şekilde de oturtuldu. Devlet okulu nedir, devletten ödenek alamayan yoksul donanımsız okuldur. Velinin sahip olduğu mali kaynaklar, sınıfsal çevreye göre şekillenince devlet okullarının çoğu bakımsız ve donanımsız. Kırsal bölgede bu çok daha net şekilde görülüyor. Okul müdürlerine kendi kaynaklarını kendin yarat velilerden topla deniyor. Eğitimli orta sınıf da devlet okullarından kaçıyor. Eğitimde dinselleşme ve bu donanımsızlıktan dolayı. İslamizasyon dediğimiz şeyin kendisi de eğitimli orta sınıfların kamusal eğitimden kaçışını hızlandırmış durumda. Demek ki ikinci önemli sorun eğitimde dinselleşme. Eğitimi toplumsal soruna dönüştüren krizlerden biri de salgın oldu. Eğitim eşitsizlikleri ciddi şekilde arttı. Toplumsal gelişmede bir sosyal asansör deniyordu cumhuriyetin okulları için. Yoksul öğrenciysen bir sertifika alabilirsin işçi olabilirsin. Devlet okullarının yoğun şekilde dinselleşmesi, imam hatipleştirilmesi bir kıskaç haline getirdi çocuklar için. Sorgulamanın kısıtlandığı bir eğitim yerleşti. Eski sistemde de toplumsal eleştiriye açık ve düzeltilmesi mümkün ayrımcılık sorunlar vardı. Şimdi ise dinin kültürel olarak baskısına girdi eğitim alanı. İdeolojik olarak kindar dindar nesil meselesi olarak girmişti. İmam ve müftü şimdi işleyiş içerisinde söz sahibi oldu. Bu başlı başına bir sorun. Cinsiyetçiliği ayrımcılığı da artıran bir sorun. İslamizasyon ve dinselleşme eğitimi artık tehdit eder vaziyette. Buna bağlı olarak okulların yaşadığı krizin bir sonucu da ayrımcılık ve cinsiyetçilik bir resmi politika haline geliyor. Çok yoğun şekilde bir partizanlık ve dinci kadrolaşma yan yana gidiyor. Eğitim, öğretmenlerin istihdam düzeni gibi başlıklarda dinci kadrolaşma ciddi bir erkek egemen sistemi yerleştirmiş durumda. Toplumsal cinsiyet eşitliği cumhuriyet tarihi boyunca resmi politikanın bir parçası oldu. Kusurluydu ama söylemsel şekilde parçasıydı. Şimdi ise toplumsal cinsiyete karşıyız deniyor açık şekilde. İmamlarla ağız birliği içerisinde konuşuyor eğitim yöneticileri.

Özel Okullar Eğitimin Travması

Dilek Topçu: Altındağ bölgesinde bir özel okulda çalışıyorum. Ankara’nın en sorunlu bölgelerinden biri. Hem idareci hem öğretmen olarak bu kurumda çalıştım. İnsanlar neden özel okul tercih ediyor? Ben de eskiden karşıydım ama şu an ben de kendi düşüncemde bir özel okula götürmeyi düşünüyorum. Velilerin kayıt aşamasındaki tercih sebeplerinden söz etmek istiyorum. “Devlet okulu yakın belki ama 45 kişilik sınıflar var, pandemi koşulları bitse de değil ders işlenmesi çocuğun ismi ezberlene kadar sorun yaşanır”. “Sınıf öğretmenimle görüşemedim idareci ile görüşemedim” Okullarda şiddet sorunu da ciddi bir etmen. Şiddet probleminin önüne geçilemiyor. Orta okul tercihlerinde velilerin alternatifi kalmıyor. Ya imam hatip okuluna gitmek zorunda ya meslek lisesine eğer yüksek puanı yoksa. Bu alternatifsizlik de özel okulları tercihe sürüklüyor. Bir etmen de diploma satın alma. Hayalet öğrencilerimiz oluyor, derse girmiyor, sınavlara girmiyor, parayı verip mezun oluyor.

Bütün okullarda artık öğretmenlere koçluk adı altında sürekli veliyle her gün her saat iletişim kurulmak zorunda, Whatsapp grupları kurulmak zorunda. Özel okullar şahısların yönettiği yerler. Şahıs kendi ideolojisine göre bir okul yönetiyor. Okullarda kuran kursu verelim deniyor. Dil öğretmenleri kulüp çalışması adı altında kuran kursu versin deniyor. Kararı yalnızca idarecide. Milli eğitime dahilmiş gibi gösteriliyor özel okullar ancak ideolojik olarak idareciye kalmış durumda yalnızca. Öğretmenin böyle olmamalı dediği noktada işsizlikle tehdit ediyor. Eğer art niyetli, sizi kalıba sokmak isteyen insanların okullarındaysanız, kız öğrenciler ciddi şekilde baskı altında kalıyor. Kamera sistemi ile özel hayatın gizliliği diye bir şey kesinlikle kalmıyor yaptığınız her şey veli tarafından gözetleniyor. Örneğin mini etek giydiniz ve bu oradaki adama ters ise ailene şikayet ederim denerek baskı altına alınıyor öğrenciler. Veliler hırsızlık olsa biliriz kavga olsa izleriz diye bakarken çok ciddi travmaların yaşandığı bir araca dönüşüyor.

Biz eğitimde eşitlik olsun diyoruz, devlet okullarında bu zaten söz konusu değilken özel okullarda ise asla söz konusu olmuyor. Laiklik konusunda neyin ne olduğunu velilere anlatmak zorunda kalıyoruz. Eğitim konusunda özel okul eğitimin bir travması. Ticarethane olarak baktığınız zaman herşey olması gerektiği gibi. Öğretmenler konusunda; iki öğretmen yan yana gelemiyor birbirini göremiyor, 8-10 saat derse giriyor. Etütler ile kurslar ile bu süre daha da artıyor. Avantaj sınıfların az kişi olması ancak sürekli koşuşturma içerisinde olan öğretmenler birbirleriyle konuşamıyor. Ders saatleri çok fazla ve çalışma koşulları Türkiye’nin belki en başından beri ciddi bir sorunu. Eskiden kurslardan özel okullardan öğretmenler para kazanırmış. Şu an öyle değil. Asgari ücretin üzerinde bir ücreti kazanamıyorsunuz. Mezun çok fazla çünkü. Ne kadar ihtiyacın varsa o kadar bölüm açarsan bu kadar işsiz olmayacak, mecbur olmayacaksınız, şartlar daha düzgün olacak. Sigorta yapılmıyor. Aylarca bahanelerle sigortasız çalıştırılıyor. 12 ay maaş ve sigorta çoğu okulda yok. 10 aylık sözleşmeler yapılıyor. İşten çıkarma konusunda okulların eli çok rahat. Karşısında öğretmen varmış gibi konuşulmuyor asla.

Nasıl bir eğitim kısmını sorgulayacak bir vaktimiz asla olmuyor. Öğretmenlik hayallerimizin ertelendiği, başkalarının elinde şekil aldığı bir süreci yaşıyoruz, devam ediyoruz. Umarım bir gün her şey normale döner.

Öğrenciler, yüksek kira fiyatları ve yetersiz yurt sayısı nedeniyle pek çok geceyi park ve bahçede geçirmişti.Öğrenciler, yüksek kira fiyatları ve yetersiz yurt sayısı nedeniyle pek çok geceyi park ve bahçede geçirmişti.

Üniversiteye Yerleşenler Evine Dönüyor

Yağmur Milena Sarpkaya: Özellikle çok çocuklu ve imkanı az olan aileler için salgında eğitime ulaşmak hayal oldu. EBA çoğu açıdan yetersizdi. Özel okullar ise salgın sürecinde eğitime ciddi önem verdi, öğretmenlere mobbing uyguladı, tatillerini yedi. Bu şekilde öğrenciler arasında fırsat eşitsizliği giderek arttı. Bu durumda üniversiteye geçiş süreci çok ciddi bir yıkım oldu. İnsanların iki yılı boşa geçti. Çoğu öğrenci üniversiteye giremedi. MEB’in 12. Sınıflardan devamsızlığı kaldırması, açık, uzaktan eğitim süreçleri eğitimden kopmayı çocuk işçiliği artırdı. Üniversiteye giren öğrenciler ise nasıl barınabileceğini bilmiyor. Her ilde üniversiteler ve özel okullar ile çok öğrenci yerleşmiş gibi duruyor ama öğrenciler yakın yer olsun ailem ile kalayım barınma sorunu çekmeyeyim diyor, ilindeki okula gidiyor. Bu okulların çoğunun kadrosu yok eğitimin niteliği yok. İyi, geleneği olan bir okula girmek isteyen bir öğrenci barınamıyor, okula yakın evlerin kiraları uçtu, çok az KYK yurdu var, özel okul fiyatları da çok yükseldi. Yerleşen öğrenciler okulu dondurup aile evine dönmek zorunda kalıyor. Bakanlığın genelgesi de bu soruna çözüm bulmuyor. KYK yurtlarının kapasitesini artıracağız demek 4 kişi kalan odaya 8 kişi yerleşecek demek. STK yurtlarına yerleştireceğiz demek cemaat yurtlarına mecbur bırakacağız demek. İntiharlar oldu bu yurtlarda. Aile evinden çıkıp baskı yaşayacağı bir yurda gidiyor öğrenci. KYK yurtlarında bile odada dahi ne giyeceğine karışılırken, öğrencilerin çoğu nasıl bir eğitim sorusuna dahil gelemiyor. Birçok sınıf arkadaşım okulunu dondurdu gitti. Tarikat ve cemaatlerin yurtlarının olması, gençlerin üzerinde ciddi bir baskı ve beyin yıkama, kuran okumalar, oruç tutma zorunluluğu gibi uygulamaların karşısında durmak yerine bunu STK kılıfıyla güçlendirmek gençliğin hayatına yapılan bir saldırı. Bu yurtların kamulaştırılması gerekirken, kamunun yurtları cemaatlere veriliyor.

Kira meselesi de öğrencinin çaresizliğinden çıkar elde etme meselesi. Kampüsler ise bizim yaşam alanlarımız ve yaşanılabilir hale getirilmesi gerekiyor. Pandemi sürecinde kampüslerin kırtasiyeler, kantinler, vs. kapatıldı. Yurt ücretleri zaten yüksek, öğrenci en temel ihtiyaçlarını karşılayamadan geçinmeye çalışıyor. Barınma, beslenme gibi ihtiyaçlarını karşılayamıyor öğrenciler.

Eğitim Yeniden Eşitleme Temelli Olmalı

Nejla Doğan: Son verilere göre Türkiye’de asgari ücretle çalışan oranı yüzde 57. Nüfusun yarısı açlık sınırının altında çalışıyor, yoksulluk sınırına yaklaşmıyor. Tüm kademeler için eğitim masrafı ciddi bir külfet. Geçtiğimiz yıla kıyasla bile bir öğrencinin kıyafet ve kırtasiye masrafı üç katına yaklaşmış durumda. Gıda, ısınma, faturalar gibi ihtiyaçları bile karşılayamazken bu harcamalar ikincil giderler oluyor. Hala da velilerden masraflar için okullar destek istiyor. İnsanların gıdaya, temiz suya ulaşamadığı noktada okul masrafları velilere yüklendiği zaman ne oluyor? Ulaşım ve beslenme parası çocuğun cebine konamadığı zaman okul terki ortaya çıkıyor. Aile o kadar yoksullaştıysa çocuklar bir şekilde hane geçimine katkıda bulunmak zorunda kalıyor. Yarı zamanlı çalışmak zorunda kalıyor çocuklar. 720 bin civarı çocuk işçi olduğu söyleniyor Türkiye’de. Mesleki eğitim merkezlerine de 750 bin civarında çocuk yönlendiriliyor. Haftanın 4 günü işe 1 günü okula gidiyor bu çocuklar aile bütçesine katkıda bulunurken diploma alabilmek için. Bunlar yalnızca kayıtlı rakamlar. Göçmen çocukları zaten bu istatistiğe dahil değil.

Kendi kaderiyle baş başa bırakılmış milyonlarca çocuk ve gençten bahsederken eğitim hakkı nasıl bir eğitimin temelini oluşturuyor. O zaman başta dezavantajlı durumdakiler olmak üzere eğitimin barınma, ulaşım, beslenme gibi ihtiyaçlarını gidermek üzerine düzenlenmesi gerekiyor. Her öğrencinin okula erişimi ücretsiz olmalı. Her okulda bir öğün sıcak yemek olması gerekir. Kırtasiye, kıyafet desteği sağlanması gerek. Bunlar çok büyük bütçeler istemiyor. Yurttaşların vergileri üzerinden kolayca sağlanabilir. Nasıl bir eğitim, tüm kademe ve fırsatlarda tam eşitliği sağlayan bir okul. Nedir hak temelli eğitim? Barınmayı, beslenmeyi düşünmeden fırsat ve seçeneklerle donatılmalı öğrenciler. Kız çocuğu olduğu için engelli olduğu için yoksul olduğu için geride kalmadığı bir eşitlikten söz ediyoruz. Ortada bir hak kalmış değil her gün de bu hakların daha fazla gaspa uğradığını görüyoruz.

Eğitim artık bir eşitleşme alanı olarak görülmüyor. Ticarileştirme eğitimin içini boşalttı, amacını değiştirdi. Eğitim harcamaları tasarruf kalemi haline geliyor, kar zarar hesabına sıkışıyor. Tasarruf edilmesi gereken bir alan değil eğitim. Bu harcamaların azaltılması da özel okulların önünü açıyor, yoksul halk kesimlerinin niteliksiz eğitime mecbur olmasını getiriyor. Eğitimin bütçeden aldığı pay azalınca öğrencilerin ve velilerin üzerindeki yükün gittikçe arttığını görüyoruz. Eğitim de eşitleyicilik formundan çıkmış oluyor. Eğitimi eşitleyici değil eşitsizliği derinleştirip kalıcı hale getirecek bir araç olarak kullanırsanız bugünkü eğitim sistemiyle karşılaşırsınız.

Bu eşitsizlikler neye yarıyor, yoksul halk çocuklarını kölece bir düzende çalışacağı vasıfsız işçi haline getirmeye yarıyor. Bir yanda devlet eliyle niteliksizleştirilmiş, içi boşaltılmış kamu okulları var bir yanda çok geniş bir ücret ve hizmet skalasında özel okullar var. İki farklı okul türünden iki farklı insan tipi çıkacak. Bu özellikle yoksul çocuklar için yoksulluğu kuşaktan kuşağa aktaran bir kademe haline dönüştürüyor. Eşitlik yoksa yurttaşlıktan da bahsedemeyiz. Yurttaşlıktan bahsedemiyorsak ve eğitim bugün çok büyük bir kesimde hoşnutsuzluk sebebiyse bir toplumsal meşruiyetten de söz edemeyiz. Toplumun genel tarafından kabul gören, meşru görülen bir eğitim yok, yalnızca ayrıcalıklı kesimler için bu geçerli.

Bu meşruiyet krizinin en önemli göstergesi eğitimin hedeflediği kuşaklar üzerinde inandırıcılığını kaybetmiş olması. Umudu, fırsatları çağrıştırması gerekirken eğitim denince akla gelen umutsuzluk, bıkkınlık, boşa harcanan para ve zaman. Milyonlarca gencin temel problemi bu. Eğitimi yeniden bir eşitlik alanı ve toplumun geneli yararına oluşturulması gerekiyor. Okulu yeniden halkçı bir şekilde yapılandırarak, mevcut dezavantajları okulun sunduğu olanaklarla gidermek gerekiyor. Okulun sağladığı spor, sanat faaliyetleri, teknolojik destek, tüm bunların çocuğun yaşadığı dezavantajları gidermesi gerekiyor. Bu bir ütopya değil. Geçmişte de okullar mükemmel değildi ama yine de herhangi bir mahalledeki herhangi bir okulda ortalama bir eğitime erişilebiliyordu, bir kütüphane bir spor salonuyla karşılaşılabiliyordu. Bu bugün tamamen yitilmiş durumda. Mahalledeki okul imam hatip ve meslek lisesi ile özdeşleşmiş durumda. Orta öğretimdeki tüm liselerin yüzde yirmisi imam hatip, yüzde altmış dördü meslek lisesi. Var olan okulların üçte ikisi imam hatip ve meslek lisesi. Güzel sanatlar, spor ve sosyal bilimler liseleri yüzde birlik bir dilimde bile değil.

Orta sınıflar hızla devlet okullarından kaçmaya başladı bu yüzden. Veliler çocuklarım meslek lisesine gitmek istemiyor. Nitelikli okulların da ciddi kısmı meslek lisesine dönüştürüldü. Bu yüzden, özellikle 4+4+4 ile birlikte çocuğun okulda herhangi bir dinsel argümanla karşılaşmasın diye aileler özel okullara kaçmaya başladılar.

Lise kademesinde özel okul ve devlet okulları sayı olarak başa baş durumda. Genel eğitim veren devlet okulları ile özel okulların sayısı neredeyse denk durumda. Türkiye’deki tüm öğrenciler denk durumdaymış gibi aynı sınavlara girmelerinin de meşruiyeti yok. Düşünün ki bir sınıfta tüm örnek soruları çözüp tüm konuları anlatıyorsunuz, diğerinde hiçbirini yapmıyorsunuz ama aynı sınava sokuyorsunuz. Yaşadığımız durum bu. Yoksul bir öğrencinin kendi zincirlerini kırıp bir üst seviyeye geçilmesi asıl hayal olan. Vasıfsızlaşmayı örgütlemek üzerine kurulmuş bir eğitim sistemi var.

Herkes için tam okullaşma, tamamen parasız, zorunlu, eşit bir eğitim talep etmeliyiz. Çocukların kendi potansiyellerini yeteneklerini, amaçlarını keşfedebilecekleri bir eğitim olmalı. Mesleki eğitim ancak bu aşamadan sonra, her çocuk kendi yeteneklerini potansiyellerini keşfettikten sonra kendi terchilerini yapabileceği noktada seçmelidir. İlkokullardaki okullaşma oranları yüzde 95’e düşmüş durumda. İlkokulda yüzde 5’lik bir kayıp önemli bir kayıp. Okur yazarlığın öğrendiği temel. Lise kademesinde bu oran yüzde 12’nin üzerinde ki buna açık orta okul ve açık lise dahil değil. Onlar sistem içerisinde görülüyor hala. Bu çocuklar nerede? Evlendirildiler mi, işçi mi oldular, medreseye mi kaydettirildiler bunları bilmiyoruz. Bir milyon çocuğun tarikat yurtlarıyla bağlantılı olduğu söyleniyor. Bu buzdağının görünen yüzü. MEB ile kayıtlı olmayan sıbyan mektepleri, medreseler olduğunu da biliyoruz. Milli Eğitim yurtlarının yüzde yetmiş beşi dernek ve vakıflara ait. MEB’in kendi yükü yüzde 25 ve kademeli olarak da azalıyor. Kamusal eğitim ve laiklik mücadelesi iç içe olmalı. Laik, bilimsel eğitim para ile olmamalı, laik eğitim hakkı da garanti altına alınacak şekilde organize olmamız, bunun maddi bir külfet olmamasını sağlamamız gerekiyor. Çocuğun haklarının, yaşam koşullarının ailesinin külfeti olmadığı bir yaşamı organize etmemiz gerekiyor. En azından kısa vadede yoksul ailelerin desteklenmesi ve çocukların çalışmak zorunda bırakılmaması, gerici odakların yurtlarına bırakılmaması gerekiyor.

*TAKSAV’ın bu dönem gerçekleştireceği politika atölyelerini önümüzdeki dönemde de BirGün Pazar sayfalarında Politika Notları başlığı ile okurlarımıza ulaştıracağız.