Öyle bir zaman ki içinde olduğumuz… İktidarın ve finans piyasalarının “cari fazla verdik” diye sevinmekten “cari açık veriyoruz” diye sevinmeye geçiş hızı oldukça yüksek. Bu derece yüksek finansallaşma, ekonominin işleyişini de ekonomiye dair değerlendirme çerçevelerini de alt üst etti. Bireyi yurttaşlık bilincinden kopartan ve borçlu tüketici kimliğine hapseden aşırı finansallaşmanın yıkıcı etkisinin bir boyutu da demokrasi yıkımı… Diğer bir boyutu da kısa vadeci bir perspektifin ekonomik değerlendirmeleri boğuyor olması. Finansı ekonominin merkezine alan, finans ve üretimin bağını zihinlerde kopartan bir derin değişimle de karşı karşıyayız.

Ekonomiyi kur, faiz ve borsa üzerinden okumaya hapseden bu zihinsel yıkım üretimde, işsizlikte, emek cephesinde yaşanan sıkıntıları ikincilleştirmekle kalmıyor; gözümüzü gerçeklerden ayırmamıza yol açan bir algı bombardımanını da beraberinde getiriyor.

Bu hafta açıklanan makroekonomik veriler tam da bu yıkımların Türkiye’de en derin haliyle yaşandığını anımsatıyor bize. Bu iki temel veri ödemeler dengesi ve sanayi üretimi verileri. Eğer üzerimize boca edilen kısa vadeci ve finansal piyasa bakış açısı ile verileri okuyacak olursak şu cümlelerin kulağımıza sıkça çalınacağına şüphe yok: “dipten dönüyoruz”, “ivmeleniyoruz”, “düşmanları yendik”…

Kasım 2019’dan önceki birkaç ay, Türkiye ekonomisi cari fazla vermesinden büyük heyecan duyan iktidarın ve Saray rejiminin alkışları yankılanmıştı. Kasım 2019 itibariyle Türkiye ekonomisinin şimdi yeniden cari açık vermeye başlamasının heyecanı yine Saray rejimi tarafından üzerimize boca edilecek.

Cari fazlayı ekonomimiz küçüldüğü, üretim durduğu, üretim için ihtiyaç duyduğumuz ithalat talebimiz azaldığı için vermiştik. Ekonominin yapısı değiştiği, ihracatımızın niceliği ve niteliği birden sıçradığı için değil. Üretimimiz durduğu için verilen cari fazla dibe çöküşe işaret.

Şimdi cari açık vermeye yeniden başlamış gözüküyoruz. Cari açık veriyor olmamız, döviz harcamalarımızın döviz gelirlerimizden yüksek olduğuna işaret ediyor. Bu döviz açığı ihtiyacını gidermek için borçlanmamız gerekeceğini söylüyor bize.

Bir diğer deyişle, cari fazla üretimde çöküşe, cari fazla da zaten aşırı borçlanma yükü altında ezilen ekonomimizin daha da borçlanması ihtiyacına işaret ediyor. Ne birisi ne diğeri, bu durumu ortaya çıkartan ekonomik düzenin yapısını düzeltmeden, heyecan yaratacak unsurlar değil! Üretimi ve kaynak ihtiyacı bu derece dışarıya bağımlı bir ekonomik düzende cari fazla da, açık da ayrı ayrı sorunlara işaret ediyor. Değişmesi gereken işte bu düzen. Üretimi ithalat bağımlılığından kurtaracak, borçlanma ihtiyacını ortadan kaldıracak bir düzen değişikliği ihtiyacımız olan.

Bu ihtiyacı unutturmak, toplumu bu düzen değişimini talep etmekten uzak tutmak için Saray rejimi sürekli dikkati ipteki cambaza çekmeye odaklı. Zira dışarıya bağımlı düzeni kurmuş olan bu iktidar. Bu iktidarı ve Saray rejimini var eden de bu düzen. Tam da bu nedenle bu düzeni bu iktidarın değiştirmek istemesi mümkün değil. Yapamayacağından değil, yapmayacağından değiştirmez. Çünkü düzeni değiştirmesi kendisini yok etmesi anlamına gelecek. Saray rejiminin siyasi geleceği mevcut düzenin devamına bağlı.

Yeniye ihtiyacımız işte bu nedenle çok yüksek.

Öyle bir yeni ki toplumu borca boğan, geleceğimizi ipotek altına alan bu düzenin kuruluşunda ve derinleştirilmiş olmasında ortaklaşmış olmayacak.

Öyle bir yeni ki demokrasi yıkılırken sessiz kalmamış olacak.

Öyle bir yeni ki ekonomideki sorunları düzeni bozmadan, düzenin eksiklerini gidermeyi vaat etmeyecek.

Öyle bir yeni ki yeninin düzen değişikliği anlamına geldiğini cesaretle söyleyecek ve bunu söyleyen ve Gezi’den beri birikerek bunu talep eden topluma öncülük yapacak ve toplumsal ittifakı yansıtan bir siyasi ittifakın öncülüğü yapacak.

İşte o zaman gelecek aydınlık olacak. İşte o zaman yeniden nefes alacağız, ekonomik olarak, siyasi olarak ve toplumsal olarak…