Nâzım Hikmet Memleket Dün seni andık yine

İbrahim Karaca

Yasaklı ve sansürlü bir şairdir Nazım Hikmet. Ölmesi, hapis edilmesini ortadan kaldırmıştır yalnızca. “Yazdıklarım dünyanın dört bir yanında okunur, kendi ülkemde güzel Türkçemle yasak” demesi öylesine söylenen bir söz değil. Türkiye’de ilk yayınlandığı günden bugüne 50 sene geçmiştir ama daha üç gün önce basılan kitapları bile sansürlüdür. Finans Oligarşisinin kelli felli elemanlarından bir banka, Nâzım şiirlerini satıp iyi paralar kazanmaktadır ama “uyuz” olduğu kimi dizeleri okurdan saklamaktadır.

Bir Nâzım şiirini bestelemek istediğimizde, bu bankaya parayı bastırıp izin almalısınız, telif hakları gereği. Düşünsenize; bir sömürü çarkını kırmak için yazılan şiirler, o çarkın sahibi olan aktörlerden birinin elindedir ve Nâzım’ın yoldaşları o şiirlerden bir şarkı yapmak istediklerinde, dizelerin hedef aldığı çarktan izin almak zorundadır!

İçinde “kızıl bayrak”, “komünist”, “Orak-Çekiç”, “Bolşevik” gibi sözcükler geçen dizeler okurdan kaçırılmış ve bugün de kaçırılmaktadır. Bu şiirler sansürsüz olarak örneğin Bulgaristan ve Londra’da uzun zamandan beri basılmıyor mu? Türkiye’de basanlar bunu bilmiyor mu?

“Komünistim/ Sevdalıyım tepeden tırnağa/ Sevda görmek, düşünmek, anlamak/ Sevda doğan çocuk, yürüyen aydınlık/ Sevda salıncak kurmak yıldızlara/ Sevda dökmek çeliği kan ter içinde/ Komünistim/ Sevdayım tepeden tırnağa”
Şimdi bu şiir içinde geçen “komünistim” sözcüğünü “emekçiyim” olarak değiştirip basınca elinize ne geçmiş oluyor? Telif haklarını size veren vermiş, o artık maldır sadece sizin için, bulgur satar gibi satıyorsunuz, işin yasal bir tarafı var sizce ama ne den kurtlandırıp satıyorsunuz?

Tanya şiirini sansüre uğratıp doğru dizeleri okurdan kaçırınca nereniz büyüyor?

Mesela şu şiir vardı da ben rastlamamıştım sanıyordum ama öğrendiğime göre meğer zaten 2000 yılından sonra görebilmiş herkes:

“Bakkal Karapet’in ışıkları yanmış/ Affetmedi bu Ermeni vatandaş/ Kürt dağlarında babasının kesilmesini/ Fakat seviyor seni, çünkü sen de affetmedin/ Bu karayı sürenleri Türk halkının alnına.”

Bu şiiri gördük diye memleketin altı üstüne mi gelmiş oldu?

Denilebilir ki, “Nâzım’ın yakınları o şiirlerin telif haklarını vermeselerdi o zaman…”

Tamam, o başka bir tartışma konusudur, ancak şuna cevap verin: Şiirler sansürsüz basıldı da, Nâzım’ın yakınları gelip “hayır, sansürlü basacaksınız” mı dediler? Geçelim bunları!

Politik bir mücadeleye adanmış eserler o politik mirası reddeden evladın mı olmalı, yoksa aynı mücadeleyi sürdüren yoldaşlara mı miras kalmalı etik olarak? Yasal olan ne olursa olsun, meşru olan hangisidir?
Neyse, bunu da geçelim.

Nâzım Hikmet, şiirlerinde konu ettiği halktan insanlar gibi bir insandır. Batum’dan Türkiye’ye girerken yakalanıp Hopa hapishanesine konulacağını duyan bazı mahkûmlar, onu ilk gördüklerinde öldürmek için sözleşirler. Çünkü Nâzım bir vatan haini, komünist ve dinsizdir; kendilerini de öyle yapabilirmiş!

Nâzım koğuşa girerken durur ve kapı ağzından “selamünaleyküm efendiler” diye seslenir… Koğuşta bir sessizlik ve şaşkınlık… Sonra “aleykümselam” diye karşılık verirler, konuştukça açılırlar, sohbete dalarlar.

Nâzım Hikmet günümüzde yaşayan bir şair olsaydı, memleketi kendi mal varlığıymış gibi yönetenlere laf çakardı her halde. Günümüzde yönetmek; yıllardan beri adına “Laik Diktatörlük” diye diye başımızın etini yedikleri dönemde birikenleri yağmalamak demektir. Yüz yıllık birikim satılıp yenildikten sonra yüz yıldakinin beş katı kadar borç altına girilen, neredeyse tuvalete bile zırhlı otomobil ile gidilen ve “bu kadar parayı ne yaptın” diye sorana yalnızca “yol yabdım” diyebilen görgüsüz ve kuralsız bir inşaat alanıdır burası!

Sağlık sistemi bitik, eğitimi bitik, ulaşımı bitik, çalışma yaşamı bitik, sosyal güvenlik sistemi bitik, ruh sağlığı bitik bir inşaat alanıdır burası… Nâzım Hikmet bunlara vurgu yapan şiirler yazardı her halde.

Nâzım bugün yaşasaydı birbirinden güzel sevda şiirleri yazardı yine tabii ki ama iş ve kadın cinayetleri tavana vuran, molozlar arasında çocuklara tecavüz edilen bir inşaat alanında nasıl sevda şiirleri yazılırsa öyle yazardı.

Üretecek bir şeyi olmayanlar, daha önce üretilenleri satar ve devreden çıkar. Bu inşaat alanına, evini kat karşılığı veren biri gibi bakmazsanız size gaz sıkar, su sıkar, hapislere tıkar!

Nâzım Hikmet bugün yaşasaydı tabii ki bunların şiirini yazar, uğursuz dönen çarkı şiiriyle bozabildiği kadar bozardı. Günümüzde memleketin içini boşalmanın adı “yatırım” olmuştur… Ve memleket öyle bir yatırılmıştır ki, kaldırabilene aşk olsun!

Derelerimiz, içme sularımız, dağlarımız, yeşil alanlarımız tehdit altındadır. Köyünüze, kapınızın önüne kadar gelip, bin yıllık yaşam alanınızı isterler sizden.

Fakat Nâzım Hikmet olmak kolay değildir ve geri gelmeyecektir… Size düşen, ondan kalan mirasın üstüne koyarak hayatı, doğayı, insanı, sevdayı ve kavgayı dizelerinize taşımak, güzelleştirmektir.

Memleketin buna ihtiyacı vardır, Nâzım Hikmet’in de!