Batı’da da, Doğu’da da yolları keyifli kılan arkadaşım,....

Batı’da da, Doğu’da da yolları keyifli kılan arkadaşım,
2007’nin Mayıs’ı, esaret günlerimin sonları. “Oğlum nereye atandım bi’ bilsen” diyen sen. Ardından “hiç arkadaşım yok buralarda, çok fena çok” serzenişin. Ani bir refleksle uçağa atlayıp yanına gelmem ve Van’da buluşmamız. Ne güzeldir baharda Doğu…
•••
Önce ben varmıştım Van’a, atladığım bir minibüs ile Gevaş’a geçmiştim. Dağ tepe yürüyüp, köy çocuklarıyla futbol maçı yapmıştım iki sokak arasında. Kan ter içinde gazoz ısmarlamıştım onlara, daha dün gibi aklımda. Sonra köyün ufacık camisinin gencecik araştırmacı imamı ile uzun bir sohbete dalmıştım. Hem soluklanmış, hem anlattıklarını dinlemiştim. Vedalaşıp deniz kenarına inmiştim sonra, pardon göl kenarına… Ne güzeldir be baharda Gevaş…
Öyle ters bir yere inmişim ki minibüs yok. Hemen otostop çekip bir tüp arabasının atlamıştım arkasına. Van’a kadar bir koyu sohbet… Siyaset, ekonomi, genel seçimler alabildiğine… Sonra merkeze varır varmaz Van Kalesi’ne çıkmaya karar vermiştim. Sen hâlâ ortada yoksun be ca’nım… Güneşe daha yakınım işte, var mı ötesi! Tuşba’dayım… Kale içinde dolanırken ufaklıklar hemen etrafımı sarmışlardı. Van Kalesi’nin tarihini dört dilde anlatmışlardı bir çırpıda.
•••
Sen gelince apar topar bir yere yerleşmiştik. Akşamında ise ‘deniz’ kenarına varıp, rakı içmiştik. Sadece otlu peynir, ha biraz da yoğurt. Ama ne güzeldir be Van Gölü’nün yanında rakı içmek…
Ertesi sabah Doğubayazıt’a doğru yola çıktık. Askerler habire yolumuzu kesmişti ve içimiz dışımız kimlik kontrolü oluyordu. Kimlikleri cüzdana kaldırmamayı öğrenip ite kaka İshak Paşa Sarayı’na varmıştık. O muazzam yapının içinde soluklanıp Ağrı’ya bakakalmıştık. Bahar buralara da gelmiş işte… Yanıbaşımızda ey koca Ararat.
“göğe bir dokunuş ile sadece
bırakıyordu gözyaşını
ağrı dağı”
İshak Paşa Sarayı’nın hemen yakınındaki Hani Baba Türbesi’ne bir göz attıktan sonra, camiyi de gezelim demiştik. Hatırlıyorsun değil mi, iç mimarisini ne hale getirdiklerini? Öfke içinde yolumuza devam etmiştik. Ama yolların çok bozuk olduğunu hatırlıyorum. Minibüs şoförüne sorduğumuzda “ilçe belediyesi ve merkezî yönetim arasında ‘haliyle’ farklılık olunca bu tür bozukluklara da katlanmalı insan değil mi abi” demişti.
Dönüş yolunda Kanadalı bir gezginle tanışmıştık. Aynı minibüste Van’a kadar gelip birbirimize telefon numaralarımızı verdikten sonra vedalaşmıştık onunla. Bu tanışmanın sonunun Yüksekova’ya kadar uzanan bir yol arkadaşlığına dönüşmesi ise bu mektubu uzun uzun anıların olduğu bir günceye çevirir ki, o ayrı bir yazı konusu değil mi?
•••
Yeni bir güne uyanıyoruz ve karşımızda Akhdamar. Yağmur çiseliyor, ufacık teknemiz yalpalıyor, biz arkamızda sarı sarı açmış kır çiçeklerini bırakarak gölün ortasındaki nazarlığa doğru yol alıyoruz işte.
“artos’un eteklerinde duran
bir gelincik gibi duruyordu
gölün ortasında Akdamar”
Badem ağaçları altında yaptığımız yürüyüşü, tahta bir sedir üzerine uzanıp uyuduğumuzu, Ada’nın en yüksek yerine tırmandığımızı ve tüm bu yaptıklarımızın Akdamar Adası’nda yapılacak en güzel şeyler olduğuna dair ettiğimiz sözü hatırlıyor musun doğru söyle?
Seninle, Van’ın altını üstüne getirmiştik biz, İstanbul’un da altını üstüne getirdiğimiz günlere inat…
•••
Baharda güzeldir Doğu. Baharda çiçekler açar, umut yeşerir, yeniden mutlu olur insan. Bir güzel rüzgâr eser. Birileri üşür, birileriyse daha da esmesini ister. Bu rüzgârda birileri deniz kıyılarını, birileri her yeri, birileriyse kafasını yastığa koyduğu yeri sever. Her bahar, bu baharki gibi yeni bir gün başlar; hem Doğu’da ve yeniden Tuşba’da