Türk sağının düşünce atlası tüm bir Soğuk Savaş boyunca ABD tarafından şekillendirildi. Haliyle sağın ve siyasal İslamcıların ABD’yi kavrama biçimi tutarlılık değil reaksiyonerlik üzerine kurulu. Hal böyle olunca Güven Gürkan Öztan Hoca’nın da dikkat çektiği üzere sağın ABD karşıtlığı politik bir retorik olmanın ötesine geçmez. Anti-Amerikancılık kisvesine büründürmek istedikleri şey ideolojik bir perspektiften ve de siyasal temelden yoksun içi boş bir külhanbeylikten ibaret.

Washington ile yaşanan son kriz de gösterdi ki bağımlılık ilişkilerini bertaraf etmeden bağımsız bir duruş sergilemek mümkün değil. Karşılıklı açıklamalar aldatmasın. Buradan bir kopuş ya da ayrışma çıkmaz. Bütün dertleri hamasi nutuklar üzerinden zevahiri kurtarmak. Siyasal İslamcıların ne fikriyatı ne ideolojisi ne de siyasal aklı ABD ile çatışır. Sağın ve İslamcıların kıblesi ABD’dir. Yarım yüzyıl boyunca ABD emperyalizminin gölgesinde serpilip büyüyen, Menderes’lerden Özal’lara uzanan bir siyasi hareketin ardılları olduklarını her fırsatta yenileyen bir zihniyetten aksi de beklenemez zaten.

İdeolojik, siyasi angajmanın yanında ekonomik ve siyasi bağımlılık ilişkileri de ABD katşıtlığına el vermez. Daha bir hafta önce Washington’da Trump’ın önünde secdeye duran, milyar dolarlık silah/uçak anlaşmaları yapanların ‘Sam Amca’nın yörüngesinden çıkması mümkün değil. Ve haliyle bu ve benzeri krizlerden de bir kopuş çıkmaz.

Ülkenin mi iktidarın mı çıkarı?

Siyasal İslamcılar kendi otoriter yeni rejimlerinin çıkarlarını tüm ulusun çıkarıymış gibi sunma, bunun böyle olduğuna bütün bir toplumu inandırma konusunda oldukça mahirler. “Milli çıkar” kutsiyeti içerisinde sağ-muhafazakar kitlelerle birlikte ulusalcı çevreleri de arkalarında hizalayabileceklerinin pekala farkındalar.

“Seksen milyon Reis’in ardında durmalı”, “Bu iş memleket meselesi” diye feryat figan etmeleri, birdenbire 6. Filo’dan dem vurmaları, her fırsatta küfrettikleri Nâzım’dan parçalar paylaşmaları bunun somut örnekleri.

Bu farkındalık iktidara istediği şekilde top çevirme rahatlığı verirken, krizleri fırsata çevirme konusundaki maharetleri bilinen İslamcılar, ABD’ye kafa tutuyoruz algısı üzerinden rant devşirme niyetinde. Yakın siyasi tarih bize İslamcılardan anti-emperyalist çıkmayacağını, İslamcıların “millici” olamayacağını gösteriyor.

AKP anti-Amerikancı olabilir mi?

AKP’nin son dönemlerde çeşitli emperyalist güç odaklarıyla yaşadığı sorunlar, onun “bağımsız”, “millici” karakterinden değil. Yaşananlar sadece dönemsel bir çıkar çatışmasının yansımaları. ABD’ye göbekten bağlı, her fırsatta soluğu ABD’de alan, askeri, siyasi, ekonomik ilişkiler yumağı içiçe geçmiş AKP/Saray rejimine ne ABD ne de Almanya ile yaşanan krizler antiemperyalist bir karakter kazandırır.

Ancak AKP ilk günden bu yana dış politikanın iç politika üzerindeki mobilizasyon etkisini çok iyi kullandı. Bir ideolojik aygıt olarak dış politika “yeni rejim”in inşasının temel dinamiklerinden oldu. İç politikadaki tahkimata paralel bir dış siyaset üretildi. Her ihtiyaç duyulduğunda kontrollü şekilde bir kriz inşa edildi.

Siyasi iktidar varlığını krizlere borçlu. Sürekli bir kriz dalgasının yaratılması da bundan. Rahatsız olunduğuna bakılmasın, bu krizler silsilesi müesses nizamın tesisi, tahkimatın sağlamlaştırılması amacıyla oldukça kullanışlı bir araç. Ardı arkası gelmeyen krizlerde bu strateji var.

Krizler kime, nasıl yarıyor?

İstisnalar hariç, bütün dış krizler mevcut iktidara yaramıştır. Sadece komşu ülkelerle değil, ABD’si Rusya’sı başta olmak üzere bütün dış aktörlerle girişilen ağız dalaşında milliyetçi-muhafazakâr kitlenin konsolidasyonu açısından krizler bulunmaz fırsatlar yaratmıştır.

Dış güvenlik, ülke menfaati, ulusal çıkar kavramları üzerinden bütün bir toplum rehin alınırken, “bütün dünya bize karşı, birlik beraberlik içinde olmalıyız” söylemiyle yaratılan gerginlikler üzerinden siyaset tahkim ediliyor, sorunlar görünmez kılınıyor, politikalar meşrulaştırılıyor.

Krizin faturasını kim ödüyor?

İstisnasız her zaman olduğu üzere, yanlış, tutarsız, savruk dış politikanın bedelini bütün bir ülke ve toplum ödüyor. Şimdilik durdurulan vizeler nedeniyle öğrenciler ABD’ye gidemeyecek, burslar yanacak, ticari anlaşmalar geçersiz kalacak, aileler mağdur olacak. Krizden en fazla etkilenen bir başka grup da bu ülkede yaşayan göçmenler olacak. Bütün bunların yanında ülkenin üçüncü dünya ülkeleri ligine sokulması da cabası. Libya, Yemen, Sudan seviyesine indirilen ülkeye bakış olumsuz etkilenecek.

ABD-Almanya demokrasi mi istiyor?

Ne ABD’nin ne de krizin dinmediği Almanya’nın AKP yönetimiyle yaşadığı sorunların demokrasiyle, özgürlüklerle, hak-hukukla ilgisi yok. Hiç bir zaman da olmadı. ABD, Almanya ve Batı dünyasının Saray rejimiyle yaşadıkları sorunlar dönemsel çıkarlarının çakışmasıyla ilgili. Her iki ülke de uzun yıllar AKP’yi tüm gücüyle destekledi. Toplumsal muhalefetin tüm uyarılarına rağmen bu destek sınırsız bir şekilde iktidarın ayağına serildi.

ABD ve Almanya’nın iktidara itirazları, AKP’nin çizilen çizginin dışına taşmak istemesinden ve mevcut iktidarla çıkarlarının kimi noktalarda çatışıyor olmasından kaynaklı.

Sol ne yapmalı?

Solun antiemperyalist, bağımsızlıkçı, enternasyonal kimliği emperyalizme cepheden karşı duruşu gerektirirken, bu odaklarla içiçe olan ancak dönemsel olarak güç çevreleriyle sorunlar yaşayan kendi egemenlerinin her türlü oyununu teşhir etmeyi de bir zorunluluk kılar. Her ne koşul altında olursa olsun iktidarın siyasal ve ideolojik yönelimlerine meşruluk kazandıracak argümanlar üretmekten kaçınmak bir elzem. Bu handikaba düşenlerin hali ortada.

İçeride siyasi iktidarın otoriter, baskıcı, gerici “yeni rejim”ini haklı bir şekilde eleştirirken, dış politikadaki sonu gelmeyen krizler karşısında “milli çıkar kutsiyeti” adına siyasi iktidarın arkasında saf tutmak ideolojik bir körlükten ibaret olur. Emperyalizme göbekten bağımlı, varlığını bu güç odaklarına borçlu bir iktidarın, kendi çıkarını “milli çıkar” adı altında halkın çıkarıymış gibi sunması kimseleri yanıltmamalı.