Yarım kalmış sanayileşmenin, yarım kalmış ve geriye gitmiş aydınlanma devriminin ileriye ve halka taşınmasının tercihli araçları, eskiden olduğu gibi KİT’ler olmalıdır. Bu denenmiş ve başarılı olmuş sanayileşme, bölgesel kalkınma ve aydınlanma araçları, aynı amaçlarla yeniden devreye sokulmak zorundadır.

Nasıl bir sol program?

Oğuz Oyan

Düzen-içi olmayan bir programı en maksimalist haliyle sosyalist bir ekonominin kurucu programı olarak anlamak mümkündür. Mesele böyle konulduğunda, ekonomi programını bir sosyalist toplum projesi çerçevesi içine yerleştirmek gerekir. Sosyalist/komünist bir siyasal oluşum kendi parti programına hedefindeki sosyalist bir toplumun ekonomik-sosyal programının genel çerçevesini veya onun temel öğelerini işlerken kuşkusuz ütopyalarını da devreye sokacaktır.

Ama, ütopyalarınızı terk etmeden, eğer güncel bir somut toplumsal formasyon düzleminde mevcut kapitalist sistemin sınırlarını zorlayarak bir alternatif program oluşturmak istiyorsanız (isterseniz buna “geçiş” programı deyin), önerileriniz sistemin sınırlarını zorlasa dahi son tahlilde sistem-içi çözümler önermek durumundasınızdır. Kuşkusuz bu daha kolay öngörülebilir ve planlanabilir bir adımdır, dolayısıyla bir bakıma daha “gerçekçi”dir. Bu yazıda yapılacak olan budur. (TİP’in 1978 tarihli “Demokratikleşme için Plan, 78-82” başlıklı hacimli çalışması da, esas itibariyle, bu yöndeydi).
Türkiye’nin bugünkü açmazlarına çözümler önerecek bir sol program kuşkusuz çok kapsamlı olacaktır. Böyle bir girişim, tek kişinin taşıyacağının çok ötesinde sorumlulukların üstlenilmesini yani geniş bir grup çalışmasını gerektirir. Bu nedenle konuyu ekonomi boyutuyla sınırlayarak bir ilk alıştırmaya girişmek istiyoruz. Buna rağmen, sınırlanmış haliyle bile böyle bir çaba buradaki görece kısa makalemizde özetlenemeyecek kadar ayrıntılı olmak zorundadır.

BAŞLANGIÇ KOŞULLARI

Konuyu “ekonomi boyutuyla sınırlamak” bile, şu başlangıç saptamalarını zorunlu kılıyor:

(i) Ekonomide “makas değiştirmek” (bu ifadeyi sevgili Serdar Şahinkaya’nın son kitabından alıyoruz; bkz. Sol Portal, 18 Şubat 2020 tarihli yazımız) söz konusuysa eğer, bunun arkasında güçlü bir siyasi irade ve halk desteği olmalıdır. Çünkü mevcut düzenin dışında bir program öneriyorsanız, içerden ve dışardan gelecek sert tepkileri karşılayabilmeniz gerekir. Böyle bir güçlü irade ise, tanım gereği, asgari koşul olarak AKP döneminin son bulmasını gerektirir. (Gerçi bu yetmez ama şimdilik burada duralım).

(ii) Siyasi önkoşulun mutlaka hukuki önkoşul ile desteklenmesi gerekir. Bu da Anayasa'nın ve ona bağlı yasal mevzuatın değiştirilmesini gerektirir. (Gerçi erkler birliğinin getirdiği olanaklar ekonomide sert bir makas değişimini kolaylaştırabilir görünüyor; ancak ilk başta yapılmazsa bugünkü monolitik iktidar yapısına sonradan müdahale edilmesi zordur; kaldı ki, kitlelerin bu hedef olmaksızın yeni bir siyasi çoğunluk oluşturması zordur).

(iii) Sol bir programın uygulanma koşullarının oluşturulabilmesi için bugünkü hastalıklı ekonomik-mali yönetim şemasının mutlaka değiştirilmesi gerekir.

(iv) Üst/orta kademe ekonomi/maliye bürokrasisinin yeni kadrolarla tamamen ikame edilebilmesi gerekir. Bunun için kadro çalışmalarının, muhalefet sürecinde başlatılması zorunludur.

(v) Sonuç alınması gecikmeli olacaksa da, köklü bir eğitim devriminin -laiklik temelinde- bu sürece eşlik etmesi gereklidir.

Kısmen ekonomi-dışı sayılan bu koşulların sağlanamaması alternatif bir ekonomi programının uygulanmasına engel olabilir, ancak böyle bir programın hazırlanmasına engel oluşturmaz. Dolayısıyla sol bir ekonomi programı her koşulda hazırlanmalı ve toplumun dikkatine sunulmalıdır. Çünkü bu programın kendisi bile bir iktidar mücadelesinin parçası olmak durumundadır.

ALTERNATİF PROGRAMIN ÇERÇEVESİ

Alternatif bir ekonomi programı hazırlanırken de dikkate alınması gereken başlangıç meseleleri vardır:

(i) Böyle bir program, dışa bağımlı bir ekonomik yapıda, kapitalist/emperyalist sistemin merkezi ülke ve kurumlarından gelecek tepkileri de hesaba katarak, bazı uluslararası angajmanlarından çekilme hamlelerinin hızını ve çapını iyi hesaplamak durumundadır. Örneğin, dış dünya ile sermaye hareketlerini denetime almaya yönelik bir hamle bu programın kritik önkoşullarından biridir, ama zamana yayarak tedrici bir geçişe pek uygun değildir. Sermaye hareketleri kontrol altına alınamadan ne döviz ve faiz araçlarına eşanlı bir müdahale mümkün olabilir ne köklü bir vergi reformunun zemini oluşturulabilir, ne de gerekirse dış borçların yeniden yapılandırılması gibi cesur adımlar atılabilir. Korumacı eğilimlerin yükseldiği bir dünyada sermaye hareketlerinin denetimi girişimi belki dünden daha az zor olabilir.

(ii) Türkiye, erken-sanayisizleşme sürecine girmiş yani sanayisi yeterli olgunluğa erişemeden Gayri Safi Yurtiçi Hasıla (GSYH) içindeki payı azalmaya başlamış ülkeler grubuna girdiğinden, yoğun bir sanayileşme patikasına girilmesi şarttır. SSY oranının arttırılması ve bunun içinde imalat sanayii yatırımlarının payının yükseltilmesi zorunluluğu, salt özel sektörün özendirilmesiyle sağlanabilecek bir süreç değildir. Dolayısıyla kamunun SSY içindeki payının, imalat sanayii dahil, yeniden yüksek bir orana çıkarılması gerekir. Bunun adı, dünyada giderek önem kazanan “devlet-kapitalizmi” veya bizdeki adlarıyla “devletçilik” veya “karma ekonomi” eğilimleridir. Sosyalist solun bu yöndeki programı, CHP’nin kendi programına ve tarihine sahip çıkma baskısını da oluşturacaktır (Bu, CHP açısından en maksimalist program anlamına gelecektir ve bu yöne hemen girmesi kolay değildir; ama baskının çift yönlü faydası olacaktır).

nasil-bir-sol-program-691816-1.
Türkiye’nin ekonomik ve sosyal sorunlarını palyatif önlemlerle, sulandırılmış/yumuşatılmış bir AKP ideolojisiyle, mali ve siyasi emperyalizmle uzlaşan sermaye eksenli IMF politikalarıyla çözmeye çalışacak siyasi alternatiflerin ömrü kısa olacaktır.

(iii) Yarım kalmış sanayileşmenin, yarım kalmış ve geriye gitmiş aydınlanma devriminin ileriye ve halka taşınmasının tercihli araçları, eskiden olduğu gibi KİT’ler olmalıdır. Bu denenmiş ve başarılı olmuş sanayileşme, bölgesel kalkınma ve aydınlanma araçları, aynı amaçlarla yeniden devreye sokulmak zorundadır. Özelleştirilmiş KİT’lerin stratejik önemde olanlarının yeniden kamu ekonomisine kazandırılması yanında yepyeni KİT oluşumları da gündeme getirilmelidir. Doğalgaz, elektrik, su gibi kamu mallarının üretim ve dağıtımında kamu tekelinin yeniden kurulması ve halkın özel şirketlerin kâr hırslarından kurtarılması şarttır.

(iv) Türkiye’nin yoğun bir sanayileşme programı başlatabilmesi ve lokomotif güç olarak kamu yatırımlarının öne geçirilmesi demek, çok ciddi ölçeklerde iç ve dış kaynak ihtiyacını büyütecektir. Kaynak savurganlıklarının önlenmesi, yatırım ve harcama tercihlerinin değiştirilmesi gereklidir ancak yeterli olmayacaktır. Dolayısıyla iç kaynak sorununun vergileme ve kentsel rantların kamuya döndürülmesi üzerinden karşılanması gerekecektir. Sermaye hareketlerinin kontrol edilmeye başlanması, dış kaynak sorununu büyütücü etki yaratabilecektir; bunun dış borçların vadesinin uzatılması yoluyla kısa/orta vadede çözümlenmesinin rahatlatıcı sonuçları olacaktır. Ama bu bir “kol bükme” meselesidir ve tekrar başa dönersek, güçlü iç desteğe ve sermaye hareketlerinin kontrolüne ihtiyaç gösterir.

(v) Neoliberal programların örgütlü bir yolsuzluk ekonomisiyle birlikte uygulandığı geçtiğimiz dönemlerin tahribatlarının giderilmesi üç alanda kararlı tutum alınmasını gerektirmektedir. Bir, her yıl işgücüne katılan nüfusu aşan miktarda istihdam yaratacak bir kalkınma modelinin benimsenmesini; iki, gelir ve servet dağılımında ortaya çıkan bozulmaların giderilebilmesi için çok güçlü sosyal programların, gelir ve vergi politikalarının devreye sokulmasını; üç, geçmişe sünger çekilmeyerek kamu kaynaklarını ve ülke zenginliklerini yağmalayanlardan hesap sorulmasını zorunlu kılmaktadır.

BAZI ÖNEMLİ POLİTİKA ALANLARI ve ARAÇLARI

Bu yazının sınırlılığı çerçevesinde ana başlıklar halinde şu konuları belirtebiliriz:

(i) Türkiye ekonomisi “üçlü imkânsızlık” kısıtından kurtarılmalıdır: Dışa açık ekonomi koşullarında faiz hadleri ile döviz kurunun her ikisine birden doğrudan müdahale edilemiyorsa, o zaman dışa açık ekonomi koşullarını değiştirmekle işe başlanmalıdır. Esasen, değindiğimiz ve değinmediğimiz (spekülatif saldırılar gibi) konular bakımından da sermaye hareketlerinin kontrolü gerekecektir.

(ii) Eğer birinci şık geçerliyse, o zaman TCMB’nin dış dünyaya karşı daha bağımsız para ve döviz politikaları izlemesi olanağı doğacaktır. TCMB, mevcut görevi olan TL’nin değerini korumak yanında, döviz tevdiat hesaplarının artışını ve dolarizasyonu durdurabilecektir. Daha önemlisi, TCMB bir ekonomik kalkınma hedefine sahip olacaktır. (FED bile bu hedefe sahip)!

(iii) Kamu yatırımlarının imalat sanayii, madencilik, enerji ve tarım alanlarında yoğunlaşması sağlanmalı, ithal ikameci politikalar yeniden tasarlanmalıdır. Devletin madencilik alanında özelleştirmeci politikası terkedilmeli, enerjide dışa bağımlılık hızla azaltılmalıdır. Böylece hem ödemeler dengesi sorunları hafifletilecek, hem teknoloji üretiminde kamu lokomotif sektör konumuna getirilecek, hem de kamu istihdamı ve kamuda gelir artırıcı politikalarla ekonomik büyümenin kaynakları desteklenecektir.

(iv) AKP döneminde eğitim ve sağlık alanlarında yapılan tahribatların giderilmesi ve yeni emek politikalarının hazırlanması için bu alanlardaki harcamaların da ciddi ölçeklerde artırılması şarttır. Yeni dönemin emek politikası, iyi eğitimli- yüksek nitelikli- yüksek ücretli- örgütlü emekçi sınıfının toplam istihdamdaki payının artırılmasına dönük olmak zorundadır. Bu konuda sendikalarla birlikte hareket edilmesi kritik önemdedir.

(v) Tarım politikalarını dönüştürebilecek başlangıç ölçütü, IMF’nin koyduğu temel çıpa olan destek sınırlamasının kaldırılmasıdır. Tarım Kanunu tarıma en az GSYH’nın yüzde 1’i kadar destek verilmesini öngörürken uygulamada yüzde 0,4 düzeyindedir. Sol bir programın asgari ölçütü, “tarımın GSYH’ye katkısının en az üçte biri kadar tarımsal destek” olmalıdır. Bu da bugün için yüzde 1,9’dur. Yani mevcut destekler beş katına yakın artırılmalıdır. Bu artışın önemli bir bölümü tarımsal sulama yatırımlarına ve verimlilik artışlarına ayrılmalıdır. Diğer bir alan, kooperatifçiliğin desteklenmesi olmalıdır. Türkiye tarımı, girdilerden nihai ürünlere uzanan dışa bağımlı yapısından kurtarılmalıdır.

(vi) Vergi politikaları alanında neler yapılması gerektiğine 29 Aralık 2019 tarihli BirgünPazar yazımızda (Sol Bir Programın Vergi Politikası) oldukça ayrıntılı bir biçimde değinmiştik. Burada da kısaca belirtelim: Türkiye’de sol bir vergi politikasının, dolaylı vergilerin payını azaltmak ile ücretlilerin Gelir Vergisi (GV) payını azaltmak gibi iki başlangıç hedefi olmak zorundadır. Ancak bu önlemler vergi gelirlerini azaltıcı niteliktedir. Kamu ekonomisine yeni bir önem verecek olan sol bir programın vergi gelirlerinin azalmasına kayıtsız kalması beklenemez. Demek ki, ikinci iş olarak, bu azalışları telafi etmek üzere, ücret dışı gelir kategorilerine ve vergilendirilmeyen alanlara yönelmek gerekecektir. Bu da, toplumun geniş kesimlerini, özellikle de emekçi sınıfı yanına almayı gerektirir. Sınıfsal güç ilişkilerinde reel bir kırılmaya ihtiyaç olacaktır.

Sermaye, dolaylı vergilerin azaltılmasını fiyatlara yansıtmayarak bir avantaja çevirmek ister; bununla da mücadele gerekir. Dolaysız/dolaylı vergilerde sermayeyi kayıran vergi istisna ve muafiyetlerinin (sermaye lehine olanların en az yüzde 90’ının) ayıklanması üçüncü önemli iştir. Vergi harcamaları (vergi bağışıklığından yararlanlardan tahsil edilmeyen vergi gelirlerinin), sadece 2020 yılında 195,6 milyar TL’lik bir gelir mahrumiyeti anlamına gelmektedir. Öte yandan, bunun dışında da sermayeye çeşitli gelir ve servet transferleri yapılmaktadır. Bunlar, SGK primlerinin veya asgari ücretlinin, ücretinin bir bölümünün devletçe (tabii İşsizlik Sigortası Fonu üzerinden) karşılanmasından tutun, arsa, bina gibi taşınmazların sermayeye şartlı veya şartsız, düşük bedelli veya bedelsiz devri gibi bir dizi mekanizmayı içermektedir.

Dördüncü hamle, ücret dışı GV yükümlülerinin gelirlerinin toplanarak artan oranlı tarifeye tâbi tutulmasıdır. Böylece örneğin şirket ortaklarının kâr payları GV’nin artan oranlı tarifesi üzerinden vergilendirilecektir..

Beşinci adım, kentsel değer artışlarını artan oranlı bir tarifeden vergilendirebilmektir. Menkul ve gayrimenkullerin elden çıkarılmasından sağlanacak değer artış kazançları yeni bir “sermaye kazançları vergisi”ne tâbi tutulmalıdır.

Altıncı ve en radikal adım, servet unsurlarını tamamen kapsayacak ve artan oranlı bir tarifeye tâbi tutacak sürekli bir nominal servet vergisinin getirilmesidir. Bu verginin matrahının oluşturulması için servet beyanının getirilmesi şarttır. Ancak vergi gelirlerinde başlangıçta çok kuvvetli bir artışın sağlanması gerekli olduğundan, bu programın ilk yıllarında kamuya güçlü servet transferleri yapabilecek gerçek bir servet vergisi gerekli olacaktır. Bir kerelik reel bir servet vergisinin uygulanıp uygulanmaması, uygulanırsa hangi şiddette olacağı, bizi yeniden programın arkasındaki sınıfsal desteğe getirmektedir.

SONUÇ

Türkiye’nin bugünkü ekonomik ve siyasi açmazlarına çözüm bulunamazsa, bugünkü totaliter rejimin hızla açık faşizme sürüklenmesi olasılığı gerçek bir tehdittir. Başka türlü ifade edelim: Türkiye’nin ekonomik ve sosyal sorunlarını palyatif önlemlerle, sulandırılmış/ yumuşatılmış bir AKP ideolojisiyle, mali ve siyasi emperyalizmle uzlaşan sermaye eksenli IMF politikalarıyla çözmeye çalışacak siyasi alternatiflerin ömrü kısa olacaktır. Ve Türkiye hızla yeniden yol ayırımına gelecektir: Türkiye’nin bugün geldiği koşullarda, ya neoliberal paradigmayı tümüyle reddeden sol bir programa yönelinecek ya da toplumu mevcut sistemde artık ancak açık faşizme yönelerek baskılayabilecek bir rejime teslim olunacaktır.