Çok sevdiğiniz bir şairin gizli devlet örgütü üyesi olduğu düşünün. İyi bir romancının MİT daire başkanı olduğunu. Ya da Özel Harp Dairesi’nde sayman! Ekmek parası, vatan görevi mi?
        
Kişi, adı gölgeli olan birtakım kurumlar içindeyse, ne denli temiz kalmaya çalışırsa çalışsın, ne söylerse söylesin, en azından kurumun kiri ile kirlenir.
           
Böyle birilerinin olduğunu ima etmiyorum, tamamıyla varsayım.
           
Aslında tablonun bir de iyi tarafı var; örneğin 2. Dünya Savaşı zamanında Fransa: Direniş Örgütü üyesi şairler, yazarlar, düşünürler. Özgürlük dizeleri yazan şairlerin faşizme karşı direnmesi şiirlerinden ayrı düşünülemez. Benzer biçimde, Bulgaristan’da Yugoslavya’da partizanlarla birlikte faşizme savaşanlar...
           
“Gizli örgüt” devletin/ iktidarın örgütü değil de özgürlük mücadelesi içinde olmuşsa, şairin yazarın sabıka belgesini karartmaz, tam tersine ağartır.
           
Bu yazı, yukarıdaki minval üzre gidiyordu. Bir taraftan da “12 Eylül davası” konusunda bir yazı hazırlığına girişmiştim; başlığı peşinen attım: “Basında 12 Eylül Suçuna katılanlar.” Masadaki Birgün’e hiç göz atmamıştım. Şöyle bir bakayım dedim. Nazlı Ilıcak manşeti ile karşılaştım. Gizli örgüt üyesi yazarlara ilişkin kültür sayfası yazısını bu noktada kesmek zorunda kaldım!
         
Bir bakıma atlatıldım. Ne güzel oldu. Hep böyle atlatılsam. Gam değil. Çünkü çok iyi bir gazetecilik yapıldı.
            
Burada bir virgül kullanalım, bir yol ayırımı; basın özgürlüğü alanında yeri ve konumu olan basın mensubunun darbeci örgüt üyeleriyle aynı sıraya oturtulması bir sorun oluşturmaz mı? Ancak, yine Birgün’de Bilge Seçkin Çetinkaya nefis bir yazı ile Nazlı Hanım’ı çözümledi. Okumayanlar okusun. Ki, Birgün’ün “sanık sandalyesi” ithamının az geldiği anlaşılacaktır.
           
Nazlı Ilıcak antikomünizm içeren yazılarını yazdığı eski zamanlarda gazeteciliğin dışında farklı bir yapılanma içinde olmuş mudur? Bu konunda ne bilgim var,  ne de böyle bir iddiam. Bildiğim bir şey varsa, eğer herhangi bir örgüt üyesi olsaydı, o zaman da, şimdi de, yaptıklarından daha iyi bir görev “ifa” edemeyecek oluşudur.  Sayın Ilıcak şimdi rahatlıkla  darbecilere ilişkin yazıları yazabiliyor.
Sayın Ilıcak basın özgürlüğünü kullanan bir gazetecidir. Elbette istediğini yazar. Ama bir o kadar da anti-komünizmin inançlı neferidir geçmişte. Birgün Gazetesi bunları bize iyi anımsattı.
           
İçerden ve dışardan dinamiklerin elvermesi ile yeniden dizayn/inşa sürecine canla başla katılmış olmak, tamam. Bu sürecin diliyle konuşuyor olmak, süreci savunmak, tamam. Ama bunlar geçmişte yazılanları kendiliğinden silmez. Bu yüzden “yüzleşme” diye bir şey vardır. Bu yüzden devrimciler özeleştiriye önem verirler. Özeleştiri kişinin öncelikle kendisiyle yüzleşmesidir. Kendisiyle yüzleşmesi için kişinin iyi bir yüzü olsa gerek! Kendisiyle yüzleşmeye yüzü olmayanların, toplumsal yüzleşme sözleri etmeye sözü var mıdır?
        
Sayın Ilıcak “Birgüncük” diye dalga geçmiş. Bu dil çok normal. Zira, “Gemicik” kültürüne inhisap etmişlerdir kendileri. Cesameti temel alan fallik kültürden ilham ve cisim alanlar böyle yaratıcı “aşağılamalarda” bulunurlar. Ama, cesamet kültürü de faşizmdir… Sayın Ilıcak’ın bu yöndeki dili, faşizan bir “zenginliğin” dilidir.
         
Nazlı Hanım’ın kültürel zenginliğinin diğer görünümleri haftaya kaldı…


Haftanın sözü; Devlet ataması yapılamayan 28.000 öğretmene verdiği sözü hala tutmamıştır.