Öncelikle bir yanılsamayı düzeltmeli. Dış politikanınsınıflar üstüolduğu muktedirlerin uydurduğu koca bir yalan. Dış politika da tıpkı diğer her şey gibi “sınıflar üstü” değil. “Milli çıkar” adı altında yutturulmaya çalışılsa da dış politika egemen sınıfların çıkarlarının bir yansımasıdır. “Dış politikada sen ben kavgası olmaz, dış politika milli politika demektir” şeklindeki “resmi tez”i reddetmek öncelikle sınıf bilincinin bir gereğidir!

Egemenlerin tıpkı iç politikada olduğu gibi, sermayenin ve sermaye düzeninin çıkarlarını tüm ulusun çıkarıymış gibi sunması, bunun böyle olduğuna bütün bir toplumu inandırmak istemesi kendi “sınıf çıkarları”nın bir sonucu.

İçeride siyasi iktidarın otoriter, baskıcı, gerici “yeni rejim”ini haklı bir şekilde eleştirirken, dış politikadaki sonu gelmeyen krizler karşısında “milli çıkarkutsiyeti” adına siyasi iktidarın arkasında saf tutmak ideolojik bir körlükten ibaret.

•••

Siyasal İslamcı iktidar dış politikanın bu sınıfsal niteliğini çok iyi kullandı. Bir ideolojik aygıt olarak dış politika “yeni rejim”inin inşasının temel dinamiklerinden oldu. İç politikadaki tahkimata paralel bir dış siyaset üretildi. Her ihtiyaç duyulduğunda kontrollü şekilde bir kriz imal/inşa edildi. İnşa edilen kriz amaç hasıl olunca da sonlandırıldı.

2002’de işbaşına geldiğinde AKP, dış politikayı kendi rejiminin kabulü, uluslararası desteğin sağlanması, finans kapitalin ve küresel sermayenin takdiri için kullandı. Kendi rejiminin tesisinden emin olunca, devletin bütün kurumlarına çökünce de bu yeni duruma uygun yeni bir dış politika üretti.

Siyasi iktidar tıpkı iç politikada olduğu gibi varlığını krizlere borçlu. Sürekli bir kriz dalgasının yaratılması da bundan. Rahatsız olduklarına bakmayın, bu durumu müesses nizamlarını tesis etmek, tahkimatlarını sağlamlaştırmak amacıyla tepe tepe kullanıyorlar.

AKP sadece içeride değil, dışarıda da krizleri süreklileştirerek kontrollü bir gerginlikle yol alıyor. İçeride yaşadıkları kriz ve sıkışmayı bir dış türbülans üzerinden öteleme niyeti gözlerden kaçmıyor. Ardı arkası gelmeyen krizlerde de bu strateji var.

Sadece komşu ülkelerle değil, bütün Batılı aktörlerle girişilen ağız dalaşının arka planında da bu gerginliği iç siyasete sirayet etme, kendi milliyetçi-muhafazakâr kitlesini konsolide etme gayretkeşliği bulunuyor. Avrupa Birliği ile başlayan, Rusya, Bulgaristan, Hollanda, Avusturya, Belçika, Körfez Arap Ülkeleri, İsrail ve Almanya ile devam eden krizler silsilesi bu zihniyetin bir yansıması. Görünen o ki içeride yeni rejimin inşası, geri dönülemez bir aşamaya gelene kadar dış siyasetteki krizler eksik olmayacak.

•••

AKP’nin son dönemlerde çeşitli emperyalist güç odaklarıyla yaşadığı sorunlar, onun “millici” karakterinden değil. Dönemsel bir çıkar çatışmasının yansımalarıdır yaşananlar. Ne ADB ile ne Rusya ile ne de son olarak Almanya ile yaşanan krizler AKP/Saray rejimi ne anti-emperyalist bir karakter kazandırır. Tıpkı içeride olduğu gibi bu AKP iktidarı ve Saray’ın kendi krizidir. Tıpkı Suudi Arabistan ile Katar üzerinden yaşanan gerilimde olduğu gibi.

AKP son dönemlerin moda tabiriyle “fıtratı” gereği istese de anti emperyalist olamaz. Yarım yüzyıl boyunca ABD emperyalizminin gölgesinde serpilip büyüyen bir hareketten anti emperyalist, millici bir hareket yaratmak nafile. Yeni Osmanlıcıların ne karakteri, ne ideolojisi ne de dünya görüşü buna el vermez. Siyasal İslamcıların kıblesi ABD’dir ve Washington’dan bağımsız bir hat izlemeleri mümkün değil.

AKP/Saray rejimi iş başında olduğu müddetçe krizlerin ardı arkası kesilmeyecektir. Her krizde “milli çıkar” diyerek iktidarın arkasında dizilmek, onun la birlikte saf tutmak yapılabilecek en büyük kötülüklerden. Emperyalizme göbekten bağımlı, varlığını bu güç odaklarına borçlu bir iktidarın, kendi çıkarını “milli çıkar” adı altında halkın çıkarıymış gibi sunması kimseleri yanıltmamalı.

Solun anti emperyalist, bağımsızlıkçı, enternasyonal kimliği emperyalizme cepheden karşı duruşu gerektirirken, bu odaklarla içiçe olan ancak dönemsel olarak güç çevreleriylesorunlar yaşayan kendi egemenlerinin her türlü oyununu bozmayı/teşhir etmeyi de bir zorunluluk kılar. Her ne koşul altında olursa olsun iktidarın siyasal ve ideolojik yönelimlerine meşruluk kazandıracak argümanlar üretmekten kaçınmak bir elzem. Bu handikaba düşenlerin hali ortada.