NATO Transatlantik denen, ABD ve Avrupa kapitalizminin bir üst yapı örgütüdür. ABD ile Avrupa kapitalizmi arasındaki kurumsal/resmi ve enformel bağı oluşturan örgütlerden en önemlisi. NATO’yu ABD’nin Avrupa’ya dayattığı bir örgüt olarak görmek indirgemeci ve yetersiz bir analiz olur. NATO Atlantik’in iki yakasındaki kapitalist blokun sınıfsal ittifakının bir ürünü.

NATO’nun küresel mücadele hazırlığı
NATO Zirvesi 28-30 Haziran’da İspanya’nın başkenti Madrid’de gerçekleştirildi. (Fotoğraf: DepoPhotos)

Madrid’deki NATO zirvesi daha çok Türkiye’nin İsveç ve Finlandiya’ya uygulayacağını söylediği vetonun kaldırılması tartışmalarıyla gündeme geldi. Oysa, konunun bir de NATO’nun küresel siyaset içindeki dönüşümüne dair çok önemli boyutları var. Her ne kadar bu zirvede revize edilen Stratejik Konsept üzerinde duran gözlemciler olduysa da, bu sürece giden yolda NATO’nun geçirdiği bazı önemli dönüşümler gözden kaçtı. Bu yazıda hem NATO’nun küresel sistem içindeki yeri ve anlamı, hem kabul edilen yeni Stratejik Konsept, hem de küresel siyasetin gidişatı üzerine duracağım.


NATO NEDİR?

Başka birçok konuda olduğu gibi NATO konusuna da indirgemeci yaklaşılıyor. Burada da iki yaklaşım öne çıkıyor:

1-NATO, ABD emperyalizminin aracıdır.

2-Gladyo tipi alt örgütlenmelerle içişlerine müdahale eden bir örgüttür.

Her iki okuma biçimi de yanlış değil ama durumu tam olarak tanımlamıyor. NATO Transatlantik denen, ABD ve Avrupa kapitalizminin bir üst yapı örgütüdür. ABD ile Avrupa kapitalizmi arasındaki kurumsal/resmi ve enformel bağı oluşturan birkaç örgütten biri, hatta en önemlisidir. NATO’yu ABD’nin Avrupa’ya dayattığı bir örgüt olarak değerlendirmek indirgemeci ve yetersiz bir analiz olarak kalır. NATO Atlantik’in iki yakasındaki kapitalist blokun sınıfsal ittifakının bir ürünüdür. NATO üyeleri arasında kuruluşundan beri sorunlar vardı ve bu da sermayenin coğrafi ve iç çelişkilerinin, önceliklerindeki farklılaşmanın bir yansımasıdır. Örneğin, en ciddi sorun askeri yapılanmanın maliyeti (burdensharing) konusunda çıkmıştır. Bunun da nedeni başta Almanya, Avrupalı müttefiklerin küresel rekabet ortamında, savunma maliyetlerini ABD’ye yıkarak, ellerindeki imkân ve kaynakları ekonomilerine kanalize etmek istemeleridir. AB, hem savunma harcamalarını düşük tutmak, hem de “stratejik özerklik” sahibi olmak gibi birbiriyle çelişen bir politika izlemek istedi. Bu çaba Ukrayna savaşında duvara çarparak sonuçsuz kaldı.

İkinci olarak NATO içinde Soğuk Savaş koşullarında İtalya özelindeki Gladyo adından türeyen gizli örgütlenmelere gidildiği biliniyor. Bunlar İtalya, İspanya, Yunanistan ve Türkiye gibi solun güçlü olduğu ülkelerde siyasete perde gerisinden müdahale de ettiler. Fakat NATO ne o dönemde, ne de günümüzde Gladyo tipi örgütlere indirgenebilecek bir örgüttür. Bu türden yapılanmaların küreselleşme çağındaki yerini ileriki haftalarda tartışacağım.

Batı sisteminin günahlarını NATO’ya indirgemek bir diğer sorunlu yaklaşımdır. NATO bir neden değil sonuçtur. Batı kapitalizminin bu en nadide örgütü, dünya tarihinde görülmemiş bir sayıya ulaşan üye sayısı, teknolojik kapasitesi vs. açısından son derece etkili bir koruma şemsiyesi sağlar. Transatlantik kapitalizmi bunun sağladığı güvenlik sistemi içinde 70 yıldır çok daha rahat hareket etmektedir. Sermayenin kaçınılmaz ihtiyacı alan güvenlik kalkanı yalnızca ABD değil Atlantik’in iki yakasının da küresel üstünlüğünü sürdürmesini sağlamıştır. Sorun NATO değildir. Sorun hem kendi içinde, hem de küresel olarak sistemin yarattığı hiyerarşi ve eşitsizliğin kendisidir ve eleştiri oradan başlamalıdır.

NATO DÖNÜŞÜYOR MU?

NATO kurulduğu tarihten itibaren dönüşüm içindedir ve kendisini uluslararası gelişmelere göre adapte eder. En son savunma belgesi 2010’da Lizbon’da yayınlandığında örneğin Rusya işbirliği yapılacak partner olarak tanımlanıyordu ve Çin’den bahis yoktu. NATO’nun artık küresel bir örgüt olmasının yanında, içeride önemli dönüşüm çalışmaları gözlerden uzak bir şekilde devam etmekteydi.

Bunlardan en önemlisi medyada yer almayan bir askeri strateji çalışması olan Avro-Atlantik Alanı Caydırma ve Savunma Konsepti (DDA- Deterrence and Defense of the Euro-Atlantic Area) Ukrayna işgalinden önce 2019’da başlamıştı. NATO artık kendisini yalnızca krizlere cevap veren bir örgüt olarak görmüyor. Doğrudan bu kavramı kullanmasa da daha ön alıcı, proaktif bir stratejiye yöneldi. Bu çerçevede 40 bin olan NATO Karşılık Gücü’nün mevcudu 300 bin personel gibi bir rakama yükseltildi.

BRÜKSEL’DEN BELLİYDİ

NATO terminolojisinde bu konu 360 derece yaklaşımı olarak tanımlanıyor. Buzulların erimesi nedeniyle Arktik’ten başlayan, Baltıkları, Karadeniz, Balkanlar ve Doğu Akdeniz’i de içeren, aynı anda göç, terörizm, siber ataklar, hava sahası ihlalleri gibi gelişmeleri de içeren bir tehdit algısı geliştirildi. Söz konusu yaklaşım NATO’nun zaten Atlantik bölgesiyle sınırlı alanını çoktan aştığı, bir global örgüte dönüşme hazırlıklarının da parçası olarak görülebilir. Zirvede daha önce dışişleri bakanı düzeyinde temsil edilen Japonya, G. Kore, Avustralya ve Yeni Zelanda başbakanlarının katılımı bu coğrafi genişlemeyi şu anda hukuki boyutta olmasa da göstermesi açısından önemli. Zaten uzun bir süredir NATO ile bu ülkeler arasında siyasal ve askeri temaslar, işbirlikleri ve ortak tatbikatlar devam etmekteydi. Aslında NATO’nun küresel bir örgüt olduğu vurgusu, geçen yılki Brüksel Zirvesi’nde dile getirilmişti.

Bu coğrafi alan odaklı gelişmelerin yanında NATO içinde Mayıs 2019’dan beri sürdürülen çalışmalar sonucu 2021’de yine aynı çerçevede bir askeri doktrin olarak NATO Üstün Savaşma Konsepti (NATO Warfighting Capstone Concept) kabul edildi. Bununla çoklu ortam (multi-domain) denen ve kara, deniz, hava gibi klasik güç unsurlarının yanında, aynı anda siber, enformasyon ve uzay alanında entegre bir savaş stratejisine geçildi. Amerikan ordusunun 1994’te kabul ettiği Askeri İşlerde Devrim adındaki dijital teknolojinin doğrudan askeri stratejiye aktarılmasına ve ordunun dijitalize edilmesine benzer bir süreci NATO vurucu gücüne adapte etmeye çalışacak. NATO 2019’dan itibaren Uzay’ı kara, hava, deniz ve siber dışında beşinci alan olarak kabul etti ve Ramstein’daki (Almanya) üsse bir Uzay Komuta merkezi kurdu. Bundan sonra bütün bu unsurların entegre bir şekilde çalışacağı, daha teknolojik ve dijital bir ordu yapılanmasına gidilecek. Kısacası NATO geleceğin savaşlarına hazırlanıyor ve 2030’a kadar bu geçişi tamamlamayı hedefliyor.

Bu arada bütün bu askeri stratejideki dönüşüm süreçlerinde Türkiye’nin bir itirazının olmadığını, veto yetkisini kullanmayı gündeme getirmediğini, bu süreçlerin sessizce parçası olduğunu da hatırlatmak gerekir.

RAKİP KİM, DÜŞMAN KİM?

NATO strateji belgesinde beklendiği gibi Rusya tehdit olarak tanımlanırken, Çin ilk kez NATO strateji belgesine girdi. Burada kullanılan dil doğrudan ABD stratejisinin yansıması. ABD Rusya’yı bölgesel tehdit, Çin’i ise küresel rakip olarak görüyor. ABD resmi belgelerinde Çin bir “sistemik rakip” küresel meydan okuyucu olarak ele alınıyor. Tabii ki, ABD’nin bütün stratejisi son on yıldır Çin’in yükselişini önleme, bu mümkün olmayınca çevreleme üzerine kurulu ve asıl tehdit Çin. Fakat tehdit kavramını şimdilik doğrudan resmi belgelerde kullanmamaya çalışıyor. Birincisi Çin, Rusya’dan farklı olarak henüz askeri güç kullanmadı. Bu, ileride kullanmayacağı anlamına gelmiyor. Özellikle Tayvan konusunda er ya da geç Çin bir askeri girişimde bulunacak. İkincisi, NATO belgesine de yansıdığı şekliyle ABD ve NATO hâlâ Çin ile bir orta yol arayışında, diplomasiye kapıyı tam olarak kapamak istemiyor.

ÖRGÜTSEL KIRILMA

Yine de hem tek tek, hem de birlikte Rusya ve Çin’in ABD ve NATO’yu zorladığı metnin dilinden çok rahat belli oluyor. Bir NATO belgesi ilk kez bu kadar sık “kural temelli uluslararası düzen” ve bu iki ülkenin bu düzene yönelik yarattığı sorunları sıralıyor. Bir kez daha hatırlatmak gerekirse ABD’li uzmanlar ve dış politika söyleminde kural temelli uluslararası düzen, Batı merkezli bir dünya algısına dayanıyor. Bu fikri çok uzun süredir dillendiren John Ikenberry idi. Bu kavram ABD’nin üstünlüğü altında ve onun koyduğu, dolayısıyla onun ihlal edebileceği bir liberal düzeni tanımlamak için kullanılıyordu. Uluslararası örgütler, uluslararası hukuk ve yazılı olmayan küresel hiyerarşiye dayalı bu düzende, Batı sisteminin koyduğu kurallara uyulduğu ve uluslararası sistem içindeki yerine itiraz edilmediği sürece sistemin sorunsuz işleyeceği varsayılıyordu. Bu haliyle statükocu, işleyiş olarak liberal ama eşitsiz ve hiyerarşik olduğu için muhafazakâr olan bu sisteme ilk kez kapitalizm içinden ciddi bir rakip çıktı. Bu devlet kapitalizmi sistemine dayalı ama Batı sistemi içinden gelmeyen bir meydan okuma oldu. ABD bununla nasıl baş edebileceğine dair şimdiye kadar kapsamlı ve işe yarar bir strateji geliştiremedi. Eğer Rusya’da bir yönetim değişikliği gerçekleşmezse ve Rusya bu siyasette devam ederse, yine ilk kez, Batı sistemine bundan sonra çok daha açık bir şekilde iki güç birden meydan okuyacaktır. Ukrayna savaşı ve Madrid’deki NATO Zirvesi’yle bu durum artık tescillenmiş oldu.

Ukrayna savaşı küresel rekabeti yoğunlaştıran bir etki yarattı. ABD ile Avrupa arasındaki askeri ve güvenlik bağları güçlendi, ABD Avrupa kıtasına askeri olarak daha fazla angaje olmaya başladı, Avrupa ve AB giderek militarize olmaya zorlandı. ABD bunu zorluyordu, Ukrayna savaşı ise katalizör oldu.
Küresel sistem, daha önceki yazılarda da belirttiğim gibi maalesef daha militarize, güvenlik ve jeopolitiğin öne çıktığı bir yola doğru giriyor. Son NATO toplantısı bunun örgütsel kırılma noktalarından biri oldu ve bu gidişatı birebir yansıttı.