İktidar tüm demokratik yaşam alanlarını yok ederken, muktedirler kendilerinden olmayan herkese hakaretler yağdırırken, halk olarak yoksullaşırken ve yoksunlaşırken yıllardır aynı sorunun sorulduğunu işitiyoruz, böyle bir ülkede yaşanır mı? Daha iyi bir hayat beklentisiyle memleketi terk edenler, gitme planları yapanlar hiç az değil. Üstelik gidenler ya da buna niyetlenenler bu ülkenin entelektüel olarak belirli bir potansiyelini oluşturuyor. Bir başka ifadeyle her bireysel veda, bu toplumun geleceği için bir kayba dönüşüyor.

Türkiye’yi, en azından yeniden demokratik bir düzen kurulana kadar terk edenleri ya da gitmek isteyenleri bu karara doğru iten en başat faktör derin bir ümitsizlik hali. Yeni de değil bu hal, 2013 öncesinde genç kuşakta gözlemlediğimiz ancak Gezi ile birlikte yerini iyimserliğe bırakmış sonra iktidarın saldırıları karşısında peyderpey yeniden karamsarlık tarafından kuşatılmış, kolektif bir hissiyattan söz ediyoruz. Kurumsal muhalefet, her tarihi dönemeçte yaptığı kritik hatalarla geniş kitlelerin gardını düşürdü. 2022 Türkiye’sinde iktidar tepetaklak giderken yurttaşların hâlâ umutlanmaktan korkması bu yüzden. Bu halk, hayal kırıklığı kotasını çoktan doldurdu. Bir başka “atı alan Üsküdar’ı geçti” durumuna tahammülü yok.

***

Muhalif seçmen, 6’lı masaya bakıp “Ya son anda kriz çıkarsa”, “Ya doğru adayı belirleyemezlerse”, “Ya sandıkları koruyamazlarsa” endişesi yaşıyorsa kabahat seçmende değil Meclis muhalefetindedir. Kişisel kaprislerin ya da örgütsel zaafların sürece ket vurması ihtimali hâlâ yurttaşın gündeminde ise liderler başta olmak kaydıyla siyasal kadrolar üzerine düşen vazifeyi tam manasıyla yerine getirememiş demektir. Yurttaş nezdinde dişe dokunur bir karşılığı olmamasına rağmen masadaki siyaseti dizayn etme hırsıyla hareket edenler, kaçak güreşenler, “dışarıda” kalmanın acısını muhalefetten çıkaranlar, seçmende antipati yaratıyor demektir. Hiç vakit kaybetmeden bu handikapları aşmanın yolunu bulmak şart, onun için de yüzü halka çevirmek, halkın taleplerine kulak vermek gerekiyor.

Kamuoyu yoklamalarında hangi parti ne kadar oy alıyor tartışmasına odaklanıyoruz ancak yurttaşın nasıl bir ülkede yaşamak istediğini es geçiyoruz. MetroPoll araştırmanın tam da bu soruyu sorarak elde ettiği sonuçlar hem siyasi kadrolara hem de yorumculara çok önemli bir gerçeği işaret ediyor. Türkiye’de seçmenin %73’ü laik demokratik bir ülkede yaşamak istediğini ifade ediyor. Muhafazakâr-otoriter bir ülkede hayatını sürdürmek isteyenlerin oranı %19. Yani toplumun aslında çok büyük bir bölümü, şu anda iktidar eliyle içine hapsedilmek istendiğimiz deli gömleğine itiraz ediyor, tek adam rejiminin beslendiği kaynakları benimsemediğini ifade ediyor.

Laik demokratik bir ülkede yaşama isteği CHP seçmeninde %90’larda; İyi Parti, MHP, DEVA, HDP hatta SP’de %70’lerin üzerinde. Kararsızlarda da durum benzer. Muhafazakâr-otoriter bir Türkiye isteyenlerin en yüksek oranı %31 ile AKP seçmeninde, fakat AKP seçmeninin yarısından fazlası öyle ya da böyle laik demokratik bir ülkeden yana olduğunu söylüyor. Erdoğan’ın otoriterlik ve daha fazla muhafazakârlık vaat ederek konsolide edeceğini varsaydığı kitle, kendi seçmen tabanında dahi çoğunluk değil.

***

Bu tablo bizlere “Halk zaten otoriterlik ve muhafazakârlık istiyor, herkes layığını bulur” tavrının ne denli apolitik bir çıkarım olduğunu kanıtlamakla kalmıyor, “Laiklik demeyelim, endişeli muhafazakârları ürkütürüz” diye düşünenlerin de halkın nabzını tutamadığını, yurttaşın işaret ettiği gerçeği kavrayamadığını gösteriyor. Türkiye toplumu 12 Eylül askeri darbesinden bu yana süren ve Saray rejimi ile zirve yapan otoriter-dinci dayatmalara rağmen demokrasi ve laiklik talebinden vazgeçmiş değil.

İktidarın “azgın azınlık” dediği demokratlar, cumhuriyetçiler, laikler bu ülkenin tutkalı, geleceği ve hiç de “azgın” ve “azınlık” değiller. Bir azgınlık alameti aranıyorsa, kamu kaynaklarından beslenen yandaşların, devletin sahibi gibi dolaşan şeyhlerin, şıhların, mafya reislerinin yaptıklarına bakılsın. Bir “mutlu azınlık” tarifi yapılıyorsa AKP teşkilatlarından kamudaki koltuklara transfer edilenlere, üç beş maaş alanlara, huzur hakkı denilerek semirtilenlere odaklanılsın.

Türkiye’yi demokratik-laik bir çizgiye oturtacak irade, güç ve birikim bu topraklarda azımsanmayacak bir potansiyele sahip. Buna sırtını dönenlerle değil, sözünü ettiğimiz potansiyeli bir yeniden inşa için seferber edecek politik kadrolara ihtiyacımız var.