Geride bıraktığımız yirminci yüzyıl devrimler kadar darbeler çağıydı da. Hatta rivayet odur ki Latin Amerika’da erken kalkan darbe yapabiliyordu! Ortadoğu’da, Afrika’da, Uzak Doğu’da, Güney Amerika’da ordu içindeki klikler arkalarına aldıkları sermaye desteğiyle birer birer yönetime el koyuyorlardı. Bütün bu coğrafyalarda darbe görmemiş ülke yok gibiydi. Cuntalar, darbeler, asker postalları üçüncü dünya ülkelerinin makûs talihi olmuştu.

Yakın coğrafyamızdan Tunus, Libya, Mısır, Yemen, Suriye, Irak, Yunanistan, Kıbrıs.... Liste uzar gider. Bunlara neredeyse bütün kara Afrika’sı ülkelerini de eklemek lazım. Pasifiğin öte yakasında Arjantin, Brezilya, Şili, Uruguay, Paraguay. Güney Asya ülkelerinde de benzer bir süreç yaşandı. Endonezya, Filipinler, Burma vs.
Bir önceki çağın kadim hastalığı olduğu gibi yirmi birinci yüzyıla da sirayet etti. Başrolde yine Latin Amerika vardı. Honduras, Paraguay, Venezuela ve son olarak Brezilya. Son ikisi ordu/sermaye destekli sivil darbeydi. Venezuela’daki darbe kısa süre içinde bertaraf edildi, Chavez yeniden koltuğuna oturdu. Afrika’da da bir kısmı başarısızlıkla sonuçlanan darbeler silsilesi yaşandı. Fildişi Sahilleri, Gine, Gine Bissau Kongo, Mali, Nijer bu kanlı süreci yaşayan ülkelerden oldular.

•••

Türkiye de bu darbeler zincirinin, daha doğrusu fay hattının, en kırılgan ülkelerinden birisiydi. 15 Temmuz Cuma günü itibariyle bu bir kez daha görülmüş oldu. Yirminci Yüzyıl’ın ikinci yarısında onar yıl arayla üç darbe, takvim yaprakları yirminci birinci yüzyıla evrilirken bir “post modern darbe, sonrasındaki on yılda da benzer iki darbe vakası yaşandı. Başarısız kalan 15 Temmuz darbesi ise yaşanan ölümler, korkunç saldırılar, yol açtığı hasarlar itibariyle şimdiden tarihe geçti.
Evet, kanlı darbe kakışması sürpriz oldu. Ancak Türkiye’nin kırılgan fay hatları bu tehlikenin her daim baki olduğunu gösteriyordu. Her ne kadar “Türkiye’de artık darbeler çağı kapandı” dense de. Uluslararası medya organlarında son yıllarda ara ara Türkiye’de darbe olasılığından dem vuran yorumlar analizler eksik olmuyordu. Aynı yayın organları şimdiden darbenin ülkenin başından def edilmediğini, başarısız darbe kalkışmasının ancak bir sonraki kalkışmaya kadar püskürtüldüğünü dillendirmeye başladı.

Bundan sonra ne olacak? Temel soru bu. Kalkışmanın nedenleri, yol açacağı hasarları ve arkasındaki güç odaklarını önümüzdeki dönemlerde, mahkeme süreci başladığında bir şekilde öğrenme fırsatı yakalayacağız. Sadece iç kamuoyunun değil uluslararası kamuoyundan yükselen “darbe süreci teokratik tek adam diktatörlüğüne eğrilebilir” kaygısı hiç de haksız değil. Ordu içindeki, açıklandığı kadarıyla Cemaatçi, bir kliğin giriştiği teşebbüsün yeni gerici rejimin inşa sürecinin kilometre taşı olma tehlikesiyle karşı karşıyayız.

İktidarın hal ve hareketleri, söylemleri, daha önceki uygulamaları bu şüpheleri artırıyor. Bütün dünya da bunun farkında. Son üç gündür yayınlanan uluslararası gazetelere bakıldığında, Batı’dan gelen uyarılar okunduğunda bu endişeler daha net bir şekilde görülmüş olur.

•••

Kuşku yok ki Cuma günü büyük bir felaketin eşiğinden dönüldü. Darbeciler başarılı olsalardı ülkenin başına ne tür felaketlerin geleceğini tahayyül dahi edilemezdi. Ancak Hollywood filmlerini aratmayacak bu kaotik gecenin sonunda Türkiye kanlı darbeyi bertaraf etse de daha fazla aydınlığa da kavuşmuş değil. Hazin olan da bu!
Demokrasi kültürünün ve geleneklerinin zayıf olduğu bu topraklarda yarım kalan kalkışma daha fazla baskı, zulüm ve hak ihlali olarak geri dönecek. Aksini düşünen var mı? Erdoğan’ın başarısız darbe teşebbüsünü “Allah’ın bir lütfu” olarak nitelendirmesi bunun bir işareti olabilir mi? Süddeutsche Zeitung ve Frankfurter Rundschau gazetelerine göre bu açıklamanın yapılması nedensiz değil. Şimdi hasımlarını ve rahatsızlık duyduğu muhaliflerinden daha rahat kurtulup ‘başkanlık diktası’ hedefine biraz daha yaklaşacak.

•••

"Bu darbe süreci bize şunu gösterdi: Devlet içerisindeki güç odaklarının kapışmasından halklar lehine sonuç çıkmayacağı"

Ülkemizi daha da büyük karanlığa taşıyacak 15 Temmuz darbe girişiminin engellenmesi sevindiricidir. Ancak darbenin engellenmesi demokrasinin gelişeceği anlamına gelmemektedir. Darbe girişiminin ardından yaşanan gelişmeler bunu ortaya koymaktadır. Kalkışma devlet içindeki hiziplerin ne kadar acımasız olabildiğini gösterdi. Darbecilerin ne kadar zalimleşebileceklerini adeta canlı yayında hep beraber izledik. Sadece darbecilerin zulmüne tanık olmadık. “Yeni rejim”in nasıl da mobilize olduğunu, örgütlenme gücünü de gördük. Camilerin nasıl da iktidarın seferberlik üssüne dönüştüğünü, sokaklara salınan gerici çevrelerin ne tür bir tehlikeye tekabül ettiğini tatbik ettik.

Bu darbe süreci bizlere bir şeyi daha gösterdi. Devlet içerisindeki güç odaklarının kapışmasından halklar lehine sonuç çıkmayacağı. Bir kez daha şunu anladık ki emek, demokrasi ve barış güçlerinin birlikte mücadelesi dışında hiçbir yol Türkiye’yi içinde bulunduğu bu karanlık tablodan çıkaramaz. Halkın seçeneği askeri darbe ya da tek adam, tek parti diktatörlüğü değildir. Ülkemizi bu karanlıktan kurtarmanın tek yolu halkın birleşik örgütlü muhalefetidir.