Putin’in savaşı meşru kılmak için öne sürdüğü gerekçelerin ilkelliği ve savaş bölgelerinden gelen ölüm, yıkım haberleri, evlerini barklarını terkederek, komşu ülkelere sığınan yüzbinlerce insan, Ukrayna Devlet Başkanı’nın hemen her gün medyada yayınlanan naklen destek çağrıları, Avrupa kamuoyunda sorunun ancak silahla çözülebileceğine dair yaklaşımları güçlendiriyor.


Başta Biden olmak üzere NATO üyesi ülkelerin liderleri, savaşa müdahale ederek daha büyük bir çatışmaya neden olabilecek adımlar atmayacaklarını açıklıyorlar. Örneğin Ukrayna’dan gelen hava sahasının “uçuşa yasak bölge” ilan edilmesi talebini reddediyorlar. Ancak, Ukrayna’yı “savunma amaçlı” olarak gösterilen silahlarla, istihbarat desteğiyle doğrudan desteklemeyi sürdürüyorlar.

Yaşanan krizde ABD ve NATO’nun askeri genişleme planlarının rolü olduğuna işaret eden analizler, naiflik, ahmaklık ya da ideolojik körlük suçlamalarıyla susturuluyor. Ana akım medyadaki haberler savaşın ancak Putin’siz bir dünyada mümkün olabileceğine dair propoganda neredeyse egemen olmuş durumda. Putin’in saldırısını, Hitler’in II. Dünya Savaşı öncesindeki yayılma politikalarıyla eş görenler, eğer Kiev’de durdurulmazsa, daha sonra diğer Doğu ve Orta Avrupa ülkelerini, hatta tüm Avrupa’yı kontrolü altına almayı hedef alacağına dair yorumlar, sanki kanıtlanmış gerçekler gibi yaygın olarak savunuluyor.

ZELENSKİ ‘KAHRAMAN’ UNVANINI YİTİREBİLİR

Bu gidişle Rusya’yla görüşmeler bağlamındaki açıklamalarında Ukrayna’nın NATO üyeliği konusunda ödün verilebileceğine dair imada bulunan Zelenski bile Batı dünyasının kendisine verdiği “kahraman” unvanını yitirebilir.

Ukrayna’nın NATO’ya üyeliğini bir “değerler birliği”ne katılım olarak görüp, bunun vazgeçilemeyecek bir hak olduğunu savunan propoganda öylesine güçlü ki, Antalya’da ya da başka yerlerde yapılan görüşmelerden “Ukrayna’nın NATO dışında kalması” gibi bir uzlaşılı sonuç çıkması halinde, bu durumun batı dünyası için büyük bir yenilgi olarak görülmesi sözkonusu. Güçlü bir dezenformasyon mekanizması, başta Avusturya, İsveç ve Finlandiya olmak üzere çeşitli Avrupa ülkelerinin, tüm Soğuk Savaş döneminde (ve halen) NATO üyesi olmadan da “batı klübü”nün, yani bu “değerler birliği”nin üyesi olarak kalabildiklerini sanki unutturma.

Avrupa Birliği’nin “lideri” Almanya’da ise hükümetin Ukrayna’ya, yani savaşın bir tarafına doğrudan silah yardımında bulunarak ve ordusunu geniş çapta silahlandırmaya karar vermesiyle, II. Dünya Savaşı’ndan sonraki “pasifist” dönem neredeyse tarih olmuş durumda. Artık geçmiş hükümetlerin silahsızlanma hedefleri, ülkeyi, batı dünyasını, özgürlüğü, “değerler”i tehlikeye düşüren büyük hatalar olarak görülüyor. NATO’nun Rusya’ya doğru genişleme politikalarını frenleme çalıştığı, özellikle de de 2014’teki krizde ABD’nin işi oldu-bitti’ye getirip, Ukrayna’yı NATO üyeliğine almasına engel olduğu gerçekçesiyle yaşanan krizden Almanya’yı sorumlu tutanlar bile var.

Elbette hükümet yetkilileri halen dikkatli bir dil kullanmaya özen gösteriyorlar ve her fırsatta, NATO’nun savaşa müdahale etmeyeceğini açıklıyorlar. Ancak ana akım medya ve ana muhalefetteki merkez sağ birlik partileri CDU-CSU için aynı durum sözkonusu değil.

Merkel döneminde aktif politikadan çekildiği için kendisini merkez sağın başarısızlığından sorumlu görmeyen ve hatta bu cenahın kurtarıcısı olarak görülen CDU Genel Başkanı Friedrich Merz, savaşa NATO’nun müdahale edebileceğini açıklayarak, bu konudaki kırmızı çizgiyi aşan ilk üst düzey politikacı oldu.

Ardından Avrupa’nın en büyük medya grubu Springer’in başkanı Matthias Döpfner’in bu konudaki yazısı çıktı. Başta Bild gazetesi olmak üzere Almanya’da etkin çok sayıda günlük gazete, televizyon kanalı ve internet haber portalını bünyesine alan grubun CEO’luğunun yanısıra, yıllardır Almaya Gazete Sahipleri ve Dijital Yayıncılar Birliği’nin (BDZV) de başkanlığını yapan Döpfner’in, Bild’de yayınlanan yazısı günlerdir bu konudaki yorumlarında lafı eveleyip-geveleyenlerin işini kolaylaştırdı.

Şöyle diyor şef gazeteci “NATO, HEMEN müdahale etmeli!” başlıklı yazısında:

“Eğer Putin, her şeyden önce NATO üyeleri askeri direniş göstermedikleri için, Kiew’i ele geçirirse Batı zayıf düşer. Batı zayıf düşerse Çin Tayvan’ı ilhak eder. Bu da Batı’nın siyasi olarak sonu olur. O nedenle NATO üyeleri HEMEN devreye girmeli. Birliklerini ve silahlarını değerlerimizi ve geleceğimizi koruyabileceğimiz yere göndermeli.”

İnsanlık tarihinin en kanlı savaşlarına taraf olan Almanya’nın en büyük partisi ve en büyük medya grubunun, bu savaşlardan çıkarılan dersleri neredeyse sıfırlayarak gündeme getirdiği bu tartışma, içine Türkiye’yi de alarak sürüyor. Örneğin Putin’in NATO’nun askeri müdahalesine topyekün savaşla yanıt vermekten imtina edeceğini ileri sürüyorlar ve buna 2015’te Türkiye ile Rusya arasındaki krizi örnek gösteriyorlar. Rusya’nın hava sahası ihlali nedeniyle bir uçağını düşüren Türkiye’ye, dolayısıyla NATO’ya savaş açmadığını hatırlatıyorlar.
Ama Putin defalarca bu konudaki tavrını açıkladı.

NÜKLEER SAVAŞIN KAPISINI ARALAR

NATO’nun bu savaşa doğrudan müdahalesi, kısa zamanda tüm Avrupa’ya yayılacak bir nükleer savaşa neden olabilir. Kimileri başta Çin ve Hindistan olmak üzere dünyanın geri kalan bölgelerindeki ülkelerin, sonuçta kazananı olmayacak bu savaşa katılmayacağına, dolayısıyla böyle bir gelişme olsa bile savaşın Avrupa’yla sınırlı kalacağına işaret ediyorlar. Bu çok zor ama öyle olsa bile bu durum yine de III. Dünya Savaşı adını hakedecek yıkımlara neden olacaktır.
Tehlike büyük.

Bu savaş tüm insanlığı içine alacak bir felakete dönüşebilir.