Kaçınılmaz seçim her geçen gün yaklaşıyor. 2010 referandumundan bu yana yapılan her seçim öncesine, “önümüzdeki seçim çok önemli”, “kader seçimi” ifadeleri ile hazırlanıldı. Kimi zaman RTE- AKP iktidarı kullandı bu sloganı, çoğu zaman da muhalefet. Son on yıldır “bu seçim son seçim olabilir” diye gidiliyor seçimlere.

Bu son seçim olabilir iddiaları altında çok sayıda seçim ve referandum yapıldı. 2019 yerel seçimleri dışında tüm seçimleri RTE-AKP kazandı. 7 Haziran 2015’ i kaybetti sadece. Onda da hazirandan kasıma kan gölüne dönen ülke pahasına seçim yenilendi ve yine kazandı. RTE, 2015 seçimlerinden ders almış gibi 2017 referandumu ile rejimi değiştirip, 2018 seçimi ile “tek adam” lığını meşrulaştırdı.

2002 den bu yana yapılan yerel, genel seçimler ve referandumlar iki şekilde okunabilir. İlki, güçlendikçe daha da güçlenen RTE gücünü yasal zemine oturtarak ilerliyor, yeni bir rejim inşa ediyor. İkinci okuma ise her zayıfladığında şiddet pahasına seçim ve yönetim sistemine müdahale ederek kendini korumaya çalışıyor.

2015 genel, 2019 İstanbul yerel seçimlerinin tekrar edilmesi ve HDP’li belediyelere kayyum atanması ikinci seçeneği doğruluyor görünüyor.

***

Öyle ise aslında en azından son on yıldır RTE’ nin düşmemeye çalıştığını söylemek doğru olmaz mı? Kaybetmemek için yasa tanımayan, seçimlere sürekli müdahale eden, referandumlarla rejimi değiştirerek ayakta kalmaya çalışan, bu uğurda meşru gayri meşru her tür ilişkiye açık, yeri geldiğinde Fethullahçılarla, Kürtlerle ya da PKK ile ya da HDP ile yeri geldiğinde MHP ile pazarlık yapan birinden söz etmiyor muyuz? Yetmez Ama Evetçi liberaller (kendi deyimleriyle kullanışlı aptallar) ile bile iş tutmadı mı?

Bu durumda giderek gücüne güç katan çok güçlü birine karşı mı seçime giriliyor, yoksa düşmemek için “her şeyi yapabilecek” birine karşı mı?

Bu sorunun önemi, RTE’ye karşı öne çıkacak adayın kim olduğu değil nasıl biri olması gerektiği sorusuna verilecek yanıtı belirleyecek olması.

RTE’nin en belirgin ve pek maharetle uyguladığı siyasal pratiğinin özü; bölme ve düşman yaratma siyaseti. Biz ve düşmanlarımız, siyah ve beyaz, iyi ve kötü, dindar ve gavur, kahramanlar ve hainler ve benzeri çok sayıda ikili karşıtlık kurarak iş tutuyor siyasette. Özü Amerikan yeni muhafazakarlığının “ya bendensin ya hain” ikiliğine dayanan çeşitlemeler. Hiç ilginç değil ama RTE-AKP’nin önümüzdeki seçimler için ana sloganı olan “Türkiye Yüzyılı” ifadesi bile Bushgillerin “Yeni Amerikan yüzyılı” sloganının tıpkısının aynısı. Bu aynılık, vasatın da altında oldukları bilinen AKP iletişim ve medya üreticilerinin basit bir kopyala yapıştır işgüzarlığı değil sadece. Aynı zihniyetlerin aynı akıl yürütmeleri kullanması ile ilgili.

***

RTE-AKP düşmanlaştırma siyasetini siyasi rüşvetle yanına çekme operasyonu ile eş zamanlı yürütüyor. Her defasında muhalif gruplardan birini “reddetmesi mümkün olmayan” bir öneri ile yanına çekerken, diğerlerini “hainler” torbasına dolduruyor. Avrupa Birliği’ne giriyoruz, 12 Eylül Darbesi yargılanacak, Çözüm Süreci, Milliyetçilik; her defasında siyasi rüşvet, vaat, iltimas, ayrıcalık vererek yanına aldıklarıyla seçim kazanabiliyor.

Şimdi yazının başlığındaki soru! RTE ancak karşısına, RTE tarzı lider çıkarsa mı kaybeder, yoksa tam da RTE’nin antitezi gibi bir lider mi onu ve temsil ettiği zihniyeti seçimlerde yener? Düşmanlaştırma ve bölme siyaseti ancak iktidar olanakları elinizde ise işe yarayabilir, hele ortada demokratik bir rejim yoksa bu tarz siyasetin hiçbir şansı olmaz. Bakınız Ümit Özdağ! Tek adam gücünü elinde toplamış, antidemokratik zihinli kaybetmek üzere olan ve bundan çok korkan düşmanlaştırma siyasetçisinin karşısına çıkacak lider, toplumu “en en” asgari müştereklerde birleştirme vaadini inandırıcı olarak verebilecek biri olmalı. Haftaya bu nasıl olurla devam edelim.