NATO’nun 27. devlet ve hükûmet başkanları zirvesi 8-9 Temmuz 2016 tarihleri arasında Varşova’da gerçekleştirildi. Zirveye NATO üyesi 28 ülkenin devlet ve hükûmet başkanları katıldı. Ayrıca, NATO’ya üye olmayan 12 ülkeden devlet ve hükümet başkanları ve bakanlar zirvede temsil edildi. Giderek genişleyen NATO ilk kez bir stadyumda (Varşova Ulusal Stadyumu’nda) toplandı. Bu aynı zamanda giderek çürüyen bir örgütün “ hala güçlüyüm” boş mesajından öte bir anlam ifade etmiyor elbette.

9 Temmuz2016’ da yayınlanan sonuç bildirgesinden de anlaşılacağı üzere, gündemde daha çok uluslararası terörizm, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki gelişmeler, Afganistan’da ikamete devam, mülteci sorunu ve tabi ki Rusya vardı. Oysa, NATO Enerji Güvenliği Bölümü Başkanı Rühle’ye göre, enerji güvenliği ve siber saldırılar konusu zirvede kendine önemli bir yer bulacaktı. Ama öyle olmadı. Mülteci sorunu, İŞİD başta olmak üzere siyasi İslam terörü ve Rusya ön plana çıktı. Son yıllarda NATO gündeminden hiç düşmeyen enerji güvenliği bu zirvede geri planda kalsa da önümüzdeki günlerde tekrar öne çıkacak gibi görünmektedir. Haziran ayında yapılan bir röportajda Rühle; “Varşova Zirvesi’nde göreceksiniz ki NATO için siber savunma en önemli konulardan biri ve önemi gittikçe artıyor. Siber saldırılar bana göre enerji güvenliği açısından en büyük riskler arasında olmayı sürdürüyor. Enerji dağıtım şebekeleri yüksek derecede bilgisayarlaştırılmış durumda ve siber saldırılar çok ciddi zararlara yol açabiliyor. Bilinen siber saldırıların yaklaşık yüzde 50’si enerji sektörüne yönelik gerçekleştiriliyor ve tabii ki bunun bir sebebi var. Dolayısıyla, altyapılarını korumakla yükümlü olan ülkelerin siber savunmaya gerekli yatırımı yapmasını elzem görüyorum.” İfadelerini kullanmıştı. Aslında bu konu Avrupa için de oldukça büyük önem arz ediyor. Zirve öncesi bu konuya yönelik bir başka toplantı yine Varşova’da; “ Denizcilik Temalı NATO Enerji Güvenliği Forumu” adı altında 8 Haziran 2016 tarihinde gerçekleştirilmişti.

Neden enerji güvenliği?
Uluslararası Enerji Ajansı ( IEA) verilerine göre, mevcut koşullar ışığında küresel enerji talebinin 2035 itibarıyla bugünkü seviyesine oranla % 50’den fazla artması beklenmektedir. Konuya NATO üyesi ülkeler açısından bakıldığında, ittifak üyelerinin dünya üzerindeki ispatlanmış petrol rezervlerinin sadece %6’sına, sahip oldukları görülmektedir. Küresel petrol üretiminin ise sadece % 18’i NATO üyesi ülkelerce yapılmaktadır. NATO üyesi ülkelerin toplam tüketiminin küresel petrol tüketiminin yaklaşık %40’ına denk geldiği dikkate alındığında, bu ülkelerin NATO üyesi olmayan ülke kaynaklarına bağımlılığı açıkça görülür. Doğal gaz söz konusu olduğunda da benzer bir durum dikkati çekmektedir. NATO üyesi ülkeler küresel doğalgaz rezervlerinin sadece %7’sine sahipken, küresel gaz tüketiminin yaklaşık % 34’ü NATO üyesi ülkelerce gerçekleştirilmektedir. Ayrıca enerji yollarının güvenliği de en az enerji arz güvenliği kadar önem arz etmektedir. Dolayısıyla bu durum enerji güvenliği konusunu kaçınılmaz olarak NATO’nun gündemine taşımaktadır.

2006 Riga ve 2008 Bükreş zirvelerinde konu ele alınmış ve Bükreş zirvesinde; “İttifakın enerji güvenliği alanındaki acil riskler hususunda istişare etmeye devam edeceği” vurgulanmış ve 2009 yılındaki zirvede sunulmak üzere NATO’nun enerji güvenliği alanında nasıl bir ilerleme kaydettiğine dair geniş kapsamlı bir raporun hazırlanması istenmiştir.

“NATO’nun yeni konsept çerçevesinde üsleneceği üç temel görevden biri; Müşterek Güvenlik (Cooperative Security) alt başlığı ile ifade edilmektedir. Buna göre ittifak üyeleri sınırları dışında politik ve güvenlikle ilgili gelişmelerden etkilenmeleri hususu ortaya çıkınca, uluslararası güvenliği sağlamak için ilgili ülke veya uluslar arası kurumlarla işbirliği içinde aktif bir rol alabilir. “ NATO bu çerçevede geçmişte Libya örneğinde olduğu gibi müdahaleyi kendince meşru kılmaktadır. Son zirve de yine gündemde olan Rusya ile barış istendiği söylense de Rusya ile bir çatışma ihtimal dışında tutulmamaktadır. NATO’nun son yıllardaki zirvelerinin Rusya’nın burnunun dibinde gerçekleştirilmesi tesadüf olmasa gerek.

George Friedman, ‘Gelecek On yıl’ adlı kitabında 2020 yılında Polonya ve Türkiye’nin Rusya’ya karşı bir çatışma içerisine gireceği üzerine bir senaryo yazmakta. Elbette her kes istediği biçimde istediği kadar senaryo yazabilir ve çoğunlukla bu senaryolar ciddiye alınmaz. Ancak unutmamak gerekir ki gelecek kurgusunda bu tür senaryolar tamamen ütopik olmayıp zaman zaman gündem aldığı, ya da servis edildiği görülmüştür. Üstelik son yıllarda Rusya ile aramızda yaşananlar da ortada iken…

Öte yandan 2006 Riga zirvesinde NATO’nun enerji güvenliği alanında karşılaşabileceği sorunlar ve oynayabileceği olası rol üzerinde durulmuş, başlıca konu başlıkları şu şekilde sırlanmıştır: Deniz yollarının güvenliği için gerekli hizmetlerinin sağlanması; kaçakçılığın önüne geçecek operasyonel desteğin verilmesi; enerji alt yapı ve üretim tesisleriyle boru hatlarının güvenliğinin sağlanmasına katkı verilmesi; üretici, tüketici ve geçiş ülkeleri arasında işbirliğinin desteklemesi ve üye ülkeler arasında koordinasyonu sağlanması.

Burada özellikle uluslararası deniz yollarının güvenliğinin sağlanması konusu öne çıkmaktadır. Bu da Türkiye’nin Somali açıklarında uluslararası tekellerin petrol tankerlerini korumak için asker göndermesi demektir. Görüleceği üzere, gençlerimiz Kürtlerin ezilmesi, darbecilerin darbe hevesleri ve uluslararası kartellerin çıkarlarının korunması gibi hiç de vatan savunması ile alakalı olmayan nedenlerden dolayı ölüme gönderilmektedir. Davullarla askere gönderilen gençlerin boğazı kesilmiş olarak evine gönderildiği bir ülkede NATO için ucuz askerden bol ne var da denebilir tabii… Bu durumda ellerinde bayraklarla ( kırmızı, yeşil bu günlerde fark etmiyor) tekbir getirerek yolları işgal edenlerin de yakında “Vatan sana canım feda “ sloganı yerine “ NATO sana canım feda” sloganı atarlarsa şaşırmamak lazım. Geçmişte 6. Filo için ayağa kalkanlar da Kanlı pazardan Meclis başkanlığına gelenlerde bunlar değil miydi?