Nasiplenme oyunları

2014 yerel seçimlerinde Eyüp Belediyesi için aday adayı olan bir AKP üyesinin yaptırdığı berbat bir propaganda filmi var; çekimleriyle, kurgusuyla, karakterleri ve anlatısıyla aşırı derecede kötü bir film: Kameraya doğru yaklaşan beyaz bir cip, meydanın ortasında durur. Arabadan inen şoför, ceketini ilikleyerek ağır adımlarla sağ arka kapıya yönelir. Bu süre boyunca kendisi kapıyı açmadan bekleyen başkan aday adayı arabadan iner. Takım elbisesi ayrı eğreti, kasığına kadar inen kravatı ayrı eğreti, sağa sola sallanarak yürüyen adayın bir pastaneye girişini izleriz.

Pastaneyi işleten genç adamın övgüleri eşliğinde aldığı tatlıyla çıkar, şoförün kapısını açtığı cipe biner. Civardaki bir tek vatandaş bile aday adayıyla ilgilenmemesine rağmen, arabanın penceresinden komik bir tavırla elini kaldırıp selam vererek uzaklaşır (filmi YouTube’da bulabilirsiniz).

Ercan Kesal’ın kendi romanından uyarladığı Nasipse Adayız, işte bu başkan aday adayının seküler muhalefet kanadından bir versiyonunun öyküsünü anlatıyor. Senaryosu tam da Ercan Kesal’ın kaleminden bekleneceği gibi mükemmel kurulmuş filmin yönetimi ve görüntüleri anlatıyı daha da güçlendiriyor. Filmin tamamına yakını karakteri sürekli takip eden bir kameranın uzun çekimleriyle (plan-sekans) oluştuğu için, bu politika oyununun mide bulandırıcı doğası seyirci için daha gerçekçi bir hâle geliyor.

Güç bozar. Mutlak güç, mutlak biçimde bozar. En basit tanımıyla devlet, belli sınırlar içinde yaşayan insan topluluklarının beslenme, barınma, sağlık, güvenlik ve eğitim gibi temel ihtiyaçlarının mümkün olduğunca eşit ve adaletli biçimde sağlanması amacıyla, bizzat o topluluk içinden ve o topluluk tarafından kurulan, ‘temsil’ ile işleyen bir yapıdır. Ama Türkiye'de devlet ve iktidar kavramları bu tanımdan fersah fersah uzaklaşalı, politik partiler ‘halka hizmet’ ifadesini içi boşaltılmış bir afiş sözüne dönüştüreli çok uzun zaman oldu. Bugün yerelden genele tüm yönetim süreçleri ve politika, toplumsal zenginliklerin kim tarafından sömürüleceğinin belirlendiği bir ihale sistemi olarak işliyor. Dersim Belediye Başkanı Fatih Mehmet Maçoğlu’nun yönetim anlayışı ya da Mansur Yavaş’ın başkan olduğu ilk günden bu yana yaptıkları ‘zaten olması gereken’ olduğu halde halkta şaşkınlık uyandırması da bu yüzden.

Beyoğlu Belediyesi başkan aday adaylığı için yarışan Kemal Güner adlı bir doktor karakterin, belki bu siyasi kariyer girişimi olmasa hiç bulaşmayacağı rezillikleri nasıl da kolayca kabullendiğini, nasıl vicdansız ve çirkin bir karaktere dönüştüğünü izlediğimiz Nasipse Adayız kurmaca olmasına rağmen tek bir sahnesi bile uydurma değilmiş gibi geliyor insana… Örneğin bir sahnede, bedava sağlık taramasını reklam amacıyla kullanmak üzere gittiği mekânda, muayene için getirilmiş bir bebeği doktorun eline tutuştururlar. Bebeğin ya da annenin yüzüne bile bakmaya tenezzül etmeyen Kemal Güner, flaşlar patladıktan sonra bebeği fırlatırcasına verir anneye. Bu görüntünün birebir aynısını bir belgeselde, Doğa-Can Kılcıoğlu kardeşlerin Kamerayla izdivaç adlı filminde de görebilirsiniz: Seçim zamanı ev gezmelerine giden belediye başkan adayı, fotoğraf için kucağına verilen çocuğu çekim biter bitmez zerre kadar umursamadan o kalabalık içinde atarcasına yere bırakır. Politika bu ülkede böyle bir şeye dönüştü işte; tek kuralın kuralsızlık olduğu bir çıkar arenası…

Nasipse Adayız’ın finaline doğru, Kemal Güner’i kampanya bayrak ve flamalarını yaptırdığı bayrak imalathanesinde görürüz. Küçük atölyede bir kısmı Afrika göçmeni olan işçiler gecenin ilerlemiş saatleri olmasına rağmen çalışmayı sürdürmektedir. Arada bir işçilere daha hızlı çalışmalarını emreden patron, Kemal Güner’i ve ‘eski bakan’ olarak tanıttığı bir adamı mangalda pişirdiği etlerle -”Bunlar Tekirdağ kuzusu başkanım!”- besler. Bu sahne hem filmin hem de Türkiye siyasetinin özetidir: Önde mangal keyfi yapan ensesi kalın siyaset erbabı, arkada gecenin bu saatinde hâlâ bayrak ve flama diken işçiler, ortada ise sömürü çarkının devam etmesi için yapılan bu göstermelik demokrasi oyununun sahne malzemesi olarak bayraklar; politikacıların 'nasiplenmek' için etrafı gözleyen akbabalara dönüştüğü bir ülkenin tuhaf gerçekliği...