“… Uzak illerden, kerpiç köylerden geldik. Bir koca kışı yarım teneke gazla geçiren ve yirminci yüzyılın sonlarına doğru çocukları kızamıktan ölen,baskıların boğaza çıktığı yerlerden geldik. Kendilerini egemen sınıfların emir kulu sayan, kraldan çok kralcı yöneticilerin yol bağlarını, telefon zincirlerini kırarak geldik.”

TÖS'ün "Tam Bağımsız Türkiye, Halka Dönük Eğitim; Grev Hakkı İstiyoruz." sloganları ile başlattığı Büyük Eğitim Yürüyüşü'nde kürsüden arkadaşımızın seslenişi vazgeçilmez ilkelerimizin sesiydi...

TÖB-DER’li öğretmenlerin, sıkıyönetim mahkemesi adı altında kurulan “özel” mahkemeye karşı yaptıkları ortak savunmasında kurdukları cümleler bizi biz yapan ilkelerimizin tüm baskılara inat sürdürüleceğinin deklarasyonuydu.

“(…) TÖB-DER, mirasını devraldığı Türkiye demokratik öğretmen hareketinden, 1900’lerden (...) beri doğru bildiği insanları bilinçlendirme, emeğin çıkarlarını savunma, uygarlığa varma, insanları mutlu bir geleceğin hakları olduğuna inandırmayı inanç ve kararlılıkla yerine getirmiştir. (…) yolumuzdan alıkonulmak, yıllarca sürecek mahpusluk ve sürgünlerle tehdit edilerek, onurumuzdan, insanlığımızdan ödün vermemiz isteniyor. Bizden böyle bir ödün istenmemelidir! Öğretmenlerinin ve halkının yüzüne bakamayan öğretmenler olmaktansa aç, işsiz, mahpusta ve sürgünde yaşamak, ama onurlu ve alnı açık yaşamak daha güzel olsa gerek.”

TÖB-DER'in kapatılmasından sonra "abc'den sendikaya" çağrısı, geçmişten, geleceğe mücadeleden vazgeçilmeyeceği kararlılığının ve 12 Eylül darbecilerine meydan okuyuşun adıydı.

1986' da “abece” dergisinin çıkmaya başlamasıyla, kısa sürede TÖB-DER üyelerinin bir araya gelerek birçok ilde temsilcilikler açması, 1988’de EĞİT- DER'in, 1990'da EĞİTİM-İŞ ve EĞİT-SEN'in kurulması, 23 Ocak 1995' te her iki sendikanın birleşmesiyle EĞİTİM SEN'le gelenek devam ediyor.

Eğitim Sen'li eğitim emekçileri olarak öncüllerimize yaşatılan baskının her boyutunu yaşadık ve yaşamaya devam ediyoruz. Hukuksuzca ihraç edildik, sürgün edildik, en temel demokratik haklarımızı kullandığımız; emeğimize, mesleğimize, haklarımıza, öğrencilerimizin eğitim hakkına sahip çıktığımız; emek, demokrasi, laiklik, barış mücadelemizden vazgeçmediğimiz için gözaltına alındık, yargılandık, tutuklandık, katliamlar yaşadık. Eğitim ve bilim emekçilerinin mücadele tarihi baskıların, sürgünlerin, meslekten çıkarılmaların, katliamların tarihidir. Ancak aynı zamanda her zorlu dönemde birlikte umudu, direnişi, dayanışmayı örgütlemenin; antiemperyalist, antikapitalist, antifaşist mücadelenin de tarihidir.

Ve biz Encümen-i Muallimin’den TÖS' ten TÖB-DER' den Eğitim Sen'e 112 yıldır süren aydınlığın, eşitliğin mücadele tarihini yazmaya devam ediyoruz.

Bu zorlu süreçte de onlarca yaşanılmışlığa, emeğe, bedele tanıklık ettik. Hukuksuzca ihraç edilen arkadaşlarımızla dayanışmak için TÖB DER'li arkadaşlarımızın her ay telefonla arayarak dayanışmayı sürdürdüklerini ve sürdürmeye devam edeceklerini paylaşmalarına; sürgün edilen ve kanser tedavisi gören, çocuğundan ayrı kalmak zorunda bırakılan arkadaşımızın "Arkadaşlarımızın ödediği bedeller yanında benim ödediğim bedel nedir ki..." cümlesine, bir baba ve oğlun farklı illerde şube yürütme kurullarında aynı anda sorumluluk alarak okul okul gezerek umudu örgütlemelerine, arkadaşlarımızın il il, ilçe ilçe, iş yeri iş yeri dayanışmayı, mücadeleyi ilmek ilmek örmelerine, mesleği elinden alınan ve sonrasında kaybettiğimiz bir arkadaşımızı hastalığı sırasında ziyarete gittiğimizde "En çok koşturmam gerektiği bir süreçte, hastalığım nedeniyle emek veremiyorum, destek olamıyorum, çok üzgünüm." cümlesine, akademisyen arkadaşlarımızın mahkeme salonlarını, adliye önlerini kürsülere dönüştürmelerine, öğrencilerimizin, velilerimizin "İyi ki Eğitim Sen var." sözlerine tanıklık ettik.

Tam da bu yüzden tüm yaşatılanlara inat 25. yılımızda memleketin her yerindeyiz ve dimdik ayaktayız.

Bizi her daim ayakta tutan, eğitim ve bilim emekçileri mücadele tarihine bir yaşam adayanlara, yol arkadaşlarımıza verdiğimiz sözdür.

25. yılımız, yaşımız kutlu olsun. Ne geçmiş tükendi, ne yarınlar...