Koşulları uygun değil, yazmayayım dedim ama bu kadar hassasiyeti hak etmediği sonucuna vardım. Ne davasına ne hakkında alınacak karara etki edecek laflar söyleyecek değilim ne de olsa. O nedenle yazmakta sakınca yok.

Tabii ben/biz Nagehan Alçı adlı yandaş yazarın yalancısıyız. Nazlı Ilıcak için “o hep sonuna kadar bu örgütü savundu, Fethullah Gülen’in karanlık yüzünü göremedi. Fakat şimdi çok pişman” diye yazdı geçenlerde biliyorsunuz. Alçı’nın kocası Rasim Ozan Kütahyalı ile beraber bir zamanlar hararetle savundukları Gülen’in “karanlık yüzünü” ne zaman gördüklerini de anımsayamıyorum bu arada. Çünkü bu çiftin “karanlıktan” ışık hızıyla çıkma konusunda üstlerine yok gerçekten.

Nazlı hanım bu tür konularda pek süratli değil. Eskiden de öyleydi. Girdiği hiçbir “karanlık”tan kolay kolay çıkamaz, aradan zaman geçtiğinde durumunu hep aynı sözcüklerle anlatırdı. “Kullanıldım” “bilmiyordum”, “pişmanım” gibi.

Tarih 8 Eylül 2008. Habertürk televizyonunda Ece Temelkuran ile Erdoğan Aktaş’ın birlikte sundukları “Türkiye’nin Nabzı” adlı programda Kontrgerilla tarafından da kullanıldığını açıklamıştı Ilıcak.

Türkiye, 12 Eylül 1980 öncesinde tam bir provokasyon cennetiydi adeta. Türkiye’nin ABD kaynaklı istikrarsızlaştırılması projesi sonraki yıllarda devlet içinde illegal bir devlet yapılanması olduğu iyice ortaya çıkan Kontrgerilla eliyle sürdürülüyordu. Derin Devlet’in amaçlarına hizmet eden kişiler, kurumlar olmuştu hep. Nazlı Ilıcak’ın “12 Eylül öncesinde kontrgerilla tarafından kullanıldım” demesi gerçekten bir itiraf mıydı, emin olmak zordu. Çünkü itiraftan çok bir ifşaata benziyordu bu sözler. Bir pişmanlık duygusunu değil, bir “kabulü” barındırıyordu “kullanıldım” sözcüğü”.

Hepsi bu: “Kullanıldım”.

12 Eylül öncesinde, soruna Nazlı Ilıcak gibi bakmayanlar bunun böyle olduğunu biliyorlardı zaten. “Kullanılma” söylemi, kişinin kendisinden bağımsız bir fiili tanımlıyor olsa da, kontrgerillanın özellikle sol muhalefete karşı, Ilıcak gibilerini “kullanmadığı”, onlardan kendi rızalarıyla “yararlandığı” biliniyordu. “Milli güçlerin”, “içerideki hainlere” karşı sözümona devlet-millet eliyle, topyekûn verdiği mücadelelerinde “kullanılma”nın sözü bile edilemezdi. Öyle ki, kendisini devletle el ele bu mücadelenin bir neferi gibi gören kimileri bugün bile geçmişleriyle gurur duyuyorlar. Toplumsal saf tutmada kendine sınıflarının çıkarları doğrultusunda yer tayin edenler, Kontrgerilla dahil, her türlü karanlık odakla “gönüllülük” temelinde ortaklık yaptılart. Nazlı Ilıcak’ın 12 Eylül’den önce yaptığı gibi.

Yine de yararı yok değildi. İster itiraf, ister ifşaat olsun taşınması zor olan ahlaki bir yükü sırtından atma çabasındaydı demek ki Ilıcak. 12 Eylül öncesinin kanlı, karanlık ortamında, bilerek ya da bilmeyerek rol üstlenmiş olma mahcubiyetinin yıllar sonra ortaya çıkışıydı o sözleri.

Laiklikle sorunu olan tüm yapıların içinde yer alan biri olarak FETÖ üyesi suçlamasıyla yargılandığı davada yaptığı savunmasında “Cumhuriyet”in kurumlarında yetişmiş bir modernist olduğunun altını çizip “Gülen cemaatinin içinde” yaşam tarzı nedeniyle yer alamayacağını anlatma çabası da pek bir acıklı tabii.

Alçı’nın deyimiyle Gülen cemaatini savunurken de “kandırılmış mıydı” acaba? Bilmiyoruz. Bunu belki bir başka televizyon programında yıllar sonra itiraf ederse öğreneceğiz. Bildiğimiz tek şey, hep içinde yer aldığı, sağcı, dinci, devletçi odaklar tarafından kandırılan, kullanılan biri olması. Zihniyet ortaklığı, amaç birliği yaptığı kişiler, yapılar tarafından sürekli kandırılan, kullanılan biri Nazlı Ilıcak. O kişiler, yapılar zaten kendileri gibi düşünen Ilıcak’ı neden sürekli kandırırlar?

Yoksa Ilıcak, “kandırıldım”, “kullanıldım” diyerek bizi “kandırıp”, “kullanmaya” çalışmasın”? Olabilir. Çünkü her birkaç yılda bir Nazlı Ilıcak kendisini bu sözlerle aklamaya çalışan biri olarak çıkıyor karşımıza.