Televizyonlar, gazeteler ve de radyo. Bu hafta sonu kafamı nereye çevirsem, CHP Kurultayı. Sabahtan beri çevir çevir aynı konu.

Televizyonlar, gazeteler ve de radyo. Bu hafta sonu kafamı nereye çevirsem, CHP Kurultayı. Sabahtan beri çevir çevir aynı konu. Artık gına geldi deyip radyoda bir türkü kanalına geçtim. Başındaki yazmayı da sarıya mı boyadın?
Bir Tokat türküsü. İyi geldi doğrusu. Ama gün boyu o kadar işlenmiş olacak ki kafam hâlâ kurultayda. Türkünün sözleri, CHP’lilerin ve de halkın duyguları, talepleri ve arzularına sanki bir gönderme yapıyor gibi...
“Yola yolladım seni de
Yollar yollasın seni!
Hızır elinden tutsun da
Bana yollasın seni!”
Ne zamandan beri böyle bu toplum?  Hangi  zamandan bu yana hep bir kurtarıcı bekliyor. Hangi koşullar, ya da sosyal gelişimler ona hep dışarıdan, iradesi dışından bir güce ihtiyaç hissettiriyor?  Osmanlı’dan gelen bir iç olgu mu? Yoksa İslamiyet’in içe sinmiş, yerleşmiş bir tahayyülü mü? Her daim bir Hızır ya da Mehdi bekleniyorsa her halde dinin bunda önemli bir rolü olsa gerek. Ama diğer yandan da bakıyorum öyle değil gibi. Örneğin İsrail. Musevi topluluğunda da dinin etkisi son derece güçlü. Lakin onlar uhrevi güçlerden beklenti ile yetinmeyip birlikte kolektif işler yapmayı pekâlâ becerebiliyorlar. Kibutz ve Moşav örnekleri en azından bunun birer kanıtı. Oysa bizim insanımız yıllardır doğru dürüst bir kooperatifçilik yapamamıştır. Demek ki din unsurunun dışında bir şeyler aramak gerekiyor. Yani işi sadece dine bağlamamak gerekiyor. Din unsuru dışında aradığımız neden örgütlenme, bir arada iş yapma kültürü olmamasından, böyle bir kültür yerleşmemiş olmasından kaynaklanıyor olabilir mi? Eğer bu böyle ise, bunu engelleyen, ket vuran ne?
İçinde çeşitli çelişkileri taşıyan memleketimin ‘beceriksiz’ burjuvazisi mi?
İyi şeylerin olması, sıkıntılı ve güç durumlardan kurtuluş için kendi dışından beklenti, hem bireylerde hem de örgütlerde, sinmiş, hâkim bir duygu. Çok çabuk umut bağlanılan ve yine çok çabuk terk edilen kişilikler ve örgütlenmelerle dolu tarihimiz. Daha birkaç gün önce benzer bir olayı futbolda da yaşamadık mı? Fenerbahçeli taraftarlar bir dakika öncesi göğe çıkarttıklarını, bir dakika sonra alaşağı etmedi mi?
Aile hayatımızda da bu genelde böyle değil mi? Kendi yapamadıklarımızı, kendi başaramadıklarımızı çocuklarımızdan beklediğimiz az rastlanan bir şey midir?
Şimdi CHP’de de yaşanan bu. Bir parti başkanı, birkaç parti meclisi üyesi ve biraz da söylem değişince her şey değişiverecek sanılıyor. Umutlar hemen yeşeriveriyor, oy oranları bir anda on-onbeş puan yükseliveriyor. Parti programını, sosyal demokrasinin gereklerini sorgulamayan, karizmatik bir lider ya da hoş sözlerle sonuç alınacağını sanan binlerce, milyonlarca insan...
Bu durum diğer sol ve sosyalist partilerde de ne yazık ki mevcut. Bir dönem ÖDP’de de bunlar yaşandı. Bu gün bir miktar bu durum aşılmış olsa bile hâlâ benzer beklentiler, merkezi bir rüzgâr arkasına takılacak kitlelerin akın akın partiye gelmesi beklentisi tamamen atılamamış durumda.
Sendikalar ve demokratik kitle örgütlerinde de bu durum yoğun olarak yaşanmakta. Genellikle kongreler sonrası örgütümüz ile neredeyse tüm ilişkimiz biter. Bir dahaki kongreye ve seçime kadar ortadan kaybolmak adettendir. Hal böyle olunca, görev verilen yönetim ve kurullara yönelik, destek, sorgulama, denetim tabandan süreç içerisinde işletilemeyince bir yığın hayal kırıklığı peşinden geliveriyor doğal olarak. Kongreler genellikle siyasi içerikten uzak feodal ilişkiler üzerine şekilleniyor. Daha sonra ortaya çıkan işçi aristokratları, meslek örgütü aristokratları örgütleri teslim alıyorlar. TÜRK-İŞ’te yaşananlar bunun en görünen örneğidir. Teslim edilen yönetimin tabana, işçiye ne kadar uzak olduğu görülmektedir.
Bu gün 26 Mayıs ve gelinen noktada emek örgütlerinin içine düştüğü durum bu akşam ayan beyan bir kez daha ortaya çıkacaktır. Çırpınan, direnmeye çalışan bir avuç sol, sosyalist örgüt ne yazık ki görünür olamayacaktır.
Bu gün özellikle KESK’in içinde de önemli bir yer tutan Kürt emek güçlerinin de hayatın her alanında EDİ BESE demeleri halinde direnişin nasıl büyütüleceğine örnek olabilir... Bu  bir arada yaşamı savunmanın ötesinde bir arada mücadeleyi de örmenin güzel bir örneği olabilir.
Ne Hızır ne Mehdi, beklenen de budur zaten…