2017 yılının tüm zorluklarına ve karanlık anlarına rağmen işçiler umut ışığını yakmayı başardılar. Petkim, Posco Assan, Bravo, Kod-A işçilerinin gerçekleştirdiği direnişler kadar, OHAL koşullarında susturulan ve yasaklanan bir çok direniş ve grev var

Nazım’dan Orhan Kemal’e: “Kederli ol fakat ümidin parlasın”

Gamze Yücesan Özdemir - Prof. Dr.

Nazım Hikmet, 1949 yılında Orhan Kemal’e bir mektup yazar. Bu mektubunda Orhan Kemal’in yazdığı kitabı ve yazarlığını değerlendirmektedir. Mektupta Nazım Hikmet genç yazara şöyle der: “Senin bazı hikâyelerin, yalnız kederli değil aynı zamanda ümitsiz... Realite, bizzat tarihi akışıyla realite, ümitsiz değildir, kederli, mahzun, acı, alacakaranlık, korkunç, iğrenç, rezil, kepaze filan falan tarafları vardır, bu tarafları aksettirmekte en ufak bir ihmal, insanlığı tek taraflı, tozpembe bir ışıkla vermek olur ve realiteden uzaklaşılır... Gelişen şey ise ümitsiz değildir, sevinçsiz değildir. Kederli, mahzun, acılı olmak için sebepler mevcuttur, fakat ümitsiz olmak için tek bir sebep mevcut değildir. Aman evladım, kendini bundan sakın, daha acı, daha mahzun ol, fakat sevincin ve ümidin pırıl pırıl parlasın. İşte bu kadar.”

Orhan Kemal’in edebiyatını -bu mektubun etkisiyle mi bilinmez- eşsiz kılan, kapkara, korkunç, kederli gerçeklikler içinde parlayan umuttur. 2017 yılını emekçiler açısından değerlendirirken ben de “Orhan Kemal bakışı”nın izinden yürüyorum. Emekçiler dediğimizde, montaj işçileri, tersane işçileri, maden işçileri, mevsimlik tarım işçileri, belediye işçileri, çağrı merkezi işçileri, göçmenler ve göçmen olmayanlar, vasıflı, yarı-vasıflı ve vasıfsız olanlar, diğer bir deyişle toplumsal işbölümünde üretim, dağıtım, tüketim ve yeniden üretim alanlarında bulunan geniş toplum kesimlerinden bahsediyoruz. 21. yüzyılın başında, tüm çalışanlar ciddi bir proleterleşme dalgası içinden geçiyorlar. Bu dalga, çalışma ve yaşam koşulları üzerinde çok boyutlu bir yıkım yaratıyor. Aynı zamanda tarihsel bir dönüşüme de işaret ediyor: Toplumsal eşitlik ufkunun parçalanması.

Kapitalizmin tarihsel seyri toplumsal eşitsizliğin yeniden ve daha geniş kapsamlı üretimidir. Günümüzde bu eğilim toplumsal eşitsizliği hiç olmadığı kadar derinleştirmiş ve küresel bir ölçek kazandırmıştır. Bu proleterleştirme dalgası ise, toplumsal eşitsizliğin derinleşmesinin en önemli aracıdır. 2017 Türkiyesi’nde emekçilerin işyerinde, gündelik hayatta ve itiraz-direnişlerde ortaya çıkan deneyimlerini bu toplumsal eşitsizlik koşullarında anlamak gerekir.

İşyerinde
2017’de emekçiler derin işsizlik koşulları içindeydiler. TÜİK’e göre 2017’de ekonomi büyüdü. “İstihdam yaratmayan bir büyüme”nin gerçekleştiği açıktır. İstatistikler ile yapısal koşullar görünmez kılınabilir ama insanların günlük hayatındaki derin işsizlik koşulları ortadan kalkmaz.

2017 yılında emekçiler çok uzun saatler çalıştılar. OECD’nin 2017 verilerine göre Türkiye, mesainin en uzun olduğu ülkeler arasında ilk sırada yer alıyor. Uzun çalışma saatlerinde sermayeyi daha da pervasızlaştıracak bir uygulama da Temmuz 2017’de geldi. Torba Yasa ile Hafta Tatili Kanunu kaldırıldı. Bu da işverenler açısından hafta sonu çalışmasını kolaylaştıran uygulamalara imkan verdi. Kapitalizmin gelişmişlik aşamasında beklenen, teknoloji ve yönetim pratikleriyle göreli artı-değerin arttırılmasıdır. Oysaki günümüzde, sermaye, ücretlerin düşürülmesine ve çalışma saatlerinin uzatılmasına dayanan mutlak artı-değeri arttıracak uygulamaları gündeme getiriyor.

Güvencesiz istihdam bu yıl da arttı. Güvencesiz istihdam, basit bir iş ilişkisi/iş sözleşmesi değildir. Hem işyerinde hem toplumsal yaşamda belirsizlik, korku ve özsaygı yitimi yaratan kapsamlı bir emek rejimidir. Aralık 2017’de, KHK ile kamudaki taşeron işçilere kadro verilmesi ise bu emek rejimi içinde kısıtlı bir parantez olarak değerlendirilebilir. Bu parantezin oluşmasında bir yandan taşeron mücadelesinin etkisi ve hükümet üzerinde yarattığı toplumsal baskı var. Diğer yandan ise rejimin doğasına içkin asgari rıza koşullarının, paternalist ya da klientalist biçimde sağlanması var.

2017 iş cinayetleri ile anılan bir yıl oldu. İş kazaları ve iş cinayetleri konularında önemli bir sorumluluk üstlenen İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi (İŞİG) bu yılın vahim sayılarını düzenli olarak açıkladı. Türkiye’de iş kazaları iki sektörle gündeme geliyor: kömür madenciliği ve gemi yapımı. Her iki sektörde de özellikle taşeronlaşmanın, kayıt dışı işçi çalıştırmanın ve uzun çalışma saatlerinin yaygın olduğu biliniyor. İş kazası, burjuva sosyal bilimlerinde, işçinin karşı karşıya kaldığı, istenmeyen ve/veya şanssızlık sonucu meydana gelen olaylardır. Oysa “şans” sınıfsaldır. Diğer bir deyişle, ait olunan sınıf, üretim sürecindeki yerinizi belirlediği gibi iş kazasına maruz kalma “şans”ınızı da doğrudan belirler.

Emekçilerin kazanılmış haklarına yönelik saldırılar bu yıl da devam etti. İşçiye gelecek güvencesi sağlayan ve işverenin keyfi işten çıkarmalarına karşı işçiyi koruyan kıdem tazminatının fona devredilmesi çabası, toplumsal baskı ile püskürtüldü. Buna karşın işçi-işveren arasındaki çelişkileri bireyler arası basit bir çekişmeye indirgeyen arabuluculuk yasası Ekim 2017’de kabul edildi.

İşyeri koşulları üzerine düşünürken, 2011 yılından bu yana memlekete akan göçmen emeğinden de söz etmek gerekli. 2017’ye gelindiğinde göçmen emeği işyerlerindeki koşullar üzerinde ciddi bir baskı unsuru oluşturuyor. Sınıfı parçalama yönünde etkileri olan bu koşullara karşı göçmen emeği, bileşik sınıf siyaseti tarafından içermek oldukça önemli gözüküyor.

Gündelik hayatta
Yalnızlaşma, yabancılaşma ve yorgunluk, emekçiler için genel özellikler olarak düşünülür. Buna karşı 2017’de memleketteki kimi özgün dinamikler, bu süreçleri yeniden yapılandırdı. Emekçiler, yüksek enflasyon baskısı altında borçlu, gerici saldırılar karşısında kendilerinin ve çocuklarının yarını için endişeliler. Ayrıca, gerilimin ve siyasi kamplaşmanın yarattığı i belirsizlik ve korku ortamında nefes alıp vermeye çabalıyorlar.

Emekçiler yalnızlaşıyor. Hem kentlerde hem de taşra illerinde, sınıf içi iletişim zayıflıyor. İşdışındaki yaşantıda bireysel etkinlikler oldukça baskın: AVM’ye gitmek gibi. Dolayısıyla sendikalar, odalar ve dernekler gibi kolektif iletişim deneyime açık mekanlar çok kullanılmıyor. Geleceksizliği ve güvencesizliği tüm boyutlarıyla deneyimleyen, kendisini ve ailesini koruma refleksi içinde olan, var olanı kaybetmemeyi gözeten bir tutum içindeler. Bu durum onların muhafazakar ve geleneksel ilişkiler içine hapsolmasını da kolaylaştırıyor.

Emekçiler kendilerine, topluma ve hayata yabancılaşıyorlar. Yabancılaşma yalnızca işyerinde değil, toplumsal yaşamın her alanında derinleşiyor. Emekçilerin kendi yaşamları üzerinde hak ve iradelerinin erozyona uğraması, tüm topluma karşı bir duyarsızlaşma ve içe dönme olarak beliriyor. Yabancılaşmayı, güvencesiz ve geleceksiz yaşamların bir sonucu olarak da değerlendirebiliriz.

Emekçiler yorgunlar. 2017 her açıdan yorgun bir yıl oldu. Düşük ücretler, uzun çalışma saatleri, hak kayıplarına yönelik tedirginlikler ve geleceğe dair belirsizlikler, fiziki ve ruhsal bir yorgunluk olarak ortaya çıkıyor. Bu yorgunluk, yukarıda belirttiğimiz yabancılaşma ve yalnızlaşma süreçlerinin hem sonucu hem de nedenidir. Geçim derdine, hayatın koşuşturmasına yetmeyen, yetemeyen yorgunluklar…

Direnişte
2017 yılının tüm zorluklarına ve karanlık anlarına rağmen işçiler umut ışığını yakmayı başardılar. Petkim, Posco Assan, Bravo, Kod-A işçilerinin gerçekleştirdiği direnişler kadar, OHAL koşullarında susturulan ve yasaklanan bir çok direniş ve grev var. OHAL bahanesiyle ertelenen grevler, hali hazırdaki düşük örgütlülük düzeyine ve hareketin zayıflığına rağmen, sınıf hareketinin siyasal iktidarı rahatsız edebilme gücünü de gösteriyor. Gerçekliğin sert, acımasız, karanlık ve dehşet verici koşulları içinde birçok işkolunda, birçok işyerinde kadın-erkek bir çok emekçinin söyleyecek sözleri ve itirazları var.
nazim-dan-orhan-kemal-e-kederli-ol-fakat-umidin-parlasin-407820-1.
Emekçilerin itirazlarının en örgütlü hali ise Nisan 2017’deki referandumda yükselen “Hayır” sözüydü. “Hayır” diyenler, kurumsallaşmış kapitalist üretim ilişkilerine hizmet, sanayi ve/veya bilişim sektöründe emeğini satarak (ya da satamayarak) dahil olanlardı. “Hayır”da emekçilerin tek adam rejimine karşı toplumsal eşitlik talebini ve yurttaş olarak kabul edilme beklentileri vardı. “Hayır”da yılardır yaşanan yolsuzluk ve yozlaşmaların biriktirdiği ahlaki öfke vardı.

Bu itirazlar ve direnişler, bize üç şey söylüyor. İlki, emekçi sınıfların toplumsal eşitsizlik karşısında sözlerinin ve taleplerinin bitmediğini, tükenmediğini gösteriyor. İkinci olarak, taleplerinin nasıl bir siyasal projenin parçası olduğu ya da bu taleplerin hangi siyasal proje tarafından içerilebileceğine dair emekçilerin belirli görüşlerinin olmadığını anlatıyor. Bu da içinden geçmekte olduğumuz iktisadi, toplumsal ve politik aşınma sürecinin bir göstergesidir. Son olarak ise, yükselen itiraz ve taleplerin, biriken ahlaki öfkenin yeteri kadar siyasallaşıp örgütlenemediği ortaya çıkıyor.

Yeni yılda Orhan Kemal’in insanlarının toplumsal eşitlik talebini, sosyalist sol siyaset için hareket noktası haline getirmek olmalı amacımız. Onların ahlaki öfkesinin siyasallaşması ve onların kendi hayatlarına ilişkin iradelerini yeniden sahiplenmeleri bize, tüm topluma ve yaşama nefes olacak. Onlar sol omuzlarına güneşi astıklarında karanlıklardan çıkabiliriz.

Son olarak yeni yılı ve emekçileri Orhan Kemal ile selamlayalım. Kapkara, korkunç ve kederli memleket günlerinde sıcacık ve umut dolu diyelim ki: “Ay benimle olduktan sonra, yıldızın kuyruğuna çarpiim.”