Attila Aşut

yazievi@yahoo.com

BirGün yazarlarından Zafer Diper de Türkçe konusunda bencileyin titizlenen biridir. Aynı zamanda değerli bir yönetmen ve oyuncu olan arkadaşımız, hem öz Türkçeyi ödünsüz savunur hem yazım kurallarına uyulmasını ister. Zaman zaman kendi aramızda yazışır, dertleşiriz. Geçenlerde bir okurundan aldığı mektubu paylaştı benimle. Yaşlı okurumuz, dil konusundaki ortak tutumumuzu övdükten sonra genç yazarlara şöyle sitem ediyordu:
“Zafer Bey, oldukça yaşlı bir okuyucuyum. Yazılarınızda arı bir Türkçe kullanmaya gösterdiğiniz özen için size teşekkür etmek istedim. Attila Aşut’la birlikte dilimiz konusundaki bu önemli çaba ve tutumunuzdan, ilgiyle okuduğum ancak kimi kere kullandıkları eski, ağdalı ifadelerini yadırgadığım gazetenizin ‘genç’ yazarları da etkilenir umarım.”

Zafer Diper’in 4 Haziran 2017 tarihli BirGün’de yayımlanan “Kadıköy Belediyesi’nde Şapkasız Nâzım” başlıklı yazısını okurken, yıllar önce tanık olduğum bir olayı anımsadım. (Buna daha sonra değineceğim.)
Zafer Diper, Kadıköy Belediyesi’nin her yıl düzenlediği geleneksel Kitap Günleri için hazırlanan afişlerde, büyük ozanın adının yazılış biçimini eleştiriyordu. “Nâzım’a Saygı” etkinliği düzenlenmiş ama Nâzım’ın ‘a’sı şapkasız yazılmış… Yazının tümüne yansıyan öfkesi ve tepkisi de bu yüzdenmiş. “Şapkadan kopamıyorum bir türlü, ne yapayım” diyor arkadaşımız…

Halk arasında “şapka” olarak anılan “düzeltme imi”nin gerekliliği üzerine BirGün’de çok yazdım. Ne var ki bu konuda hâlâ (hala değil!) tam düzelme sağlandığını söyleyemem. Çünkü “mahkum”, “hakim”, “kağıt”, “rüzgar” gibi “şapkasız” yazımlar eksik olmuyor haberlerimizde.

Kişi adlarının yazımı konusunda “imla” açısından katı davranmamamız gerektiğini biliyorum. Bu adlar resmi bir nitelik taşıdığı için, genellikle nüfusa kaydedilmiş biçimiyle yazılıyor. O nedenle kişi adlarının yazımında dilsel düzeltme yapamıyoruz. Yanlış ve anlamsız da olsalar, onları, nüfus kütüğünde nasıl yazılmışsa öyle kullanmak zorunda kalıyoruz.

Ayrıca yazı dünyasında kimi yazarların benimsedikleri özgün yazım biçimleri var. Örneğin Memet Fuat’ın Memet’ini “Mehmet” olarak yazamayız. Ahmed Arif’in “Ahmed”ini “Ahmet”e dönüştüremeyiz. Sözgelimi Cemal Süreya’nın soyadından attığı ikinci “y” harfini bizim oraya yeniden ekleyerek “Cemal Süreyya” diye yazma hakkımız yok…

Nâzım Hikmet’in adı, tüm güvenilir kaynaklarda “şapkalı” yazılıyor. Dolayısıyla bizim de öyle yazmaya özen göstermemiz gerekiyor.

•••

Şimdi geliyorum, yazının başında değindiğim anıya… Daha önce kaleme aldığım bir yazıda, olayı şöyle aktarmıştım:

“Yusuf Ziya Bahadınlı’nın şapkaya tutkunluğu ünlüdür. O da Attilâ İlhan gibi, adeta kişiliğinin bir parçasına dönüşen kasketini başından hiç çıkarmaz. Bu tutku onda öylesine güçlüdür ki, zaman zaman ‘şapka’ söylemini başka alanlara taşımaktan da geri durmaz. Yakın tanığı olduğum bir olayı aktarayım:

Sol Meclis’in İstanbul’daki toplantılarından birindeydik. Toplantı, Nâzım Kültürevi’nin Beyoğlu’ndaki konferans salonunda yapılıyordu. Meclis’e sunulan siyasal bildirilerden birini tartışıyorduk. Bahadınlı söz aldı ve ‘Nâzım’ın şapkası nerede?’ diye sordu. Toplantıdakilerin şaşkınlıkla kendisine baktığını görünce açıkladı:

“Kültürevi’mizin adında küçük bir yazım yanlışı var. Nâzım sözcüğünün şapkası düşmüş! Bu düzeltme imini yerine koymamız gerekiyor...”

Politikayla uğraşanların dili pek önemsemedikleri biliniyor. Yusuf Ziya Bahadınlı, bu açıdan da ayrıksı bir örnektir. Türkçeyi iyi kullanan bir yazar ve politika insanı olarak, dilde özensizliğe hoşgörüyle bakmadığını her zaman değişik biçimlerde göstermiştir.” (Damar dergisi, Nisan 2003, Sayı: 145).

Eski Türkiye İşçi Partisi’nin Yozgat Milletvekili, yazar ve yayıncı Bahadınlı, bu yazıyı yazdığımda 76 yaşındaydı. Bugün 90 yaşında. Yıllar ne çabuk geçmiş! Ama doksanlık çınarımız hâlâ genç ve üretken. Araştırıyor, inceliyor, yazıyor. Kitaplarının sayısını unuttum...

Damar dergisindeki “Seksene Dört Kala” başlıklı yazımın sonunu şöyle bağlamıştım:

“Düşmana inat, biz onun doksanıncı yaş gününü de, dalyasını da kutlayacağız!”


Bahadınlı birkaç gün önce aradı ve o yazımı anımsatarak, “İlk dileğin gerçekleşti, sıra ikincide!” dedi.

Yaşam coşkusunu ve devrimci iyimserliğini hiç yitirmeyen sevgili Bahadınlı’ya “İyi ki varsın!” diyor; sağlıklı, gönençli günler diliyorum. Umarım, onun 100. yaşını daha aydınlık bir Türkiye’de yine birlikte kutlarız!

Ha, Nâzım’ın şapkası mı?

Merak etmeyin, büyük ozanımızın adı, kültürevlerinin tabelalarında “şapkalı” yazılıyor artık!