Şu meşhur lafımız var ya, “Nato kafa nato mermer” diye. Biraz kafası kalın, ne dense kulak asmayan, karşısındakini anlamak için hiç zahmete girmeyenler için söylediğimiz…

Biliyorsunuzdur; buradaki “Na to”nun, Erdoğan’ın herkese diz çöktürüp “zaferle döndüğü” ve son zirvesi Madrid’de yapılan NATO ile bir ilgisi yok. Bize Rumcadan hediye; “işte kafa”, “nah kafa” anlamındaki ““na to kafá να το καφά”dan alıp deyimleştirmişiz. NATO ile ilgisi olmasa da, “na to kafa” deyimi NATO konusunda konuşanların çoğunu dinlerken gelip dilimin ucuna oturuyor.

Üzerinde çok yazıldı çizildi ama Madrid’de olanı kısaca ben de şöyle özetleyeyim: Yeni stratejik konseptle Rusya baş düşman, Çin de asıl düşman ilan edildi. Dünya daha tehlikeli ve daha fazla düşmanlıkla tanımlanan bir sürece girdi. Erdoğan’a memlekette “zafer” olarak sunacağı bir belge verilerek, İsveç ve Finlandiya vetosunu kaldırması sağlandı.

Peki, zafer neymiş? İsveç ve Finlandiya isteklerimizin hepsini kabul etti, istediğimiz teröristleri iade edecek, ABD de F-16 verecek!

Aslında, metnin özünde çok yeni bir şey yok. PKK zaten terör örgütü olarak tanımlanıyordu, PYD/YPG direkt terör örgütü olarak tanımlanmadı, FETÖTürkiye’de FETÖ olarak tanımlanan” diye ifade edildi. İsveç ve Finlandiya bize silah satacaklar ama istenen kişilerin iadesi oraların hukuk sistemi çerçevesinde olabilecek ve F-16’lar da ABD kongresi ikna edilebilirse alınabilecek. Burada da yeni bir şey yok yani!

Erdoğan’ın ve medyasının “zafer” diye satacağı bir şey var ama…

Şu da var; Madrid’de onun yerine onu “U dönüşü” yaptı diye eleştiren masadaki muhalefet partilerinden biri olsaydı onlar da farklı bir şey yapmayacaktı. NATO’ya ve onun açık kapı politikasına evet diyenlerin, NATO’yu bir “savunma” “barış örgütü” sayanların ve ona kategorik olarak karşı olmayanların itirazlarında fazla ileri gidebilme şansı yok!

NATO ile dünyaya barış ve istikrar geleceğine, dünyanın daha güvenli bir yer olacağına inananlara “na to kafa” demek pek uygun düşer.

Soğuk savaş dönemi “ideolojik çatışmalar” dönemiydi. NATO’nun yayılması ve son “stratejik konsept”le ise bir kıvılcımla alev alabilecek uzun düşmanlık sınırlarının oluştuğu “jeopolitik çatışmalar” dönemine girildi.

İngiliz İşçi Partisi eski lideri Jeremy Corbyn’in de dediği gibi, NATO gibi karşılıklı olarak birbirlerinin silahlanmasını tetikleyen askeri ittifaklarla dünyada “daha büyük tehlikeler” inşa etmekten başka bir şey yapmıyoruz.

Zirvenin sonunda yaptığı basın toplantısında, NATO Genel Sekreteri Stoltenberg’in alınan kararları ve yeni stratejik konsepti açıklarken söylediği bir şey vardı ki, ben onu hemen hepimize “na to kafa” muamelesi çekiyor diye not ettim:

“İklim değişikliği, zamanımızın belirleyici bir zorluğudur. Ve NATO, güvenliğimiz üzerindeki etkisini azaltmak için üzerine düşeni yapmaya kararlıdır. Bugün, askeri sera gazı emisyonlarının haritasını çıkarmak için yeni bir metodoloji üzerinde anlaştık. Ve NATO emisyonlarını azaltmak için somut hedefler üzerinde anlaştık. Amacımız, 2030 yılına kadar NATO organları ve komutanlıklarının emisyonlarını en az %45 oranında azaltmak ve 2050 yılına kadar Net Sıfıra doğru ilerlemek. … Yeşil ordulara veya güçlü ordulara sahip olmak arasında seçim yapamayız. İkisi de olmalı.”

Gözümüz aydın! NATO, “daha tehlikeli bir yer” haline geldiğini saptadığı günümüz dünyasında, daha güçlü ve vurucu hale getireceği ordularını aynı zamanda çevreye duyarlı ve karbon gazları salmayan bir şekilde dizayn edecek.

Hem “yeşil” hem de “güçlü” olacak NATO orduları ve silahları!

Na to kafa” değilseniz, yersiniz!