Keşke dedim Mevlüt de bir defter açsaydı, Dersaadet Defterleri, ne güzel olurdu, olmadı bir Dersaadet kitabı yapabilseydik, yapsak, zira Dersaadet’in Mevlüt’ü gitti, 58. yaşını kutladığımız, özlem ve hüzünle andığımız Ahmet Kaya gitti, hepimiz gitmeden yani

Emir Kusturica filmlerinin kahramanlarından biri de olabilirdi, Tony Gatlif filmlerinden birinde yönetmenin yol arkadaşı da. Ben onu tanıdığımda 20 yaşında filan olmalıydı. O zamanlarda da ne Kusturica vardı ne Çingeneler Zamanı. Tony Gatlif’se Film Festivali’ne de gelmişti, ünlü Vengo filmiyle mi yoksa Transilvanya ile mi, hatırlamıyorum. Mevlüt buralardaydı, bilseydi onu Dersaadet’e mutlaka çağırırdı, sabaha kadar içerlerdi. Belki beni de çağırırdı, ‘bak akraban gelmiş’ diye. Eh akrabamız sayılırdı, aleviler, kürtler, çingeneler, siyahlar,mülteciler, göçmenler ‘yol kavmi’nden değil miydik, öyleyse yoldan akrabaydık, hatta yolda olmak akraba olmaktan da ileridir derdik. Birbirimize düşeceğimize yola düşerdik. Kavga gürültüyle yanyana oturmaktansa, göğe, geceye, suya, yıldızlara bakıp birlikte yola düşmek yeğdir, iyidir.

Yol: İnsan yalnızca arkadaşını değil, kendini de en iyi yolda tanır. Kendini iyi bir şiir gibi beş duyusuyla birden kavrar. Sesini tanır örneğin, otururken, sınırlar içindeykenki sesiyle yoldaki sesi aynı değildir. İşittiği şeyler, duyduğu hisler ve dokunduğu ruhlar, tenler, kalpler asla aynı şey olmayacaktır. (Bu bölümü sen gül diye yazıyorum Mevlüt, bıyıksızken de bıyık altından gülmeyi en iyi sen bilirdin ya, şimdi de Haydar edebiyat yapıyor diye, kıs kıs ama sesini de gülüşünü de kısmadan gül diye yazıyorum, bir nev’i yol edebiyatı yapıyorum yani.)

Mevlüt’ten daha önce de söz etmiştim, “Dersaadet’te Bir Mevlüt”te. Benim ODTÜ’den, 80 öncesinden 2. Yurt’tan ‘yurt’taşım, farklı sol siyasetlerdendik, ama tabii sosyalizmden yoldaşım, sonra da İstanbul’da Dersaadet meyhanesinde rakı arkadaşım, şiir aleminden de loncaya girmese de yakınım, şairim. Mevlüt Gülveren. Adına soyadına bakıyorum da, meğer ona çok yakışıyormuş, yani bir Orhan Kemal kahramanı da olabilirmiş, Aziz Nesin kahramanı da. Ertem Eğilmez filmlerinde esas oğlanı da oynayabilirmiş Haldun Taner’in yazdığı oyunlarda da Keşanlı Ali’yi değil ama Kayseri’den Dersaadet’e Bir Mevlüt’ü.

Halkın Kurtuluşu’yla başlayıp Devrimci Proleterya ile süren, sanıyorum orada da noktalanan bir devrimci serüven. Emir Kusturica ile Tony Gatlif’ten söz ettim ama, Mevlüt’ün asıl ilişkide olduğu yönetmen Yılmaz Güney. Nihat Behram, ‘Güney’ dergisi yılları, Yılmaz Güney’le görüşmeleri, onun için yaptığı senaryo çalışmaları. Uzak yıllar. Beni de bu senaryo ekibine dahil etmek istiyordu, böylece Yılmaz Güney’i görmeye de gidebileceğimizi, onunla tanışabileceğimi de söylüyordu ki, bu elbette başlıbaşına heyecan vericiydi. Acaba Duvar mıydı senaryosunu çalışacağımız film?

Mevlüt’ün sonra izini kaybettim, yeniden gördüğümde, daha doğrusu karşılaştığımızda Milli Piyango’dan hatırı sayılır bir ikramiye kazanmıştı, onunla da İstanbul Beyoğlu’nda unutulmaz Dersaadet barını açmıştı. Benim hatırladığım Ahmet Kaya’dan Ahmet Hakan’a, Yusuf Hayaloğlu’ndan Eşber Yağmurdereli’ye, Nihat Genç’ten Metin Üstündağ’a, Zeki Demirkubuz’dan Menderes Samancılar’a oyuncular, yazarlar, müzisyenler, şairler, solcular, herkesin geldiği, buluştuğu bir yerdi.

Kadıköy rıhtımındayken çok sık gittiğimiz, çok uzun yıllar önce Bostancı’ya taşınmış olan efsanevi Hatay restoranı anımsatır bana Mevlüt’ün ve sonraları onunla birlikte Halil İbrahim Özcan’ın da Dersaadet’i. Yönetmen Cemal Şan da sonraki ortaklardan biriydi sanırım. Hatay’ı efsane yapan sevgili Mehmet Ali Işık bir de defter açmıştı o yıllarda, sonradan YKY onlardan bir seçmeyi Hatay Defterleri adıyla yayımladı. Cemal Süreya’nın önerisiydi sanırım bu defterler, her akşam masaları dolaşan bu deftere oraya gelenler bir şeyler yazardı. Benim de çok küçük bir yazım vardır, şimdi unuttum ama Ece Ayhanlı, Tevfik Akdağlı, Arif Damarlı, Cemal Süreyalı, belki de Nilgün Marmaralı bir akşamdı, Akif Kurtuluş’la beraber mi gitmiştik yoksa o yazıda Ankara’ya, Akif’e de bir selam mı göndermiştim, o akşamlar gibi hayal meyal, eh biraz da çakır bir yazı işte. Şimdi Mevlüt gidince, Dersaadet daha Mevlüt buralardayken el ve sahip ve ruh değiştirince, Hatay’ı hatırlayınca, ki defter gelneği hala sürüyor orada, keşke dedim Mevlüt de bir defter açsaydı, Dersaadet Defterleri, ne güzel olurdu, olmadı bir Dersaadet kitabı yapabilseydik, yapsak, zira Dersaadet’in Mevlüt’ü gitti, 58. yaşını kutladığımız, özlem ve hüzünle andığımız Ahmet Kaya gitti, hepimiz gitmeden yani.

Mevlüt hem komik adamdı hem de sanırım tüm komikler gibi içli adam. Dergilerde kalan şiirlerini bir kitapta toplayamamıştık ama o takma adlarla Mesut Yılmaz ve Tansu Çiller’i tiye alan iki kitap yayımlamıştı. Met Üst’ün “Hayvan” ve “Öküz” dergilerinde yazardı, ayrıca Birgün’ün ilk bulmacalarını da yanılmıyorsam Mevlüt hazırlardı. Son yıllarda hep onu bulmaca hazırlarken görürdüm.

Komik adam, içli adam, belki hepsinden de önce ‘film adam’ demek gerekir Mevlüt’e. ODTÜ’de öğrenciyken, siyaset, örgütlenme, tartışmalar, hizipler, mücadele derken, sanırım pek vakit bulamadığı gönül işlerine girdiğinde, bizim sınıftan bir kıza aşık olmuştu Mevlüt. O matematik okuyordu biz sosyoloji, ama benim hem sınıf arkadaşım hem sevgilim olan Funda’yı da çok sevdiği için, genellikle bizim çevrede oluyordu Mevlüt. Aşık olduğu kızsa, genel olarak solcu, ama sol siyasetlerle pek ilgisi olmayan bir arkadaştı, galiba çoğunluk gibi ÖTK seçimlerinde ve başka eylemlerde, etkinliklerde Devrimci Yol’u destekleyenlerdendi. İnce, zayıf, sessiz, gözlüklü, az konuşan, gözleriyle gülümseyen bu arkadaşımızı Mevlüt çok beğeniyordu ama o sanırım bu ilgiyi pek ciddiye almıyordu. Geçmiş gün, unuttum, Funda ağzını yoklamıştı galiba adet olduğu üzre ama, pek umut da yoktu. Fakat Mevlüt yılmıyordu...
Sonunda beklenen gün geldi! Aman aman şaka! Ne bekliyorduk ne de beklenen gündü! 12Eylül tepemize çöküverdi biz devrim 2 ay sonra mı 3 ay sonra mı olacak diye birbirimizi yerken, faşizm geldi, 35 yıldır yaşadığımız üzere gitmek bilmedi, bilmiyor, sadece kılık değiştiriyor. Sözümona Atatürkçü olarak geldiler, sonra faşizmin en beterini yaşattılar, şimdi de kılık değiştirip dinci oldular, dinci faşizmin en beterini yaşatıyorlar, hepsi cihatçı! Sağolasın 12Eylül, cumhuriyeti korumak üzere yönetime el koydun, başımıza cihatçıları sardın! Orduyu pek sevip göreve çağıranlara, onu yere göğe konduramayanlara armağan olsun!

Benim son dönemimdi okulda, 2. Yurtta da kalıyordum, sevgilimle küçük bir ev de tutmuştuk, darbeyle birlikte okul ve yurtlarda gözle görülür, en azından siyaset içinde olanların daha yakından hissedebilecekleri bir azalma olmuştu. Pek çok arkadaş gözaltına alınmış, işkenceciler ağır mesaiye başlamış, kaçabilenler kaçmış, kaçamayanlar saklanmış...ODTÜ’nün Tunus Caddesindeki otobüs durağının karşısında bir kahve vardı, Merih miydi adı, şimdi yok, oraya haber bırakmış Mevlüt, bir kaç gün sonra gittim, o da ortadan kaybolmuştu, bana bir paket verdi, aşık olduğu kıaz vermemi söyledi. Çay içtik, konuştuk, bir daha görüşmek üzere sarıldık, öpüştük. Okula gittim, o kız arkadaşa Mevlüt’ün bir paket gönderdiğini söyledim, almak istemediğini söyledi. Paketi önce yurda, sonra da eve götürdüm, aradan bir kaç ay geçti, okul bitti, sevgilimle tuttuğumuz evi boşaltırken gözüme ilişti, bu paket neymiş diye açtım.

Açar açmaz da o dönem yurtdışında basılan Devrimci Proleterya dergisinin çeşitli sayılarıyla karşılaştım. Cuntaya, düzene karşı direnme çağrıları yapan dergi, elbette çoktan yasak kapsamına girmişti. Ben de o dönemde gözaltına, tutuklanmama neden olacak bu paketi yurda, eve bir kaç kere taşımıştım!
Film arkadaşım Mevlüt’ün her koşulda gülümseyen yüzünü görür gibi oldum o anda. Sevdiği kıza, yasak dergileri armağan olarak gönderen Mevlüt, üstelik 12 Eylül’ün en azılı ilk günlerinde! Seni, gülüşünü ne çok özlemişim!