Her biri oldukça spesifik özelliklere sahip, ufacık ayrıntısıyla bin bir farklı çeşidi olan araştırma gereçleri, laboratuvar ekipmanları ve test araçlarının ne kadarı Türkiye’de üretiliyor? Kimler üretiyor bunları? Ülkenin hangi kurumu üretiyor? Yok mu öyle bir kurum?

‘Nasıl bir ülkede yaşamak isterdin?’

H. TUĞÇA ŞENER

Geçenlerde bir ortaokul öğrencisi ile yapılan bir sokak röportaji yayımlandı sosyal medyada. 14 yaşındaki gence “nasıl bir ülkede yaşamak isterdin?” diye sorulduğunda, “test kitaplarının ucuz olduğu bir ülkede yaşamak isterdim” dedi. Genel itibariyle alım gücünün yüksek olduğu bir ülke portresi çizdi birkaç cümle ile. Ülkedeki ekonomik durum bir yana, benim içimi acıtan bir diğer şey o yaşta bir çocuğun aklına, ayaküstü sorulmuş basit bir hayalde bile, başka bir eğitim sisteminin gelmemesi. Çocukların hayali değil midir ödevsiz okullar? Sınav olmayan okulun hayalini kurmayan çocuk olur mu hiç?


Milli ekonomi ve milli sermayeden dem vuruluyor sürekli. “Maaşını dolarla mı alıyorsun?” zırvalarını geçtik de, bunu soran adama üniversiteden aldığın Türk Lirası araştırma fonuyla yürüteceğin projenin sarf malzemelerini yurtdışından aldığını ve tam da o nedenle döviz kurunun ülkenin en ufak ve kimi zaman en ufak kesimine dahi etkili olduğunu nasıl anlatacaksın?

Araştırma fonu örneği

Örneğin ocak ayında yaptığın araştırma planında 10 bin Türk Lirası’na ihtiyacın olduğunu hesapladın diyelim. Şans bu ya, üniversite de sana bu miktarı vermeyi kabul etti. Bütçeyi planlayıp üniversitenin araştırma destek fonuna başvurmak, başvurunun kabul olması ve ödeme zamanının gelmesi en az ne kadar sürer dersiniz? 3 ay? 6 ay? Bu sürede alacağınız ekipmanın veya malzemenin fiyatını sizin için sabitleyen bir iyilik perisi bulmuş değilseniz, planladığınız zamanki bütçe ile eyleme geçtiğinizde ihtiyacınız olan arasında dağlar kadar fark olması kaçınılmaz. Tabii tüm gereçleri para elinize geçtiği ilk günde de alamazsınız; kimisi bittikçe alınacak sarf malzemesidir, kimisi projenin ilerleyen aşamalarında ihtiyacınız olacak bir ekipman, kimisi raf ömrü kısa olduğu için ancak ihtiyaç zamanında temin edilmesi gereken ürünlerdir. Projelerin ortalama 2-3 yıl sürdüğü de düşünülürse, döviz kurunu sizin için sabitlemeyi kabul eden iyilik perisi epey nüfuzlu bir peri olsa gerek. Neyse, endişeye mahal yok, maaşı dolarla mı alıyorsun diyen amca geldi duruma el koymaya: “Neden yurtdışından alınıyormuş bu ekipman? Yerli ve milli ürünlerimizi kullansınlar ya!”

Sahi, her biri oldukça spesifik özelliklere sahip, ufacık ayrıntısıyla bin bir farklı çeşidi olan araştırma gereçleri, laboratuvar ekipmanları ve test araçlarının ne kadarı Türkiye’de üretiliyor? Kimler üretiyor bunları? Ülkenin hangi kurumu üretiyor? Yok mu öyle bir kurum? Derhal yapılsın! Derhal derken? Ne kadar derhal mesela? Döviz kuru almış başını giderken, ülkede sadece beyin göçü değil, liyakat de en büyük sorunlardan biri haline gelmişken, kaç kişi bulabilirsiniz böylesi bir sistemi kuracak, ayağa kaldıracak, yürütecek ve sürekliliğini sağlayacak? Yanlış anlama olmasın, bu kimseler yok demiyorum. Sadece soruyorum, doğru kimseleri bulup onları yetkilendirecek, hem de bunu derhal yapabilecek bir düzen var mı ülkede şu an?

Üniversitelerin araştırmalarına gitmeden, bunun çok daha öncesinde, mecburi eğitim sisteminin bir parçasına bakalım birlikte. “Milli Eğitim Yerli Üretim” sloganıyla 1000’den fazla eğitim aracı üreten Ders Aletleri Yapım Merkezi gibi bir kurumumuz varken, ilkokuldaki kaç çocuğun eli değebilmiş böbrekleri çıkıp takılan o insan figürüne? Kaç fen bilgisi öğretmeni üzerine zimmetli o değerli eğitim aracının başına bir şey gelmesin diye sadece kendisi, en fazla 1 kere, sınıfta öğrencilerin karşısında söküp takıyor o figürün iç organlarını? “Ders araç ve gerecinin %90’ını üreterek bu alanda dışa bağımlılığı önleyen” bu yaklaşım gerçekten “milli eğitime yerli üretimle güç” katıyor mu yoksa ilk ve orta öğretim sınıflarında öğretmenlerin çocuklara “kırarsanız size ödetirim” diye tehdit etmesine vesile olacak vitrin süsleri mi üretiyor?

Hayali ucuz test kitabı olan genç kardeşimiz, laboratuvarı bol bir okulda okuyabileceğini hayal dahi edemiyor. 14 yaşında bir çocuk, öğretimi ödevle, değerlendirmesini testle yapan değil de gerçekten “dokunarak ve deneyerek öğrenmek için tasarlanmış etkileşimli bir öğrenme ortamına sahip” bir eğitim sistemini neden aklına dahi getiremiyor derken konu nerelere geldi. Hayali test kitabı değil istenecek olan, kalbi umutsuzlukla değil heyecanla ve merakla dolu çocuklarımız olması için yapılacaklar listesi her geçen gün biraz daha uzuyor.