ABD seçimlerinde Biden’ın ipi göğüslemesinin, ABD’nin Türkiye ile ilişkilerine nasıl etki edeceği merak konusuydu. Erdoğan yönetiminin seçimleri takip eden süre zarfında ABD’ye ılımlı mesajlar göndermesi ve 1915 krizinde dahi düşük perdeden tepki vermesi, ikili ilişkilerde “fedakârlığa” hazır olunduğu şeklinde yorumlandı. Saray rejiminin ayakta kalabilmesi için ABD-NATO desteğine ihtiyacı var. Bunu Erdoğan’ın muhatapları da gayet iyi biliyor. “İşbirliğinin devamı” adı altında masaya sürecekleri başlıklar, muhtemelen başka bir konjonktürde Erdoğan’ın kolay kolay kabul etmeyeceği şeyler olacak. Ancak pazarlık bugün yapılıyor ve iktidar bloku pazarlığa paramparça bir vaziyette giriyor. Dolayısıyla Halkbank davasından S-400’e, Suriye’den siyasi tutuklulara kadar birçok başlığın en az birkaçında taviz verilecek gibi görünüyor.

Erdoğan, Peker’in iddialarıyla yeni bir faza geçen iktidar içindeki kavgaya bugüne dek açıktan müdahale etmedi. Partide Soylu’nun beyanat ve eylemlerinden rahatsız olan vekilleri bilmesine rağmen İçişleri Bakanını koltuğunda tutmaya devam etti. Aynı durum benzer suçlamalara muhatap olan diğer AKP’li isimler için de geçerliydi. Muhalefet bu hareketsizliği, Soylu’nun bildiklerine bağladı ama bu resmin tümünü açıklamıyor. Erdoğan’ın Biden görüşmesi öncesi yönetim krizini tescilleyen bir hamle yapmaktan imtina etmiş olması kuvvetle muhtemel. Bu görüşmenin kısa ve orta vadedeki sonuçları, iktidar içi dengeleri ve dolaylı biçimde seçim takvimini etkileyecek.


ABD-NATO hattında ilişkilerin onarılması için en ön planda olan isimler Akar ve Fidan. Özellikle Akar’ın iki ülke arasındaki asıl meselenin S-400 değil YPG olduğunu söylemesi “dışarıdan” çok “içeriye” bir mesaj anlamına geliyor. Savunma Bakanı’nın NATO’ya bağlılık vurgusu ise yalnızca Saray adına verilen bir teminat değil, aynı zamanda TSK’nin pozisyonuna dair bir angajman niteliğinde. Akar, Rusya’ya S-400 tavizi sırasında eli güçlendiği düşünülen Avrasyacıların Batı ile ilişkilere köstek olmayacağını ifade etmiş oluyor. Kabil havaalanının işletilmesi ve korunması, Libya’ya ve Suriye’nin kuzeyine dair vaatler gibi ABD’ye uzatılan açık çeklerin arkasında Akar ve temsil ettiği yönelimin imzası var.

Bir süredir Soylu’nun yerini alacağı söylenen Fidan da tıpkı Akar gibi ABD ile ilişkilerin kilit aktörlerinden biri. Şayet yeni dönemde ABD ile ilişkiler kısmi de olsa bir “iyileşme” eğilimi gösterirse bu durum Fidan’ın ve Akar’ın konumunu büyük ölçüde güçlendirecek.

Biden görüşmesi öncesinde AKP içinden Erdoğan’a mesaj gönderme trafiği de artmış durumda. Kimisi rant kavgasının AKP’yi tepetaklak ettiğini ima ediyor, kimisi üstü örtük biçimde MHP ile ittifakın zararlarından dem vuruyor. YİK Üyesi Çiçek’in Peker’in iddialarını ciddiye aldığını göstermesi, yalnızca kendisini bağlayan bir çıkış sayılmamalı. AKP’nin kurucu ekibi, mafya liderinin ifşası ile gündeme gelen skandalları Erdoğan’ın etrafındaki yeni ekibe fatura ediyor. Onlardan bir an önce kurtulunması gerektiğini ima ediyor. AKP’li isimler hakkındaki yolsuzluk iddialarına ses çıkarmayan MHP ise siyasi etik yasası gibi taleplerle AKP’ye aba altından sopa gösteriyor.

İktidar kliklerinin bir diğer manevra alanı Kürt siyasetinin aktörleriyle ilgili gelişmelere denk düşüyor. Daha önce AYM’nin usul yönünden eksiklere işaret ederek reddettiği HDP iddianamesi yeniden hazırlandı. MHP’nin yanı sıra Soylu ve Perinçek kanadı bu sürecin bir an önce sonlanmasını istiyor. Ancak AKP’de aynı fikirde olmayanlar, parti kapatma yöntemini benimsemeyenler mevcut. Hal böyleyken Metiner gibi isimlerin “HDP’nin ana damarını oluşturan dindar-milliyetçi Kürtlerin hassasiyetleri ve talepleri dikkate alınsın” çıkışı tesadüf değil. Saray, olası bir seçim arifesinde “Kürt seçmeni kaybetmemeli” diyenler ile milliyetçilerin “en uç noktaya kadar gidilsin” talebi arasında kalmış durumda. Ülkenin en kritik meselelerinde iktidar içinde görüş birliği yok.

Erdoğan ve Biden görüşmesinden iktidar için ne bir zafer ne de bir hezimet çıkacak. Pazarlık masasında kazanılanlar ve de feda edilenler ise iktidar içi kliklerin akıbetini etkileyecek. Tüm bunlarla birlikte şu gerçeğin altını çizmek şart, zirveden çıkan sonuç ne olursa olsun AKP içinde bir konsolidasyonun imkânı yok. Bu tespiti Cumhur İttifakı’nın irili ufaklı bileşenlerine de genelleyebiliriz.

Son bir söz de emperyalist merkezlere umut bağlayıp muhalif geçinenlere… ABD’den icazetle gelecek bir “normalleşme”nin bu memleketin emekçisine, yoksuluna, eşitlik mücadelesi verenine, doğasını savunana zerre kadar faydası olmaz. Eğer düze çıkılacaksa bu, “liberalizm duasına” çıkmakla değil, geniş halk kitlelerinin kolektif bir özne haline gelerek siyasi denklemi değiştirmesiyle mümkün olacak.