Türkiye, NATO'nun 28-29 Haziran Madrid zirvesinde dış politikayla ilgili herkesin isabetle öngördüğü üzere, İsveç ve Finlandiya'nın ittifaka katılımlarını veto etmedi. Biden yönetiminin, NATO'nun yeni stratejik konseptinin onaylanacağı Madrid zirvesinde hedeflerinin bozulmasına izin vermeyeceği baştan belliydi. Rusya ile Ukrayna üzerinden vekaleten savaşa tutuşulan, buna Çin'le 'çıkarılacak belanın' ekleneceği bir ortamda 'birlik' görüntüsünü bozacak bir aktöre tahammül yoktu. Bunu gayet iyi bilen Ankara'daki iktidar, zirve öncesinde iç ve dış politika gündemine uygun düşen temalar altında pazarlık yürüttü. Sonunda zirveye İsveç ile Finlandiya ile imzalanan üçlü mutabakat damgasını vurdu. Doğrusu müthiş bir 'siyasi şov' oldu!

Üçlü mutabakat, hukuken bağlayıcılığı bulunmayan bir 'niyet beyanı'. Ortada bir NATO belgesi yok. İsveç ve Finlandiya'nın vaatlerini hayata geçirmelerinin garantisi de...

MUTABAKATTA NE DENİLİYOR?

10 maddelik mutabakatta özetle 'ilkeler, değerler, terörizmin tüm biçimleriyle mücadelede dayanışma ve işbirliği' yahut 'Türkiye'nin güvenliğine yönelik tehditlere karşı destek verilmesi' gibi genel cümleler uzun uzadıya yazılı. Zaten herkesin 'terörist' gördüğü PKK metinde yine 'terörist'. Ancak bu ifade PYD/YPG ve FETÖ için kullanılmıyor. Bu yüzden 'terör örgütleriyle bağlantısı bulunanların faaliyetlerinin engellenmesi' muğlak bir görünüme bürünüyor. İsveç ve Finlandiya'nın terör zanlılarının iadesi konusunda olası somut girişimleri açısından 'Avrupa İade Sözleşmesi'ne atıf var. Yine silah ambargosu konusunda 'müttefik dayanışmasına uygun davranılacağı' vaadi yer alıyor. Belki en somut tema AB'nin Ortak Güvenlik ve Savunma Politikası girişimlerine dahil edilme ve Daimi Ortak Mekanizma tesisi. Artık buradan ne çıkarsa...

İşte bu niyet beyanı ile Ankara, NATO’nun 'Açık Kapı' politikasına desteğini teyit ederek iki ülkeye üyelik davetine onayını verdi.

Nitekim daha NATO zirvesinin 'dumanı tüterken, Finlandiya Cumhurbaşkanı Sauli Niinistö, mutabakatta YPG için 'terör örgütü' denmediğini belirtip, 'Suriye'nin kuzeyine yardıma' engel bulunmadığını söyledi. Türkiye'den iade taleplerini ele alacak yargıya müdahale etmeyeceklerini, var olan davaları yeniden ele almanın da gereği olmadığını vurguladı. İsveç Dışişleri Bakanı Ann Linde açıkça "Erdoğan’a boyun eğmedik" derken, 'Türkiye bu kişilerin terör faaliyetlerine karıştığını kanıtlamadıkça kimseyi iade etmeyeceklerinin' altını çizdi. Şimdi, ortaya atılan listelerden üç beş kişilik bir 'jest' bile beklenebilir.

Velhasıl NATO zirvesine kadar sürekli 'kağıt üzerinde vaatleri kabul etmeyeceğini' belirten Ankara, zirveden 'kağıt üzerinde' vaatlerle döndü. Bu yüzden 'vaatler yerine getirilmezse İsveç ve Finlandiya'nın NATO üyeliklerine TBMM'den onay çıkmayacağını' söylemek gereği hasıl oldu. Herkesin malumu yine böyle bir şeyin olmayacağı. İttifaka katılım için İsveç ve Finlandiya'ya çıkarılan davetin 30 üye ülkenin parlamentolarında onayı gerekiyor. Bunun için ABD'nin 'bastırmasına' bağlı olarak değişecek bir yıla uzanan bir süre var. Bu prosedür düşünülürse mutabakat gerçekten de Erdoğan yönetimi için 'zafer'. Ağır ekonomik koşullarda seçim sürecine hazırlanırken altın tepside sunulan yeni 'mühimmat' çıktı. Artık sürekli İsveç ve Finlandiya'ya vaatlerini yerine getirmesi için çağrılar işiteceğiz... Somut olan ise sürekli tekrarlanan Ege, Akdeniz ve KKTC hassasiyetleri NATO zirvesinde tartışma konusu bile olmayan Türkiye'nin NATO'yla uyumu.

BIDEN'IN ALAMET-İ FARİKASI

Erdoğan yönetimi açısından esas diplomatik zafer, zirve öncesi ABD Başkanı Joe Biden'dan gelen telefon ve zirve sırasında yapılan görüşme. Biden yönetimi altında Türk-Amerikan ilişkilerinde yapısal kriz derinleşse de 'Türkiye'nin jeopolitiği' NATO'nun patronu ABD'yi bu konjonktürde özel temasa itti. Biden, Erdoğan'la İsveç ve Finlandiya için diplomasi yürütmek durumunda kalırken, üst düzey bir ABD'li yetkili Reuters'e 'ABD'nin üçlü mutabakatın tarafı olmadığını' vurguladı. Ankara'nın zirveye koşut taleplerinin her birinin ana adresi ABD iken, bundan büyük 'şov' olabilir mi? Şimdi Biden gönül rahatlığıyla, F-35 projesinde büyük ekonomik kayıp yaşamış Türkiye'ye Kongre'yi ikna ederek F-16 satışı ve modernizasyonunu bile kabul ettirebilir. Yeni stratejik konsepte paralel olarak ittifakın güney kanadı güçlü tutulması iyi bir gerekçe.

YENİ ŞİŞEDE ESKİ ŞARAP

Doğrusu, Türkiye ile pazarlık ve üçlü mutabakat işlevsel bile oldu. Zaten AB üyesi olup, ABD ile ikili askeri anlaşmaları ve NATO ile ortaklıkları bulunan İsveç ve Finlandiya'nın kağıt üzerindeki 'tarafsızlıkları' sona ererken, ittifakın kurucu anlaşmasından sonra hedefleri somutlayan en önemli belgesi olan stratejik konsept bile bir parça gölgede kaldı. İçeriğini uzun süredir biliyorduk. Bir Çinli diplomatın ifadesiyle 'yeni şişede eski şarap'.... ABD hegemonyası altında 30 yıldır yok edilmekte olan BM sisteminin yerini alması için son 1.5 yıldır altı çizilip durulan 'kurallara dayalı düzen' tezinin cisimleşmiş hali.

Özele, Madrid/2022 belgesinde açıkça 'Avro-Atlantik bölgesinin barışta olmadığı' beyan ediliyor. 2010'da 'ortak' olarak tanımlanan Rusya, 'barış ve istikrara en önemli ve doğrudan tehdit' olarak anılıyor. Çin 'hırsları ve zorlayıcı' diye nitelenen politikalarıyla 'değerler, güvenlik ve çıkarlara sistematik meydan okuma' olarak ifade ediliyor. İki ülkenin stratejik ortaklık geliştirdiği ve Batı'nın 'kurallara dayalı uluslararası düzenine' karşı 'otoriter bir tepkinin ön safında yer aldıkları' dile getiriliyor. Belgenin geri kalanı 'laf kalabalığı'.

Stratejik konsept şovunun deşifresini de zirvede NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg yaptı. "Rusya ile çatışma hazırlıklarını 2014'te başlatmıştık" diyerek Ukrayna savaşındaki kundakçılığı tescilledi. Özetle dünya daha büyük belalara yelken açtı.