Ne ağaca benziyor  ne de kuşa

Ne istiyoruz acaba? Ne ağaca benziyor ne de kuşa mı? Ne dereye benziyor ne de nehire mi? Yoksa pazar günü uzun bir aradan sonra gördüğünüz ilk güneş mi? Çimenler mi, duvarlar mı? Neresi oradaki uzak bir köy? Bunca zaman ona buna atıp tuttuk ama biz ne istiyoruz? Biz kimsiniz?

Öncelikle ben bir anlayış istiyorum. Buna mantık da diyebilirsiniz, “İnsanca yaşam” diyebilirsiniz, “Kurallar ve denetleme” diyebilirsiniz, “Karşılıklı anlayış” diyebilirsiniz, hoşgörü, mutluluk, özgürlük, huzur ve sağlığı da ekleyelim bari oldu olacak.
Peki bu anlayış nasıl bir şey olmalı? Yaşamda hepimize iyilik getirecem, hepimizi güvende hissettirecek, hepimizi istediğimiz gibi yaşamaya sevk edecek, hepimizi sevdiğimiz şeylerle birleştirecek, hepimizi birbirimize bağlayacak, hepimizi hepimiz olduğumuz için iyi hissettirecek. Kimsenin kimseye “Ya sev ya terket” diyemediği, kimsenin kimseyi reddetmediği, anlamaya çalıştığı, toplumdan gelen seslerin ve itirazların dinlendiği bir şey… Ne ağaca benziyor, ne de kuşa gerçekten de.
Bunlar nasıl olacak? Yapan nasıl yapıyor? Yapanları da gördük, hepsi sömürgeci, ikiyüzlü, vb diye paketlemeden iyi taraflarına bakalım. Ahlakını sevmiyorsak, teknolojisini alalım, demokrasisini beğenmiyorsak, daha iyisini yapalım, ne varsa beğendiğimiz toplayalım. Olmuyor mu? –Yok olmuyor. Yani son bilmem kaç yıldır nedense zamanda geriye doğru bile gitmeye doğru eğilimimiz arttı. Tek örnek: Protesto için bitkilere bile bıçak çekildiği bir ortamdayız.

Peki bunu nasıl yapacaktık? Neden yapamadık? Çözüm belli. Bunlar aslında bizi yöneten iki başlı, tek başlı, başsız, artık neyse neyin bir takım kurallara ya da kanunlara göre hareket etmesiyle olacak. Senin güvenliğini sağlamak için var olan sistem, seni dövüp sonra da “O bana vurdu, işimi yapmama engel oldu” ya da “Tekme attığım ayağım sakatlandı” diyemeyecek. O ayak inecek, artık sonra da nereye giderse gitsin.

Seni yönetmekle sorumlular, sistemin işlemesi için koltuklarında oturanlar hesap vermezse, onlara sorduğun sorular cevapsız kalırsa, kural kanun tanımadan, her olan bitene “Fiili durum oluştu, biliyon mu?” seviyesinde cevap verirse olmuyor işte. İstediğin kadar dik dur, dikelme… Sana “Abi bunlar biraz yanlış sanki” diyenin ağzının ortasına sümsüğünü gömüyorsan, olamaz da zaten. Sonra sen gel benden “Güçlü olalım” diye oy iste.

Aşkım sen bütün gücünle kafama kafama vuruyorsun. Gücünün hep karanlık tarafını gösteriyorsun, iyi şeylere inandığını söyleyip bir gün öyle, ertesi gün böyle yapıyorsun. Sadece bana atarlansan iyi, Nobel’e (kendisi bir ödül), kavramlara, diğer ülkelere de atarlanıyorsun. Sanki herkesi ezdiğin halk gibi mi görüyorsun yoksa senin tek bildiğin yani bilemediğin şey bu türden bir ilişki mi?

Güce yakın olana pışpış, senden olmayana her türlü hakaret ve daha neler neler serbest. Bu mu adaletin? Bu mu tarafsızlığın?

Bende hata, sende mantık arıyorum. Aslında şimdi fark ettim, mantığa gerek yok. Çünkü aranacak mantık bulunamadı.

Yazıma ünlü sayı bilimci ve şair Devlet Bahçeli’den (Filmi de var: Garden State) bir teoriyle nokta koyuyorum. Bakın bu adam bizi yönetmeye aday. Bu teoriyi üreten kişiye yıllarca oy filan verildi. Hürmet gösterildi.

“Türkiye’de diktatör olmaz. Bir defa diktatör Türkçe değil.”

Alın duvara asın, ara sıra gözünüz ilişsin ve be neler oluyor hayatta diye şaşırın.

Neden olmuyor, işte bundan olmuyor. Yazıyı da bitiremedim, bana da yazıklar olsun.

Havalar güzelleşti, bol bol yaşayın. Sevgiler.