Uzun bir aradan sonra tekrardan merhaba BirGün ailesi! Uzun süreli okurlarımız bilirler, Evrim Ağacı (evrimagaci.org) olarak 2015-2016 arasında tam 50 sayı BirGün’e bilim sayfası hazırlamıştık. Bu, çok ciddi bir ekip çalışması gerektiren, yorucu bir işti ama aldığımız geri bildirimler tamamen olumlu ve umut vericiydi. Sonra diğer işler nedeniyle durduk; ama şimdi, 3,5 yıllık moladan sonra […]

Nasılız, suyumuz güzel ısınıyor mu?

Uzun bir aradan sonra tekrardan merhaba BirGün ailesi!

Uzun süreli okurlarımız bilirler, Evrim Ağacı (evrimagaci.org) olarak 2015-2016 arasında tam 50 sayı BirGün’e bilim sayfası hazırlamıştık. Bu, çok ciddi bir ekip çalışması gerektiren, yorucu bir işti ama aldığımız geri bildirimler tamamen olumlu ve umut vericiydi. Sonra diğer işler nedeniyle durduk; ama şimdi, 3,5 yıllık moladan sonra yeniden birlikteyiz!

Bu defa bir ekip çalışmasıyla değil, Evrim Ağacı’nın kurucusu ve idari sorumlusu olarak tek başıma sizlere modern bilimi ve Evren’i daha iyi tanımanızı sağlayacak kavramları anlatmaya çalışacağım. Kim bilir? Eğer süreçte bu iş birliği büyürse yeniden bir ekip çalışmasına dönebiliriz. Bunu zaman ve sizlerden gelen ilgi gösterecek.

Türkiye’de köşe yazısı veya gazete haberi denince akla ne yazık ki sadece siyaset, eleştiri, spor, magazin, vb. geliyor. En azından “bilim”, akla gelen ilk 5 başlıktan biri değil. Gazetelerde kendine yer bulan bilimsel gelişmeler ve haberler, daha ziyade bilimin “ışıltılı” ama spekülatif taraflarıyla ilgili oluyor. Bilimin özü atlanıyor. “Şu kişi, bunu buldu ve bu işe yarayabilir.” formülünün ötesine geçen içerikler yok denecek kadar az. İşte BirGün Gazetesi, tüm ekonomik zorluklara rağmen, bu gidişatı kırabilmek adına bana gazetelerinde bunu kıracak yazarlara yer ayırma cesaretini gösterdi. Kendilerine teşekkür ediyorum, bakalım ne kadar başarılı olacağız.

Gelelim bugünkü konumuza: Başlıkta suyumuzun güzel ısındığından bahsettim, çünkü BirGün ile yaptığımız Ekim 2018 tarihli röportajda, sizlere İklim Değişimi’nin nedenlerinden ve Türkiye için neden büyük bir tehdit olduğundan bahsetmiştim. Aradan daha 9 ay bile geçmedi ki, işler orada anlattığımdan bile fazla sarpa sarmış vaziyette.

Özetle iklim değişimi, uzun vadeli hava olaylarında yaşanan değişimlerdir. Eğer bu değişimin gidişatı ortalama sıcaklığın artışı yönündeyse buna “küresel ısınma”, azalması yönündeyse buna “küresel soğuma” adını veririz. Gezegenimiz, özellikle de Endüstri Devrimi’nden beri dikkate değer bir küresel ısınma eğilimi içinde. Bakın burası çok önemli: Endüstri Devrimi ile birlikte yükselişe geçen yakıt ihtiyacı, toprağın derinliklerinden çıkardığımız petrolün yakılarak atmosfere saçılmasını, yani sera gazı etkisini tetikledi. Sera gazları, Güneş’ten gelen ısıyı yer kabuğu ile atmosfer arasında hapseden gazlardır.

Atmosfere sera gazı saçmayı, üzerinize battaniye almak gibi düşünün: Bir battaniye iyidir, sıcak tutar. İkinci battaniye ek bir sıcaklık sağlar; ancak üçüncüsü artık rahatsızlık vermeye başlar. 4, 5, 10, 20 battaniye artık sizi boğmaya başlar. İşte karbon dioksit, metan, azot oksit gibi sera gazlarının Dünya’mıza yaptığı da budur: Bu gazları saçtıkça Dünya’mızın üzerine “battaniye” seriyoruz, daha fazla battaniye daha çok ısı hapsediyor ve gezegenimiz ortalama sıcaklıklar bakımından her geçen gün daha da fazla ısınıyor.

Şimdi: “İklim” ve “hava durumu” kavramları da karıştırılmamalı: Hava durumu, kısa vadeli hava olaylarıdır. Şu an havanın bir yerde güneşli, diğer yerde yağmurlu olması gibi… İklimden söz etmek içinse en azından birkaç ay/yıllık zaman dilimlerinden, ortalamalardan, örüntülerden söz etmek gerekiyor. İklim değişiminin etkileri kendini giderek şiddetlenen hava olayları ve dengesiz hava olayları ile gösteriyor. Yani sıcakların daha sıcak, soğukların daha soğuk, beklenmedik fırtına ve yağışların daha sık yaşanması, gezegenimizin “iklim değişimi hastalığı”nın semptomları gibi…

Yerküre giderek ısındığı için, hemen her ay bir önceki aydan, her yıl bir önceki yıldan daha yüksek sıcaklık ortalamalarına sahip oluyor. Gerçekle yüzleşelim: Avrupa Uzay Ajansı’nın Kopernik İklim Değişikliği Servisi (ya da kısaca C3S) tarafından elde edilen verilere göre, geride bıraktığımız Haziran ayı, bugüne kadar insanlık tarihinde resmî olarak ölçülebilmiş bütün haziranlardan daha sıcak olarak kayıtlara geçti. Uzay ajanslarının en önemli rollerinden birisi, iklimi ve değişimini takip etmek ve buna göre önlem tavsiyelerinde bulunabilmektir.

Ek olarak yapılan ölçümler, Haziran 2019 sıcaklığının, son 1 asırda elde edilen verilerden yola çıkarak olmasını beklediğimiz değerden ortalamada 2 derece daha yüksek olduğunu gösteriyor. Bu, sadece “ortalama” değer! Avrupa’nın bazı bölgelerinde, örneğin Fransa, Almanya, İsviçre, Avusturya ve Çekya’da ortalama sıcaklıklar normalin 6-10 derece üstünde seyretti! Türkiye’de de sıcaklıklar beklenen ortalamanın 0-5 derece üzerindeydi.

İklim değişimi ile hava durumunun karıştırılmaması gerektiğini söylemiştim. Yani bu aşırı sıcakları tek başına iklim değişikliğine bağlamak mümkün değil. Ancak veriler her seferinde bir öncekinden daha da ekstrem hava koşullarına işaret ettikçe, bu durumun küresel ısınmanın doğrudan bir sonucu olduğu teorisi de güç kazanıyor. Örneğin bu Haziran, 1850-1900 yılları arasında yaşanan ortalamadan tam 3 derece daha sıcaktı! 1901, 1917 ve 1999 yılları ortalamaları da bu ortalamadan 1 derece yüksekti. Düşünün, bunlar “rekor” olarak görülüyordu! Bu seneki ise bunun tam 3 katı! Dahası, gezegenimiz zaten son 100 yılda ortalamada 1,5 derece ısınmış halde! Bu rekorlar bir de bunun üzerine geliyor!

Bu 2-3 derece fark az gibi gelebilir; ancak bunların ortalama değerler olduğu unutulmamalı. Dünya ortalamasının 1-2 derece oynaması, bazı yerlerde 10-15 derecelik artışların da yaşandığını gösteriyor. Dahası, buzulların erime sıcaklığının sadece birkaç derece altında bulunuyor olması, sadece birkaç derecelik sıcaklık farklarının bile okyanus seviyelerinin yükselmesi, suların asit değerlerinin değişmesi, iklimsel ve ekolojik dengelerin bozulması anlamına geliyor. Sözünü ettiğimiz sistem (gezegenimiz) devasa büyüklükte olduğu için, en ufak ortalama değişimleri yıkıcı sonuçlara sebep oluyor: Örneğin ortalama sıcaklık arttıkça, atmosferin enerjisi artıyor ve atmosfer olaylarının enerji saçabilirliği azalıyor. Bu da kasırga gibi atmosferik olayların güçlerini yitiremeyerek daha da şiddetli bir şekilde kıyıları dövmesi anlamına geliyor. Bu konulara ileride döneceğiz.

Kopernik İklim Değişikliği Servisi (Kaynak: https://climate.copernicus.eu/record-breaking-temperatures-june)

Gidişat böyle devam ederse ekosistemler çökecek, besin bulmakta daha da büyük zorluklar çekeceğiz. Suların giderek yükselmesi nedeniyle %40’ı kıyılara 100 kilometre mesafede yaşayan 7.7 milyar insan giderek kıta içlerine göç etmek zorunda kalacak ve bunun ekonomik yükü akıl almaz derecede büyük olacak.

Anlayacağınız, tenceredeki kurbağa gibiyiz ve suyumuz hafif hafif ısınıyor.

Bakalım haşlanmadan önce sıçramayı veya sıcaklığı düşürmeyi akıl edecek kadar zeki bir tür müyüz; yoksa böbürlendiğimiz tüm özelliklerimize rağmen “basit” bir kurbağadan farksız mıyız?